"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risalelerin Diyanet’e inhisarı...

Cevher İLHAN
26 Kasım 2014, Çarşamba
Bediüzzaman, daha Osmanlı devrinde, “böyle incelmiş ve çoğalmış münâsebat (ilişkiler) içinde, içtihaddaki müthiş fevza (anarşi-kargaşa) efkâr-ı İslâmiyetteki teşeddüt (dağınıklık, perişanlık), fâsid medeniyet tedâhülüyle (müdahalesiyle) ahlâktaki müthiş tedenni (alçalma, çürüme), Meşihât (Diyanet) cenâhı bir şahsın içtihadına terk edilmiş” diye şikâyet eder.

Diyanet’in hârici tesirlere karşı daha az mukavim (dayanaksız) olduğunu belirtip, hâricî tesirlere kapılmakla çok dinî hükümleri fedâ edildiğini belirtir. 
Umum İslâma şâmil yüksek bir müessese olan Meşihatın sönük vaziyetiyle değil koca İslâm’ın, yalnız İstanbul’un irşadına bile kâfi gelmediğini bildirip, “Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menbâ, hem mâkes (İslâm hakikatlerini akseden) vaziyetini alsın. Vazife-i dinîyesini hakkıyla îfa edebilsin” tedbirini zikreder. 
Dindeki zâfiyetin, İslâmiyetteki lâkaydlığın Meşihâtın zâfından meydan aldığını kaydedip, buna karşı, Meşihâtın, İslâm cemaatinin ruhundan çıkmış metin bir mânevî şahsiyeti temsil eden bir ilmî yüksek şûrâya dayanmasını önerir. Bilhassa Meşrûtiyetle başlayan demokrasi ve cumhuriyetler döneminde “Hilâfeti temsil eden Meşihât-ı İslâmiye ve Diyânet Dâiresi, hem âli (yüksek), hem mukaddes, hem ayrı (bağımsız-özerk), hem nezzâre (murâkebe-kontrol eden) olması” ve bunun için bir “meclis-i mebusân-ı ilmiyeye (yüksek ilmî bir meclise) isinad etmesinin gerektiğini ifâde eder. (Sünûhat, 50-2; Münâzarât, 80)

DİYANET “İLKE VE İNKILÂPLAR”LA KELEPÇELİ

Bediüzzaman’ın Osmanlı’da devlet ve siyaset karşısında bir nevi bağımsız olan Meşihât için teşhis ettiği zâfiyet, bugün Diyanet için katmerli olarak devam ediyor. 
Zira Türkiye Cumhuriyeti’de bütün demokratik kurumlar gibi Diyanet de, evvela “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı, inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda” hazırlanan 12 Eylül darbesi Anayasasının dibâcesinde yer alan “hiçbir faaliyetin  (…) Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliği karşısında koruma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine karşıtırılmayacağı”  esasıyla kelepçelemiş.
Keza, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı laikliği”, “Cumhuriyet’in nitelikleri”nin başında sayan Anayasanın 2. maddesinden, “eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda yapılması”nı dayatan 42. maddesine, birçok maddesinde bu hüküm kayıt altına alınmış.
Ve “genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı”nın kurulmasına dair Anayasanın 136. maddesinde, Diyanet’in “görevleri”ni, “lâiklik ilkesi doğrultusunda’ özel kanunda gösterilen yerine getireceği”ne hükmeder. 
Bu hüküm, “633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun”dan Diyanet’in işlev ve görevlerine, eğitim ve yayınlarına dair birçok yasa, yönetmelik ve yönergede düğüm üstüne düğümlenir. Meselâ,“Diyanet İşleri Başkanlığı Aday Memurların Yetiştirilmelerine Dair Yönetmelik”te, “eğitim ile ilgili genel ilkeler”in ilk fıkrasında, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk ilke ve inkılâplarına, Anayasada ifâdesini bulan Atatürk milliyetçiliğine sadâkatla bağlı kalacak (…) memur olacak şekilde yetiştirilmelerini” şart koşar…

HAK VE YETKİLERİN GASBI…

“Atatürk milliyetçiliğiyle ilke ve inkılâplarına bağlılık”, yasa ve yönetmeliklerle kalmaz; Diyanet’in eğitim, kurs, yayın ve diğer hizmetler hakkındaki genelge, tâlimatlarda tekrarlanır. 
Meselâ, Diyanet’in Kızılcahamam toplantısından sonra (13.09.2006) açıklamada, “… görevli Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasanın verdiği bu görevleri yerine getirirken, Atatürk ilke ve inkılâplarına, Cumhuriyete ve laiklik prensibine bağlılığı” yinelenir. 
Başbakan Yardımcısı’nın ikrarıyla “devlet vesâyet altında.” Demokrasi dışı dayatmaların vesâyetindeki devletin cenderesindeki Diyanet’in “özerk” olması ve Bediüzzaman’ın ifâdesiyle “öteki şahs-ı mâneviye (Meclis’e/devlete) fetva emînliği yapması” bir yana, tamamen rejimin/devletin kıskacında. Peki, “laiklik ilkesi”yle “ilke ve inkılâplar”a bağlı devlet kurumu Diyanet’e, çağımızın Kur’ân tefsiri Risale-i Nur üzerindeki tasarrufun verilmesinin teminatı nedir?
Risaleler üzerinde “kanundan kaynaklanan bütün hak ve yetkilerin, basım ve yayın hakkının işlenemesi, çoğaltılması, yayınlanması, temsil edilmesi veya işâret, ses ve görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletilmesinin Diyanet’e devriyle veya Diyanet’in bu yetkiyle kişi ve kuruluşlara verip gasbedilmesiyle inhisarı, neye ve hangi menhs mahfillere hizmet edecek?
Sonra Risalelerin basım ve yayım hakkının Diyanet’e verilmesini savunanlar, Meşihât’tan muzaaf zâfiyetteki Diyanet’e devredilmesinin maslahatı nedir? 
Bediüzzaman’ın dostu ve “eski medrese arkadaşı” Akseki’nin istediği Risaleleri gönderip, “Diyanet de sahip çıksın, neşretsin” mânasındaki mektubunu, “Bediüzzaman, Risalelerin basım ve yayım hakkının Diyanet’e verilmesini vasiyet etmiş” şeklinde saptıranların vebâli büyüktür. 
Bir defa daha hatırlatırız…

Okunma Sayısı: 2700
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • hakan kagan

    26.11.2014 02:56:23

    Falan adam korurmus sayiasi yapan kafalar bu yaziyi okur insallah.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı