Son süreçte fezlekelerle tetiklenen tartışmalarda bir dizi çarpıtma yapılıyor.
Ortaya çıkan itiraflarla “çözüm süreci”nde bir tek PKK terör örgütünü muhatap alıp müzâkerelerde bulunan AKP siyasi iktidarı, vahim yanlışlarının akıbetsizliğini başkalarına, muhalefete yüklemeye devam ediyor.
En son HDP Eş Başkanı’nın “Her görüşme, devletin ve hükümetin bilgisi, onayı ve ricâsıyla yapılmıştır. İmralı’dan sonra yine devlet ve hükümetin onayıyla Kandil’e gidiyorduk. Kandil’deki görüşmelerin sonuçlarını devlet ve hükümet heyetine döndüğümüzde aktarıyorduk. Devlet heyeti ise, bu bilgileri biz İmralı’ya gitmeden Öcalan’a götürüyordu. Dönemin Başbakanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan Kandil’den getireceğimiz mektubu heyecanla bekliyordu” ikrarıyla siyasi iktidar, siyaseti sadece “aracı” olarak kullandı. Kapalı kapılar arkasında İmralı’daki terörist başıyla ve Kandil ve Avrupa’daki terörist elebaşlarıyla yapılan müzâkereler Meclis’in ve siyasetin bilgisi dışında yapıldı.
O denli ki “Öcalan’ı batırdılar, oraya diri diri gömdüler” diye terörist başının tasasına düşen dönemin Başbakan Yardımcısı “İmralı’yla görüşme şartları olgunlaşmalı” diye konuştu.
İKTİDAR, HEP TERÖR ÖRGÜTÜNÜ MUHATAP ALDI!
Oysa başta Yeni Asya olmak üzere aklıselim çevreler, baştan beri “çözüm süreci”nin milletin, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in uhdesinde olması gerektiğini açıklıkla ikaz ettiler. İktidar partisi vekillerinin dahi olup bitenden, verilen taahhütlerden bilgisi olmadığı “süreç”in terör örgütü elebaşı ve aktörlerine ihalesinin fevkalade vahamete sebebiyet vereceğini belirttiler.
Meclis, milletvekilleri, demokratik siyaset bütünüyle dışlanarak sürecin “Öcalan-Erdoğan ikilisinin doğrudan ya da dolaylı -MİT elemanları, devlet görevlileri üzerinden- kapalı kapılar arkasından kotarılmasının fevkalâde sakıncalı ve akıbetsiz olduğuna dikkat çektiler.
Bediüzzaman’ın daha Meşrutiyet yıllarından itibaren gazetelere yazdığı makalelerden, Şark’ta aşiretlere verdiği “Meşrutiyet ve hürriyet dersleri”nden, İstanbul’daki hitap ve nutuklarından, mahkeme müdafaalarından te’lif ettiği risalelere ve lâhika mektuplarına kadar bütün beyân ve yazılarında milletin birliği ve bütünlüğü perspektifinde çözüm”ün ancak demokratikleşmeyle olabileceği defalarca nazara verildi.
Yine “Hakikî Kürtler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişi değil, Kürtlük namına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir” temel tesbitiyle çözüm sürecinin “terör örgütü”yle değil, siyasî zeminde Meclis’in uhdesinde hayata geçirilmesi gerçeği açıkça izâh edildi.
Ne var ki AKP siyasî iktidarının bir tek “terör örgütü”nü tek muhatap alarak, toplumda şiddeti tahrik eden kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı provokatif politikalarıyla aradaki uçurum daha da derinleşti.
“Terör ve savaş” ilânıyla “çatışma” ve “silâhlı mücadele” tehdit ve şantajları savuran PKK-KCK/Kandil’e karşı siyasi iktidarın “barış”, “birlik” ve “silâh bırak” çağrısı yapan HDP ve siyasete destek yerine, özellikle Demirtaş’ın “Seni başkan seçtirmeyeceğiz!” çıkışıyla bu parti hedef alındı. Siyasi iktidarın bölgeyi bir nevi örgüte “teslim” etmesiyle, terör örgütünün terör eylemlerini arttırması süreci tıkadı.
SİYASİ RANT HESAPLARINA KURBAN EDİLDİ
Sonuçta, terör örgütü başı ve elebaşlarına övgülerde bulunulurken, siyaset sürekli itibarsızlaştırıldı. Siyasi iktidarca, inadına terör örgütünün “muhatap” alınıp Meclis’in devre dışı bırakılması, diğer “açılımlar”da olduğu gibi “çözüm süreci”ni de siyasî amaçlara kurban ederek zehirledi.
Türkiye’nin her tarafından yüzde on üç oy alan HDP ve sivil toplum ekseninde demokratik “sivil siyaset”le “Kürt sorunu”nun demokratik zemine çekilmesinden rahatsız olan PKK/Kandil’in tahrik ettiği terör üzerinden siyasi rant devşirmesi sağlanan AKP iktidarının terör örgütünü muhatap almasıyla bile bile “çözüm” sabote edildi. Kamuoyunun desteğinden mahrum süreç akamete uğradı.
Oysa çözümün millete mal edilmesi için, demokrasinin en kâmil mânâsıyla inşa edilerek, hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi şarttı. Zira 100 yıllık “Kürt sorunu” aslında Türkiye’nin “demokrasi sorunu”dur. Sorunu çözemeyişinin temel sebebi, devletin demokratikleşememesidir. Darbelerle, ara dönemlerle, demokrasinin inkıtaa uğratılıp kelepçelenmesidir.
Çözüm için öncelikle sistemin demokratikleşmesi gerekiyor.