İktidar cephesinde “hayır” diyenlerin “terör örgütlerine destek”le suçlanması ve “15 Temmuz şehidleri ‘evetçi’, bomba yağdıran darbeciler ‘hayırcı’ tahkirli ithamlar devam ederken, Başbakan’ın “Tek adam diyorlar... Başka ne olacak! Elbet tek olacak…” ikrarıyla “tek adamlık” tartışmasında yeni bir noktaya gelindi.
Gerçek şu ki, Bediüzzaman, “cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adâlet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet (kuvvetin kanunda olması)” olarak târif ettiği Meşrutiyeti Şark’taki aşiretlere izâhta, istibdadı, “tahakküm, muâmele-i keyfiye (keyfi iş yapma ve dayatma), kuvvete istinad (dayanmak) ile cebir, rey-i vâhid (tek kişinin tercihi), sû-i istimâlâta (istismara) gâyet müsâit bir zemin, zulmün temeli, âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ve İslâmiyeti zehirlendiren” olarak takbih eder.
“Ve işlerde onlarla istişare et (Al-i İmran Suresi:159)” ve “Onların aralarındaki işleri istişare iledir. (Şura Suresi: 38)’ âyet-i kerîmelerinin tecellîsi” olarak Meşrutiyeti, hâkimiyet-i millet, umum akvâmın (milletlerin) sebeb-i saadeti, kuvvete bedel, hayatı hak, kalbi mârifet, lisânı muhabbet, aklı kânun, şahıs değil” târifinde “tek adamlığın” mâhiyetini açıklar. (Divan-ı Harb-i Örfi,69-72; Münâzarât, 22-3)
İNGİLİZ BELGELERİ’NDE…
Esasen Bediüzzaman, “Zaman-ı sâbıkta (geçmiş zamanda) revâtı-ı içtima (sosyal ilişkiler, bağlar) ve levâzım-ı taayyüş (yaşama için gerekli olan ihtiyaçlar) ve fevâdi-i medeniyet (medeniyetin faydaları) o kadar tekessür (çok) ve teşâub etmediğinden (şubelere, kollara, sınıflara ayrılmadığından), bazı kalil (az) adamların fikri devletin idâresine yarı kâfi idi. Amma bu zamanda revâbıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levâzım-ı taayyüş o kadar taaddüt etmiş ve semerât-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş (ilim ve sanatla değişikliğe uğramış) ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi) ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf (kılıç) ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr (fikir hürriyeti) o devleti taşıyabilir ve idâre ve terbiye edebilir” tesbitiyle, “eski halin artık muhal (imkânsız)” olduğunu beyân eder. Maddi ve mânevi kalkınmanın ancak Meclis –parlamenter demokratik sistemle- olabileceğini ders verir. (Eski Said Eserleri, Nutuk, 179)
İlginçtir, Bediüzzaman, İslâm adına Kur’ân’dan delillerle Meşrutiyeti alkışlayıp tasvip ederken, Osmanlı Başkenti İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Sir. E. Grey, Londra’ya Sir. G. Lowther’e yazdığı raporda -31 Temmuz 1908 tarihli, Belge: 204, sayfa no: 263- “tek kişilik hükümet” yerine Meşrutiyeti “tehlike” olarak niteler. (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s. 60-61)
Meşrutiyetin Osmanlı’da meydana getirdiği şevk, gayret ve heyecandan, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün milletlerin bir arada yaşama azmiyle okudukları “Bayrağımız şanımız / Osmanlı ünvânımız / Vatan bizim cânımız / Fedâ olsun kanımız!” mısralı “Zafer Neşidesi”nden endişelenir.
ECNEBİLERDE “DEMOKRASİ” ENDİŞESİ!
Bundandır ki, “Fakat şimdi Türkiye bir anayasa yapar, parlamento kurar (Meclis sistemi’ne geçer ve hükümet şeklini geliştirirse (demokratik cumhuriyete geçerse), Mısırlılar da bir anayasa isteyeceklerdir” haberini verip, “Bizim bu kuvvete (demokrasinin gelişmesine) karşı koymamız çok güç olacaktır” Meşrutiyetle demokratikleşme hareketinin Mısır’da etkisi inanılmayacak kadar büyük olacağını ve Hindistan’da da hissedileceğini iletir.
İngiliz diplomatın, Müslümanlarda yönetimin demokratikleşmesiyle Meclis’in hâkimiyetinden rahatsızlığını açıkça bildirmesi, aslında emperyallerin “tek adamlık idâre”yi istediklerinin itirafı olur.
“Şâyet Türkler, Anayasayı tam olarak ayakta tutar ve kendileri de kuvvetlenirse bunun sonuçları bizim şimdi göremeyeceğimiz kadar uzaklara gidebilir; şâyet Türkiye’de Anayasa iyi işler ve işler iyi giderse” diye İslâm âleminin demokratik idareye geçeceği derin kaygısıyla “önlem alınmasını” ister.
“Öncelikli önlem” olarak da, “Bizim mücadelemiz Türk halkının hisleriyle olacaktır. Bunu çok dikkatle ele alınacak bir konu olarak veriyorum” önerisiyle, Müslümanlar arasında Kur’ân temel esaslarının zıddına Meşrutiyetin, -demokrasi ve cumhuriyetin- İslâm’a aykırı olduğu ve hatta “küfür rejimi” olduğu telkin ve tezvirâtının yapılması önerisinde bulunur.
Bunun içindir ki, İslâm dünyasını istilâ edip sömüren sömürgeci küresel güçler, dünden bugüne Müslümanların temelde Kur’ân’ın emri olan “meşveret- demokrasi sistemi”negeçmesini istemezler.
İslâm ülkelerinin krallarla, otoriter rejimlerle yönetilmesini “dinin gereği” olarak propaganda ederler.
Ve daha da garibi, hep “tek adamlık yönetimler”i isterler. Peki neden?