Tamgaz demagoji ve saptırmalarla, kamplaştırıcı, kutuplaştırıcı “ötekileştiren, nefret yayan, korkutan, kötü dil”le, baskılarla sürdürülen, tahrikli politikalarla ve “kirli kampanya” ile dayatılan referandum daha baştan tartışmalı hale gelmişti.
Öncelikle kamu gücü hoyratça kullanıldı. Binlerce şatafatlı “evet” afişlerinin yanına her nasılsa konullan bir – iki “hayır” afişinin kesilip atıldığı, devletin bütün imkânlarıyla milyonlar harcanarak kamunun parası çarçur edildi.
Başbakan “OHAL’de Anayasa değişikliği yaptırdılar’ dedirtmem” dediği halde OHAL KHK’ları ile sonuna kadar kullanılan devlet kanallarında 18 saat “evet” propagandasına karşı “hayır”a ancak bir saat verildi. Özel kanallar ayrı.
Bu arada “evet’ diyenlerin “terör örgütlerini desteklediği” suçlamasından, “15 Temmuz şehitleri ‘evetçi’, onları öldüren darbeciler ‘hayırcı” söylemine kadar bir dizi hakaret savuruldu, algı operasyonları gırla gitti.
Son günde AKP’den kamu ihâlesiyle nemâlanan “anket şirketleri”ne “evet’ yüzde 60 ile çıkacak” saptırmaları yaptırıldı. Son saatte bile sonuçları veren devletin resmi ajansında uzun süre “evet’ler açık ara ile önde” pompalamasıyla manipülasyonlara başvuruldu. “Yüzde 65 evet çıktı” sansasyonu ile sandık başlarında ve seçim kurullarında sayım yapanların morallerinin bozulup çekilmeleri kumpası kuruldu.
YSK EMR-İ VAKİSİ ŞÂİBE BULAŞTIRDI…
Vakıa şu ki, kampanyada “evet” cephesi on sekiz maddelik “paket”in muhtevasının analizi yerine, “devlet güçlenecek” - “yürütme güçlenecek” türü hamasi nutuklardan medet umdu.
Anayasaların milletle devlet arasında “toplumsal bir mutâbakat” olduğu gerçeğiyle, sistemi baştan sona değiştiren bu denli önemli bir değişikliğin milletin içine sinmesi için Başbakan’ın daha önceki ifâdesiyle “milletin kahir ekseriyetiyle yapılması”nın gereği ortadaydı.
Bundandır ki, değişikliğin, milletin uzlaşması ile yapılması gerekirdi. Keza halk oylaması sayım ve dökümünün de en azından adilane yapıldığına kanaat getirilmesi lâzımdı.
Ne var ki, “evet”lerin yüzde 1.4 gibi kılpayı puanla önde olduğunun ilân edilmesine karşı Yüksek Seçim Kurulu’nun son anda “mühürsüz oy zarfları ve pusulaları” kabul etmesi, sandıklar açıldıktan bir buçuk saat sonra oyunun ortasında emr-i vaki ile kural değiştirmesi sandığa şâibe bulaştırdı.
Zira “evet” oylarıyla “hayır” oyları” arasında 500 bin oyun değişmesiyle sonuçların değişeceği kritik bir durumda, tarafsız ve bağımsız bir üst yargı organı olarak her tarafa eşit ve âdil davranan bir hakem olması gereken YSK’nın son andaki kararı tartışmalara sebebiyet verdi. Bir AKP’li milletvekilinin itirazı üzerine geçersiz olması gereken mühürsüz – damgasız zarflarda ve pusulalarda kullanılan en az 1.5 milyon oyun son anda sandıklara verilen tâlimatla “geçerli” hale getirilmesi bir dizi istifhama yol açtı.
ŞEFFAF, ÂDİL VE DÜRÜST OLMADI
Oysa hukukçular, yasa ve yönetmelik gereği “mühürsüz – damgasız pusulaların geçersizliği” ortada iken ve daha evvel yurtdışında mühürsüz zarfları geçersiz kılan YSK Başkanı’nın 2011’de tek bir sandıktaki uygulamaya atıfla “daha evvel de oldu” açıklamasının yetersizliği adeta sırıtıyor. “Mühürsüz – damgasız zarflar dışarıdan getirilmiş değil, YSK’nin kendi mamulü” savunması ise evlere şenlik.
Anlaşılan o ki, sandıkların açılmasıyla “hayır”ların önde olduğunun görülmesi üzerine, apar topar “mühürsüz – imzasız pusulaların kabulü” oyununa başvuruldu.
Sonuç olarak, öncesi ve sonrasıyla sürecin tamamında eşit şartlarda, şeffaf, âdil ve dürüst, temiz bir referandum yapılmadı.
Türkiye, sonuçların ne getirip ne götürdüğünden ziyade şimdi bunu tartışıyor.