Bilindiği gibi, Başbakan, imardaki rantı ve ihâleye fesat karıştırmakla haksız kazanç istismarın önünü almak için, siyasilerin “mal bildirimi”ni zorunlu kılacak “şeffaflık paket”ini açıkladı.
Ne var ki Başbakan’ın açıklamasından bir gün sonra AKP grup başkanvekilleri ve yönetim kurulu üyeleriyle Saray’da görüşen Cumhurbaşkanı, Başbakan’ın büyük vaadlerle ve iddialarla kamuoyuna deklâre ettiği “paket”e öfkelenip itiraz etti.
Erdoğan’ın, “Böyle bir düzenlemenin zamanlaması ve içeriği çok önemli. Seçim öncesinde doğru gelmiyor. Mal bildirimini il ve ilçe başkanları düzeyine indirirseniz, bu görevi üstlenecek kişiyi bulamazsınız” tepkisi, “siyasîlerin malı götürdüklerinin ortaya çıkması” endişesi intibâını verdi.
Akabinde Davutoğlu’nun Erdoğan’la ikisi baş başa üç görüşme yaptığı, ardından “paket”in AKP MKYK’da ele alınıp geri çekilmesine karar alındığı ve seçim sonrasına kaldığı haberleri çıktı.
Oysa Davutoğlu tam da Erdoğan’ın yakınıp karşı çıktığı rant kaynağı imar ve inşaat sektörüne ilişkin hususlar için “paket”i getirdiklerini kamuoyuna deklare etmişti.
Gerçi Erdoğan’ın çekinceleriyle “paket”in askıya alındığı iddialarına karşı Başbakan, “Biz hiçbir ilân ettiğimiz reformu askıya almayız. Reform ve yasal çalışmalar kendi rutin şeyinde seyreder. Böyle bir askıya alınma ifadesi doğru değil, yadırgıyorum” dese de, peşinden “Gittikçe seçimler yaklaşıyor, zamanlama itibarıyla yetiştirilememesi konusunda hızlandırıyoruz bütün süreçleri, ama bunu görmek mümkün değil” diye belirsizlik sinyalini verdi. Ve o gün bugün “paket”in akıbetinden haber yok.
Gelinen noktada, “paket”in “revize” adı altında içi boşaltılıp kuşa mı çevrildiği yoksa tamamen mi askıya alındığı hakkında hiçbir açıklama yok. “Paket”in akıbetini bilen de yok. Kamuoyu Meclis’e dayatılan “iç güvenlik paketi”yle meşgul edilirken, gerçekten “şeffaflık paketi”ne ne oldu?
HAFTANIN FOTOĞRAFI
Gaddarâne zulüm hesâbına…
“(Bu savaşın) Hak ve hakîkat ve din ve adâlet hesâbına olmadığına ve belki (bilâkis) inat ve asâbiyet-i milliye (ırkçılık damarı), menfaat-i cinsiye (şahsî ve yakınlarının çıkarı) ve nefsin enâniyetine dayanan ve dünyada emsâli vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesâbına milyonlar mâsumların kanları heder ediliyor. “ Bediüzzaman
HAKİKAT
“Bir fırka kendisine bir imtiyaz taksa…”
Bediüzzaman’ın bir asır önce 31 Mart hâdisesinde sıkıyönetim mahkemesinde cevabını istediği bu sual, bugün demokrasi adı altında yasa perdesinde dayatılan haksız ve hukuksuz baskıcı dayatmaları âdeta özetliyor:
“Sekizinci sual: Bir fırka (siyasî parti) kendisine bir imtiyaz taksa, herkesin en hassas nokta-i asabiyesine (damarına) daima dokundura dokundura zorla herkesi meşrûtiyete (Osmanlıdaki Meşrutî sisteme atıfla hukuk içindeki demokratik idâreye) muhalif gibi gösterse ve herkes de onların kendilerine taktığı ism-i meşrûtiyet altında olan muannid istibdada (inatçı, ayak direten, hak ve hürriyetleri tanımayan, keyfi ve baskıcı zulüm ve tahakküm yönetimine) ilişmiş ise, acaba kabahat kimdedir?” (Dîvân-ı Harbî Örfî, 48)
KISACASI
En avanaklar…
Cumhurbaşkanı, meydanlarda halktan 400 milletvekili istemeye devam ediyor. Yandaş medyadan bir gazeteciye göre, “Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak bu oyları AKP’ye istemiyor”muş!
Bu durum, göz göre göre insan zekâsıyla alay etmekle düşülen vartayı gösteriyor. Ve “en avanaklar, insanları aldattıklarını zannedenlerdir” tesbitini bir defa daha doğruluyor…
BİR NOT
Hayıflanma
Hatırlanacağı üzere AKP’yi kuran “yenilikçi hareket” 2009’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “5+5 formülü”yle yeniden seçilmesine karşı, bilcümle sol ve masonik mahfillerle birlikte A. Necdet Sezer’in seçilmesine oy vermişti. Ancak daha sonra Sezer’in katı tutumu karşısında kendisine oy veren bir kısım “yenilikçiler”, hayal kırıklığı içinde “Keşke elimiz kırılsaydı da oy vermeseydik!” diye hayıflanmışlardı. Bu durum karşısında, siyasî tarafgirlik ve ötekileştirmeyle Türkiye’yi kamplaştırıp kutuplaştırmasıyla daha da gerginliğe ve kaosa sürüklemesi karşısında, toplumun yüzde 50’sinin iktidardan nefret eder hale geldiğinden, ülkenin kemikleşip, kamplaşıp kutuplaşmasıyla yönetilemez hale geldiğinden yakınanlar, yine “Elim kırılsaydı da…’ deme noktasına gelirler mi?