Bayram öncesi -2 Ekim’de- Anayasa Mahkemesi’nin “torba yasa”daki dört maddeyi iptali üzerinde pek durulmadı. IŞİD saldırıları ve “Kobani eylemleri” gürültüsünde yeterince tartışılmadı.
Bilindiği gibi, Meclis tatile sokulmayarak Plân ve Bütçe Komisyonu’nda 3 Haziran’da görüşmelerine başlanılan, yaz sıcağında ve Ramazan ayında vekillerin serzenişlerine rağmen tâlimatla dayatılan “torba yasa”nın ilk 61 maddesi, kamuoyuna “301 maden işçisinin can verdiği Soma fâciasının yaralarını sarmak için çıkarılacak” diye lanse edildi.
Ancak akabinde siyasî otoritenin direktifiyle bürokratlara önergeler düzenlettirilip, birbiriyle ilgisiz bir yığın maddenin sokuşturulmasıyla 148 maddeye şişirilen “torba” amacından saptırıldı. Anayasaya ve İçtüzük hükümlerine aykırı biçimde, kamuoyundan gelen uyarılar da dikkate alınmadan birçok hak ve hürriyetlerde geriye gidildi.
Torba yasa, çeşitli sâiklerle ve siyasî hesaplarla bir nevî “kıyak yasaları”na dönüştü. Son haliyle Soma fâciasının yaralarını saramadı, maden işçilerinin problemlerini çözemedi. Ocakların güvenliğini, taşeron işçilerle ilgili kadro düzenlemesini sağlayamadı. Özel sektörde üç yıllık sözleşme zorunluluğunu getiremedi.
“Emeğin sömürüsü” taşeronluğa köklü bir çözüm getiremedi. Kısa süreli sözleşmeler ve yıl içinde girdi-çıktı yöntemleriyle çalışanların kıdem hakkının gasbına fırsat tanıdı. Sonuçta iki milyonu aşkın taşeron işçisinin hak kaybına uğratılmasına devam edildi…
HAKSIZ VE HUKUKSUZ HÜKÜMLER
Kısacası, “torba”yla taşerona yaptırılacak işlerin sayısı ve çeşidi daha da arttırıldı. Yüz binlerce işçinin kadro talebi karşılanmadı. Katliâm gibi “kaza”dan ders ve ibret alınmadan, sağlıklı bir çalışma ve müzâkere yapılmadan, Soma fâciasına sebebiyet veren eksikliklerin başında olduğu ortaya çıkan maden ocaklarında “yaşam odası” zorunluluğu getirilmeyip özel maden şirketlerine “jest” yapıldı. Maden işçileri hayal kırıklığına uğratıldı.
Öte yandan, anamuhalefet partisinin müracaatıyla iptal edilen dört değişiklikte olduğu gibi “torba”daki diğer birçok madde de hukuka, temel hak ve hürriyetlere, insan haklarına, anayasaya ve diğer kanunlara aykırı idi.
Başta mahkemenin oybirliği ve oy çokluğuyla anayasaya aykırı bulduğu dört madde olmak üzere birçok hukuka ve temel haklara aykırı madde, incelemelerine dahi fırsat verilmeden milletvekillerine emr-i vaki yapılarak, apar topar “tepe”den tâlimatla komisyondan ve Genel Kuruldan geçirildi.
Bunlardan biri emniyet ve yargıdan Millî Eğitime, Mâliye’den TÜBİTAK’a, birçok bakanlık ve kurumda görevden almaları kalıcı hale getirmeye dairdi.
MECLİSİN ENERJİSİ BOŞA HARCANDI
Görevden alınan memurların İdare mahkemesinde görevlerine bir ay içinde iâde edilmelerine karşı, “torba”ya konulan hükümlerle, görevden alınan daire başkanı ve üzerindeki kadrolar ile emniyet personeli hakkında mahkemelerin vereceği “iptal” ve “göreve iade” kararlarının uygulanabilme süresi iki yıla çıkarıldı. Göz göre göre “yasa” perdesinde haksızlık ve hukuksuzluk “yasallaştırıldı.”
Üstelik bu hak-hukuk gasbına “yasal koruma”a getirilerek, görevden alınan kamu personelini, aksi yöndeki mahkeme kararlarına rağmen eski görevlerine iade etmeyen amirler hakkında “ceza soruşturması açılmayacağı” hükme bağlandı.
Mahkeme, kazanılan yüzlerce “göreve iade” dâvâsına karşı, öncelikle hakkı ve hukuku hiçe sayan, yargı kararlarını ve adâletin tecellisini savsaklayan bu iki hükmü iptal etti. Böylece, kamu görevlilerinin yargıda “hak aramaları”nın, “göreve iade” kararıyla en geç bir ay içinde eski görevlerine atanmalarıyla mağduriyetlerini gidermenin yolu yeniden açıldı. Mahkeme kararıyla göreve iade edilenleri eski görevlerine atamayan amirlere ceza soruşturması açılmasının da.
Sonuçta, hak bir defa daha tecelli etti; ancak siyasî iktidarın sözkonusu maddelerdeki değişiklikler hakkında yapılan ikazları dinlemeyip hukuka ve anayasaya, hak ve özgürlüklere aykırılıkları bile bile “torba”ya eklemlesi, “demokratikleşme” ve “hukukun üstünlüğü” iddialarının aksine siyasî ikbal ve rant uğruna saplandığı vartayı bir defa daha ortaya çıkarıyor.
Ve inadına dayatmalarla gerginlikleri tırmandırma, toplumu kamplaştırıp kutuplaştırma pahasına, siyasî hevesler ve hesaplar uğruna Meclis’in ve milletin enerjisinin ne denli boşa harcandığını bir defa daha ortaya çıkarıyor.
Yazık değil mi?