Sekiz şehidin verildiği İdlib’de bir hafta geçmeden beş şehidin daha verilmesi İdlib’i yeniden gündemde getirirken, Türkiye’yi Suriye bataklığına sürükleyen ufuksuz politikaların akıbetsizliğini ve siyasi iktidarın hâlâ içinden çıkamadığı çıkmazı ele veriyor.
Gerçek şu ki başta 17 bin Heyet Tahrir’üş Şam militanı olmak üzere IŞİD, El Nusra ve YPG’nin ana omurgasını teşkil ettiği Suriye Demokratik Güçleri (SGD) ile “vekâlet savaşı”nda Suriye ordusuyla ve birbirleriyle kıyasıya çatışan çoğu ecnebilerin taşeronu 30 bin ile 70 bin arasında teröristin olduğu bölgede Türkiye Suriye’den yine bir milyonu aşacağı belirtilen büyük bir göç dalgası ile karşı karşıya.
Ne var ki Mehmetçiğe kanlı saldırıların ve Türkiye askeri gözlem noktalarına bombalamaları bu “taahhütlü bölge”den gelmiş ve Türkiye Suriye ile savaş vartasına düşürülmüş.
Oysa Astana ve Soçi mutâbakatlarında Ankara’dakiler özellikle göç dalgasının önlenmesi için Suriye’nin kuzeyinde Fırat’ın batısında 30 km derinlikte silâhlı gruplarla sivil halkın ayırt edilmesi, terör gruplarının bölgeden tahliyesi ve temizlenmesiyle silâhlardan arındırılmış bir “çatışmasızlık bölgesi” kurulmasını taahhüt etmişlerdi.
SAVAŞIN EŞİĞİ
Girilen çıkmazda, “iktidara ilişik yorumcular” yine iktidarın vahim fiyaskolu politikalarını tevile çalışıyorlar.
Şu hale bakın; bir taraftan Astana ve Soçi mutâbakatlarında Suriye’de ateşkesin temini, iç savaşın sona erdirilmesi, barışı ve istikrar için BM’de ve uluslararası mercilerde “meşru Suriye hükûmeti” olarak kabul edilen Şam yönetimi ile bütün meşru muhalefetin katılacağı “siyasi çözüm” zemininin oluşturulmasının gereğinden bahsediliyor; diğer yandan ÖSO’ya maaş verilerek ve adına “Suriye Milli Ordusu” denilerek Suriye ordusu ile savaşmasına destek veriliyor.
Bir yandan Astana - Soçi ve Cenevre anlaşmalarında “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin sağlanması” sözü veriliyor; diğer taraftan ülkedeki petrol bölgelerini kontrolüne alan ve İsrail’in Suriye’ye ait Golan tepelerini işgalini tanıyan ABD ve diğer küresel emperyal güçlerin güdümündeki silâhlı maşa grupların, “büyük İsrail hegemonyası” uğruna ve bölgede İsrail karşısında hiçbir devletin kalmaması hesâbına Suriye ordusu ile çatışmasına, Suriye’yi mezhebi ve etnik iftiraklar üzerinden bölüp parçalama ifsadlarına arka çıkılıyor.
Düşülen vartada, Suriye ordusunun ilerlediği ve her an yeni bir saldırı haberinin geldiği İdlib’e konvoylarca askeri sevkıyatla silâh ve mühimmat takviyesiyle Türkiye yoğunluklu bir savaşın eşiğine itilmiş.
“İNTİKAM” VE “MİSİLLEMELER”LE AKIBETSİZLİK
Oysa Ankara’dakilerin, Türkiye’nin yanıbaşında en az otuz-kırk yıl süreceği söylenen bir kaosu ateşleyip Türkiye ile Suriye’ye kapıştıracak bir kargaşaya karşı tıkalı diplomatik yolların açılmasına çalışmaları; Rusya ve İran’la diyalog ve işbirliğiyle siyasi çözümün devreye sokulması için gayret göstermeleri lâzım.
Zira “Onlar bizden sekiz öldürdüler, biz onlardan altmış yedi öldürdük!” gibi hamasi söylemlerin, “intikamı alınacak!”, “misliyle mukabele edilecek!” lâflarının, kamuoyunun gazını almaya yönelik günübirlik taktik çıkışların, politik propagandaların, sonu gelmeyen “intikam” ve “misillemeler”in bir sonuç vermediği onca “misilleme” ve askeri harekâtların akıbetiyle ortada…