Bediüzzaman, İstanbul işgalinde Serbestî gazetesinin sahibi siyasetçi Mevlânzâde Rıfat’ın, “Ermenistan hükûmeti kuruluyor; filhakika Kuvay-ı Millîye var, ama ümit pek zayıf, onların Ermenistan kurmalarına karşılık, İmparatorluk dağıldığına göre biz de Kürdistan kuralım” mektubuna, devrin Bahriye Nâzırı Cakalı Hamdi Paşa ile Divân-ı Harb-i Örfî (Sıkıyönetim) Reisi Mustafa Paşa’nın şâhidliğiyle, “Rıfat Bey, Kürdistan teşkil etmek değil, Osmanlıyı ihya edelim; bunu kabul edersen canımı bile fedâ etmeye hazırım!” cevabını verir.
Keza mütârekenin acı günlerinde Kürt Teâli Cemiyeti Reisi Abdülkadir’in “Kürdistan kurma teklifi”ne mukabil, “Allah-û Zülcelâl Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ diye buyurmuştur. Ben bu beyân-ı İlâhî karşısında düşündüm, bu kavmin Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem!” diye karşı çıkar. Cemiyet üyelerini ayrılıkçı siyasî faaliyetlerden men eder. (Mülâkat, 38; Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 226-228; Eşref Edip, Risâle-i Nur Muarızı Yazarların İsnadları Hakkında İlmi Bir Tahlil, İstanbul, Sebilürreşâd Neşriyatı, 1965, s. 7, 21,65)
Yine bu hususta Eşref Edib Fergan’ın, “Bediüzzaman’ın Milis Alay Kumandanı olarak Büyük Harpteki mücadele ve yararlıklarına dair Genel Kurmayda Harp Tarihi Şubesi’ndeki dosyasına da bakılabilir” ifâdesi dikkat çekicidir.
“KÜRTLER, İSLÂM CÂMİASINDAN ASLA AYRILAMAZLAR”
Bu gerçek, Kürdistan Teâli Cemiyeti”nin 167 üyesini tek tek sıraladığı uzun listede Bediüzzaman’ın ismine rastlamayan Kürt tarihi ve Türkiye’nin yakın dönem siyasî tarihiyle ilgili çalışmalar yapan İsmail Göldaş’ın, “Said Nursî’nin Kürdistan fikri, Kürt hareketlerinin içinde olma düşüncesi yoktur” tesbitiyle de sabittir. (Kürdistan Teâli Cemiyeti, Doz yayınları, İstanbul, 1991)
Bu arada Kürt Şerif Paşa ile Ermeni Boğos Nubar Paşa’nın 20 Aralık 1920’de Paris’te Osmanlı’ya karşı ecnebilerin uhdesinde Kürdistan ve Ermenistan kurulmasına dair “muhtıra”yı şiddetle reddeder. 7 Mart 1920 tarihli ve 8273 sayılı İkdam Gazetesi’ne “Kürt efkâr-ı umûmiyesi” adına “Kürdler ve Osmanlılık” başlıklı tavzih gönderir. Kürtlerin ırkî emellerle tefrika fitnesine âlet edilmesini önlemeye çalışır. “Kürtler İslâm câmiasından ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, Kürtlük nâmına söz söylemeye selâhiyettar olmayan beş-on kişiden ibârettir” ifsadını nazara verir.
“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin (İslâm birliğinin) fedakâr ve cesur hizmetkâr ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî geleneklerine sadâkati hayatlarının gâyesi bilmiş olan Kürtler”in, millî vicdanına aykırı davranan kişileri tanımayacaklarını ilânla yegâne emellerinin dinî ve millî birlik ve bütünlüğün muhâfazası olduğunu belirtir. (Eski Said Dönemi Eserleri, 105-9)
“İslâmiyet nâm ve şerefi için beş yüz bin kişi fedâ eden Kürtlerin İslâm câmiasından ayrılmaya asla tahammüllerinin olmadığını”, dinî ve millî birlik ve bütünlük taraftarı olduklarını, Kürd aşiret reislerinin İstanbul’a çektikleri “bağlılık telgrafları”yla açıklar.
İFTİRAK, ECNEBİLERİN TEZGÂHI VE KIŞKIRTMASIDIR
Peşinden 17 Mart 1920’de 461 sayılı Sebilürreşâd’da yazdığı “Kürdler ve İslâmiyet” başlıklı makalede, bu “muhtıra”nın menhus maksadını deşifre eder. Fanatik Ermenilerin maksadının Kürtleri aldatmaktan başka birşey olmadığını, güdülen hedefin Kürtleri bir “millet-i tâbia (uydu kavim)” haline getirmek olduğunu ve aklı başında hiçbir Kürdün buna taraftar olamayacağını ifade eder; “Kürtlük dâvâsı pek mânâsız bir iddiadır; çünkü herşeyden evvel Müslümandırlar” diye Müslüman Kürtlerin ırkçı tahriklere gelmemeleri gerektiğini ikaz eder. (a.g.e. 107-110)
Ve aynı makalede, “Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürtler ecnebi himâyesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler” cümlesi ile, günümüzde “özerklik” denilen “muhtariyet”in maksadının Kürtleri ecnebi güdümü altına sokmak olduğu tesbitinde bulunur. İftirakla “Kürtleri Müslümanlıktan ayırma” oyununun ecnebilerin tezgâhı ve kışkırtması olduğuna dikkat çeker.
Özetle, hayatının başından sonuna kadar her vesileyle vatanın bölünmesini reddeden Bediüzzaman, Meşrûtiyet yıllarında gazetelerde neşrettiği makalelerden Şark’ta aşiretlere verdiği ve “Münâzarât” adlı eserinde topladığı “Meşrûtiyet ve hürriyet dersleri”ne, İstanbul’daki hitap ve nutuklarından, mahkeme müdafaalarından telif ettiği Risalelere ve Lâhika mektuplarına kadar bütün beyânlarında ve yazılarında vatanın ve milletin birliğini esas alır.
Kısacası, Bediüzzaman’ın hayatı ve fikirleri, vatanperverliğinin tescil belgesidir.