Mahalli seçimlerde adayların belirlenmesi hayhuyunda karambole gelen “Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” sorunu, Adalet Bakanı’nın yeni yılda yürürlüğe gireceğini açıkladığı “yeni yargı reformu stratejisi belgesi”nin vizyonuna ilişkin açıklamalarıyla yeniden tartışma konusu.
“Güven veren ve erişilebilir bir adâlet sistemi’nin, temel hak ve özgürlüklerin garantisi olduğu” -na dikkat çeken Bakan, “âdil, hızlı, etkin ve toplumun tüm fertlerine güven veren yargının saygınlığından, toplumun adâlet inancının yükseltilmesi hedefi”nden bahsediyor. (AA, 29.11.18)
Oysa Adalet eski bakanlarının, yüksek yargı temsilcilerinin ikrarıyla, yüzde 70’lerden yüzde 30’lara inen “yargıya güvensizlik” gittikçe derinleşiyor. Meclis eski Başkan’larının “Adalet saraylarını yaptık ama içini dolduramadık” yakınmasıyla, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” hükmünü esas alan “mahkemelerin bağımsızlığı”na dair “Anayasanın 138. maddesi ölmüştür” ikrarı ortada.
“HUKUK SİYASETİN CENDERESİNDE”
Özellikle yasamanın yanısıra yargının cumhurbaşkanına bağlanıp, “yargıda tasarruf yetkileri”yle, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, yüksek yargıya ve yargının kilit noktalara iktidar yanlılarını atamasıyla yargı tamamen siyasetin emrine sokulmuş.
AB, insan hakları enstitüleri ve BM araştırmalarında, adlî kurumlara müdahale, yargıya tehditler, hâkim, savcı ve avukatların sistematik cezâlandırılıp tasfiyesi, hukukî görüşlerini açıklayan hukukçuların “teröre destek”le suçlanıp sorgulanması, yargının bağımsızlığını tahrip etmiş. Prof. Kemal Gözler’in “Hukuk nereye gidiyor? Gözlemler ve Sorular” çalışmasında, “Hukuk burnunun üstüne kocaman bir yumruk yedi. Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüştü. Hâkimler, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline geldi. İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine onu tahkim eden bir unsur hâline dönüştü. Kısacası, hukuk, siyasetin ‘longa manus’u (siyasetin hukuka uzanmış eli) hâline geldi. Artık hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor; tersine siyasetin cenderesinde. Hâkimler ‘hukuk dışı faktörler’ altında” tesbiti, hukukun temel esaslarının çiğnendiği vartayı ele veriyor. (Türk Anayasa Hukuk Sitesi, 7.12.18)
Bu tesbitlerle, hiçbir hukukî izâhı olmayan uygulamalarla, iktidarın idarî işlemleri idarî yargı tarafından iptal edil(e)miyor, akademisyenler gözaltına alınıyor, yeniden seçilen milletvekilleri tutuklanıyor!
Prof. Adem Sözüer’in, “Kolluk, savcılık, mahkeme, Yargıtay’da bir zincir oluşturulmuş, adli sistem dışından bu zincire ‘belli kişilerin suçlu bulunması ve mahkûm edilmesi’ tâlimatı veriliyor. Bu zinciri oluşturan her halkada bulunan hâkim savcılar âdil bir yargılama değil, daha baştan suçlu olarak damgaladıkları kişiyi mahkûm etmek için hareket ediyor. Bu nedenle bu tür önceden kararı verilmiş yargılamalara ‘tünel bakışlı dava’ diyoruz. Tünelin başından sonuna kadarki her aşamada, yani soruşturma, kovuşturma ve temyiz evrelerinde tünelin sonundaki kişi hep suçlu görülüp mutlaka mahkûm edilecektir” tahlili yargının “tâlimatlandırılıp” siyasallaştırılmasını özetliyor.
YARGI İTİBARSIZLAŞTIRILIYOR...
Hulâsa, hukuku ve yasaları geriye doğru işletip daha evvel suç olmayanı “suç” sayan, sahte ihbarlarla, gizli istihbarat jurnalleriyle, “iltisak”-“irtibat”la, tek kelime ifâdeleri ve savunmaları bile alınmadan yüz binlerce kamu görevlisinin ihrâcıyla; mahkemede tâkipsizlik ve beraat kararı alanların dahi işlerine iâde edilmemesiyle; onbinlerce vatandaşın tutukluluğuyla hukuksuzluk ve mağduriyetler kalıcılaştırılıyor.
Adalet Bakanı’nın “Türkiye, hiçbir zaman uluslararası hukukun, mahkeme kararlarının ve iâde kararlarının üzerine yatan bir ülke olmamıştır” sözüne rağmen (İHA, 11.12.18), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına karşı “uymayacağız!” restiyle yargının itibarı sıfırlanıyor.
Ve yine seçim öncesinde “düşmanlaştırma” ve “ötekileştir-me”yle toplum kutuplaştırılırken, müdahalelerle yargıya güven bütünüyle yok ediyor.
Yargıya saygı, güven ve adâlet için, öncelikle hukuku ıskat edip yargıyı kelepçeleyen siyaset baskısının kalkması ve yargının “adli sistem dışı tâlimatlı zincir”den kurtulup bağımsızlaştırılması gerekiyor.