Bayramda hararetle tartışılan konulardan biri de KKTC’ye giden Cumhurbaşkanı’nın kamuoyunu oyalama maksatlı “doğalgaz ve petrol keşfi müjdeleri”ne benzer sürpriz “Kıbrıs müjdesi” oldu.
“Müjde”, KKTC’nin bağımsızlığının ilânı, isminin değiştirilmesi, Azerbaycan ve Pakistan gibi bazı ülkelerin tanıması, hatta Türkiye ile birleşmesi ve Maraş’ın açılması şâyiası olarak pompalandı.
Bu bakımdan 2018’de KKTC Bakanlar Kurulu’nun açılmasına karar verdiği ve Cumhurbaşkanı’nın sekiz ay önce Ersin Tatar’ın seçilmesi amacıyla yine alây-ı vâlâ ile yedi uçakla gittiği kapalı Maraş’taki “piknik” organizasyonunda sadece kıyı şeridinin bir buçuk kilometresini belli saatlerde açılmasıyla kalınması “sürpriz” değil, bir tekrardan ibâret kaldı.
Gerçek şu ki Adada fiilen “iki devlet”in olduğu gerçeğiyle KKTC’nin dünyada tanınması çabası gerekirken, siyasî “mesaj”la meselenin Maraş’a hasredilmesi Kıbrıs dâvâsını daha baştan zora soktu.
Nitekim Cumhurbaşkanı’nın “kapalı Maraş bölgesinin bir kısmının -yüzde 3-4’ünün- yerleşime açılması” duyurusu üzerine, Yunanistan ve Rum yönetiminin talebiyle BM Güvenlik Konseyi’nin Türkiye’yi “Maraş’ın statüsünü tek taraflı değiştirmekle uluslar arası hukuku ihlâlle Adada gerilimi artıran yeni provokasyonlar”la suçlayan “kınanması” bunun son tezâhürü.
“İKİ DEVLET” TEZİ BALTALANIYOR
İşin ilginç tarafı, “yandaş medya”nın abartılı yayınlarla propaganda ettiği “müjde”nin bizzat Cumhurbaşkanı’nca muhalefetin katılmadığı Cumhuriyet Meclisi’nde “Lefkoşa’da cumhurbaşkanlığı sarayı ve parlamento binası ve millet bahçesi” olarak açıklaması inkisâr-ı hayâline “iktidara ilişik yorumcular”ın hâlâ “müjdenin şifreleri” perdesinde “hikmetler” izâfeye yeltenmeleri.
Bir yandan “Kıbrıs dâvâsı büyük bir milletin kahramanlık destanıdır” derken, diğer yandan bu “destan”ın yazıldığı, kararlarının alındığı Parlamento ile “KKTC’nin ilân edildiği tarihi bina” dediği KKTC Cumhurbaşkanlığı binasının “İngilizlere ait gecekondu” tezyifi skandalını övgüler dizmeleri.
Aslında tam da Türkiye’de yüzlerce odalık yeni yazlık ve kışlık sarayların tartışıldığı sırada Cumhurbaşkanı’nın sözkonusu binalardan bahisle “devlet olmanın ifadesi işte budur, bu projeyle ‘nasıl bir Kuzey Kıbrıs devleti varmış’ birilerinin görmesi lâzım” bakışı, Dışişleri’nin dışlanarak diplomasinin devre dışı bırakıldığı “tek kişilik yönetim”de öngörüsüz, ufuksuz, tehditlere ve şantajlara mâruz tutarsız “dış politika”yla “devletin itibarı”nı binada gören garip perspektifi ele veriyor.
Böylece, bir taraftan Kıbrıs’ta “Maraş sahil şeridinin açılması” üzerinden siyaset yapılırken, diğer taraftan daha önce Cumhurbaşkanı’nın yargısına “tâlimat”la KKTC’yi peşinen zor durumda bırakırken, Adada “iki devlet” tezini baltalıyor; ve Türkiye’nin garantör ülke olarak katıldığı Cenevre görüşmelerinde peşinen eli zayıflatılıyor.
Rum Kesimi’ni destekleyen emperyallerin eline, Türkiye’nin KKTC’yi ayrı bir devlet olarak görmeyip bağımsızlığını nazara almadığı, dahası “ilhakı” peşinde olduğu “kozları” sunuluyor.
“KIBRIS DÂVÂSI”NI DA KAYBETTİRİYOR…
Özetle, AKP iktidarında Ankara’nın Kıbrıs konusunda da hiçbir hazırlığı ve plânı yok; günübirlik politik hesâplarla Türkiye’nin Kıbrıs dâvâsındaki haklılığına gölge düşürülüp zaafa uğratılıyor.
Bu arada 2004’ten bu yana Yunanistan’ın Ege’de stratejik öneme sahip 18 ada ile 152 adacığı işgal emrivakileri geçiştiriliyor. Türkiye’yi Ege Denizi’ne âdeta çıkamaz hale getiren 12 deniz mili ve hava sahası ihlâli oldubittisi sürüyor.
Keza Kıbrıs Rum Kesimi’nin Akdeniz’deki hukuksuz sondaj ve hak gasbıyla Türkiye “mavi vatan” Doğu Akdeniz’de âdeta dışlanmış; aylardır Oruç Reis Antalya limanında bekletiliyor.
Ve merhum Başvekil Menderes’le Dışişleri Bakanı Zorlu’nun büyük çabalarla başardıkları Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, petrol ve doğalgaz aramaları ve sondajında Türkiye’nin de “oluru”nu şart koşan Londra ve Zürih anlaşmalarıyla sağladığı “garantörlük hakkı”nın gereğini, Ege Denizi’nde jeopolitik-stratejik avantajını yerine getirememe başarısızlığı nazarlardan kaçırılıyor.
İç kamuoyunu yanıltan, öfke ve gazını alan oyunlarla krizler hep öteleniyor. Ecnebilerin tuzak ve projelerine teşne “dış politika”yla günü kurtarmaya yönelik hamasi söylemlerle gürültüye getiriliyor.
AKP iktidarında, uluslararası hukuk çerçevesinde etkin diplomasi yerine küresel mihrakların projelerine gelen Ankara’nın kırılgan “dış politikası”, “Kıbrıs dâvâsı”nı da Türkiye’ye kaybettiriyor.
Oysa “Kuzey Kıbrıs devletinin varlığı’nı birilerinin görmesi” için büyük binalara değil, tanınmaya ihtiyacının olduğu ortada. “Egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” için -dolar garantili mâlûm müteahhitlere verilecek- bina ihaleleri değil, güçlü diplomasiyle Kıbrıs davasında dünyanın ikna edilmesi gerekiyor.