"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sürecin başarısının şartı

Cevher İLHAN
31 Ekim 2014, Cuma
“Çözüm süreci”nin bir defa daha sekteye uğradığında herkes hemfikir. O denli ki “süreç”te ikinci-üçüncü aşamalar için şart koşulan dağdakilerin sınır dışına çıkması bir yana, Kobani olaylarında dağdakiler şehre inip çatışmalara katıldı.

Özellikle olaylarda Kandil’den gelen “silâhlı militanları Türkiye’ye geri gönderdik” açıklamaları, karmaşaya dönen “süreç”te yeniden başa dönüldüğünü gösteriyor. En son hükûmet sözcüsünün, “Sürece mecbur ve mahkûm değiliz” açıklamasına, HDP’nin “Öcalan’a sekreterya kurulmadan müzâkere ortamı oluşmaz” çıkışı, “AKP, süreci çoktan bitirmiştir” tepkisi ve “sürec”in bitirilebileceği” imâsı bunun sinyali. Özetle “çözüm süreci”, çözümsüzlükle karşı karşıya. Şüphesiz bunda bir dizi hatanın etkisi var; ancak “süreci” zora sokan çıkmazların başında, müzakerenin Öcalan-PKK ile yapılması geliyor. Oysa Markist ideoloji çevresinde kümelenen bir siyasî hareket olan “örgüt” ve Öcalan Kürtleri ve bölgeyi temsil edemiyor. Bunun dışında dindar/dine hürmetkâr büyük Kürt kitlesi var…

“KÜRTLER NÂMINA SÖZ SÖYLEYECEK…”

Bu noktada emperyalistlerin Osmanlıyı parçalayıp paylaşma plânlarını dayattığı dönemde, “Kürtler adına hareket”  iddiasıyla Ermeni Boğos Nubar Paşa ile Kürt Şerif Paşa arasında, (20 Aralık 1920’de) Paris’te Osmanlıdan koparılacak “bağımsız Kürdistan ve Ermenistan kurma muhtırası”na karşı, Bediüzzaman’ın tavrı dikkat çekici. “Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin (İslâm birliğinin) fedakâr ve cesur hizmetkâr ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî geleneklerine sadâkati hayatlarının gayesi bilmiş olan Kürtler” târifi fevkalâde ehemmiyetli. Said Nursî 7 Mart 1920 tarihli ve 8273 sayılı İkdam Gazetesine “Kürt efkâr-ı umûmiyesi (kamuoyu)” adına “sâdât-ı Berzenciyeden dâvâ vekili Ahmed Arif” ve “Hizan sâdât-ı kirâmından ihtiyat binbaşısı Muhammed Sıddık” gibi bölgede temâyüz etmiş Kürt temsilcileriyle birlikte “Kürdler ve Osmanlılık” başlıklı ortak bir tavzih gönderip, Kürtlerin kuvvetli dinî bağlılıklarını nazara veriyor. Kargaşa içinde Kürtlerin ırkî emellere, tefrika fitnesine âlet edilmesini önlemeye çalışıyor. Devamında Kürtlerin İslâmiyetin zararına olarak tarihî ve hayatî düşmanlarıyla anlaşma yapamayacaklarını, dine sıkı bağlılıklarının hilâfına ayrılıkçı emeller tâkip edemeyeceklerini bildirip, mâlum “muhtıra”yı şiddetle reddediyor. Muhtıranın maksadının Kürtleri Müslümanlıktan ve İslâm câmiasından ayırmak ve bir “millet-i tâbie (uydu kavim)” haline getirmek olduğunu” uyarıyor. Kürt millî vicdanının hissiyatına aykırı davranan kişileri tanımayacaklarını ilân ediyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 106-7) Doksan beş yıl önce, herhangi bir ırkın diğer Müslüman unsur aleyhinde menfi bir surette üstünlük hâsıl etmesini kabul etmediğini” belirten Bediüzzaman’ın, ayrılık maksadıyla hareket edenlerin “İslâmiyet nâm ve şerefi için beş yüz bin kişi fedâ eden, İslâm câmiasından ayrılmaya asla tahammülleri olmayan Kürtler ve Kürtlük nâmına söz söylemeye selâhiyettar olmadıkları”nı ilânı, bugüne de bakıyor. Ve “süreç”te topyekûn Kürtlerin ve gerçek temsilcilerinin muhatabiyetini gerektiriyor…  

MECLİS’LE MİLLETE MAL EDİLMELİ

Yine 17 Mart 1920 tarihli ve 461 sayılı Sebilürreşad mecmuasının, “Bu hususta en ziyade söz söylemek salâhiyetini hâiz bulunan ve Kürtlerin salâbet-i diniye (dini ciddiyet ve bağlılık), necâbet-i ırkiye (asalet) ve celâdet-i İslâmiyesini (İslâmî yiğitlik ve kahramanlığını) bihakkın temsil eden ve Dârülhikmeti’il-İslâmiye azâsından, Kürt eşraf ve mütehhayyızânından (itibarlı, nüfuzlu ileri gelenlerinden)” olarak tanıtılan Bediüzzaman’ın, “Kürtler ve İslâmiyet” makalesinde “Hakikî Kürtlerin kimseyi kendilerine vekil-i müdafi (savunma avukatı) olarak kabul etmediğini” yazması, günümüze ışık tutması açısından da kayda değer.  
Bu açıdan onun, “Eğer Kürtlerin serbestiyet-i inkişâfını (hak ve hürriyetlerle gelişme ve kalkınmasını) düşünmek lâzım gelirse bunu Boğos Nubar’la Şerif Paşa değil, devlet-i âliye düşünür” tasrihiyle, “Kürtlerin vekili onlar nâmına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir” tesbiti, tıkanan “çözüm süreci”nde yol gösterici olmalı. (a.g.e., 107-9)

“Sürec”in başarısı, Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, ülkenin bütününde umumî ahenk, birlik ve bütünlüğün muhâfazasındadır. “Hamiyet-i İslâmiye ile ahlâkın da tekemmül ve teâli etmesid Bunun için, “müzâkere” ve müsalahanın, silâhla ve terörle tehdit eden örgütlerle değil, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’le yürütülüp mutlaka millete mal edilmesi birinci şart. (a.g.e.,161)  Aksi halde, “süreç” yine milletin vicdanında mâkes bulmayacak; akamete uğrayıp sabote olacak, çözüme ve başarıya ulaşmayacaktır. Önceki denemelerde olduğu gibi…

Okunma Sayısı: 1655
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı