"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Devletin dinî cemaatlere müdahalesi-3

Cevher İLHAN
17 Eylül 2017, Pazar
15 Temmuz “darbe girişimi” sonrası bir zamanların “devlete sızan irtica” iftirasında olduğu gibi “devlet içine çöreklenen ‘cemaat’ olgusu”nun icadıyla bir “devlet projesi” olarak dini cemaatlerin hedefe konulması, yine en evvel dine ve dini hizmetlere zarar veriyor.

“En iyi cemaat cami cemaatidir” denilerek bütün cemaatleri tasfiye dayatmasıyla tamamen hasbi dinî cemaatlerin de bir nevi “kamulaştırılarak” devlet tekeline alınıp kelepçelenmek istenmesi en çok dinî ve ahlâkî hizmetlerin aksamasına, toplumun mânevî hayatının tahribine sebebiyet veriyor. 

Zira cemaatlerin dinî-manevî hizmetlerine rağmen yapılan bütün araştırma ve anketlerde Türkiye’de dindarlaşma –görünürde arttığının aksine- azalıyor; dindarlıkta geri gidiliyor.

Araştırmalarda dinî hayatın zaafa uğramasıyla ahlâkî erozyonun hızlandığı ortaya çıkıyor. Haziran 2015’te Gezici Araştırma Şirketi’nin yaptığı “Muhâfazakârlık Araştırması”na göre, özellikle son yıllarda Türkiye’de kendini muhâfazakâr veya dindar olarak tanımlayanların oranının azaldığı; oruç tutanların, namaz kılanların sayısının düştüğü, İslâmî yaşayışın zayıfladığı belirtiliyor.

Kısacası iddia edildiği gibi Türkiye muhâfazakârlaşmıyor, dindarlaşmıyor; “dindar nesil” yetişmiyor; tam tersine muhâfazakârlar sekülerleşiyor, dünyevileşiyor… 

DEVLETİN “CEMAATLERİ TASFİYE PLÂNI”

Daha da vahimi, cemaatlerin tasfiyesi ya da bir takım operasyonlarla devlete/rejime göre dizaynla kontrole alınarak asıl gaye ve işlevlerinden sapmalarıyla meydana gelen boşlukla daha da derinleşiyor.

Dahası devletin – siyasî iktidarın yönlendirmesi sonucu cemaatlerin dünyevî yatırımlara yoğunlaşmalarıyla, ticarileşmeleriyle, siyasete - devlete talip olup siyasetin bir parçası haline gelerek devletin - siyasetin güdümüne girmeleriyle yozlaşıyorlar; “siyasetli cemaatler” durumuna düşüyorlar. Dünyevileşip asıl manevî hizmetleri yapamaz hale gelerek aslî hizmetleri muattal bırakıyorlar.   

Bu açıdan gazeteci yazar Cafer Solgun’un “Cemaatler, doksan yıldır devletin mücadele ettiği ve yok edemediği sosyolojik bir olgu. Cemaatlere karşı doksan yıllık Kemalist statüko döneminde başarılamayan şey bugün AKP eliyle yapılıyor” değerlendirmesi son dönemde cemaatlere karşı baş gösteren resmî agresif tavrın arka plânını açığa çıkarıyor. (Yeni Asya. 2.2.16)

Vakıa şu ki işin arka plânında tek parti diktasından kalma bir “devlet projesi” yeniden devreye sokuluyor. Bir zamanlar “müşrik devlet” diyenlerin, dünyevileşme çarkıyla devletleşip, hatta devletle özdeşleşip sıkı “devletçi” kesilmeleri, devleti “kutsamaları” garabeti sergileniyor. Kemalistlerin bile bitiremediği ve ülkenin mânevî sigortası olan, imanî ve ahlâkî hizmetleri meccanen ve hiçbir dünyevî karşılık beklemeden ifâ eden dinî cemaatleri toptan tasfiyeye yeltenmeleri bunun göstergesi.  

Özetle, sosyolojik bir gerçek olan cemaatlerle ilgili konuların hür ve demokratik bir ortamda yapıcı bir tavır ve üslûpla müzâkere edilmesi yerine, bir “cemaat“ üzerinden bütün cemaatler hedefe konularak cemaat yapılarına ve mânevî hizmet işleyişlerine müdahale ediliyor.  

 “Devletten akredite cemaatler” oluşturulmaya çalışılıyor; bütünüyle gönüllülük esasına dayalı mânevî birliktelikler olan cemaatler maddî  kalıp ve şablonların cenderesine hapsedilmek isteniyor. 

“İMAN VE KUR’ÂN NASIL İNHİSAR ALTINA ALINABİLİR?”

Bu hususta, sırf müsbet hareketi ve ilmî - fikrî manevî cihadı telkin ettiği için, Mart 2013’te Şam’da Kur’ân tefsiri dersini verdiği El İman Camii’nde aralarında torununun da bulunduğu kırktan fazla talebesiyle, kanlı iç savaş fitnesini ateşleyen küresel ifsad şebekeleri taşeronlarınca şehit edilen İslâm dünyasının önde gelen âlimlerinden “Suriye’nin Şeyhülislâmı” denilen Ramazan El-Buti’nin, “Arap ve İslâm dünyasında dâvetçiler, tebliğciler, irşadçılar, kendileri ile devlet ve siyaset arasındaki dengeyi kuramıyorlar. Ya siyasete girip kendilerini kaybediyorlar; ya bir şekilde silâha sarılıp şiddet kullanıyorlar. İki taraftan biri zarar görüyor. Ya çatışıyor, ya da siyasete girip onlar gibi oluyor. O zaman da irşad vazifesi, dâvâ yok oluyor. Demek onlar bir örneğe muhtaçtır. Arap ve İslâm dünyasına örnek de Bediüzzaman’ın metodudur” tahlili çok anlamlı.

Bediüzzaman’ın “Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Hakaik-i imâniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde, dünya muamelâtı (işleri) suretine sokulmaz” cevabı da meselenin mahiyetini ortaya koyuyor. (Mektubat, 72)

Gerçekten dinî - mânevî hizmetlerin devlet eliyle “resmî bir şekilde” telkininin bir netice vermediği “muhafazakârlık” iddiasındaki iktidar döneminde dinî yaşayışın gittikçe irtifa kaybetmesiyle ortada iken, cemaatleri ve dinî hizmetleri devletin denetim ve tekeline sokma girişiminin maksadı nedir?

Okunma Sayısı: 3372
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı