"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yürütmenin yargıya müdahalesiyle

Cevher İLHAN
07 Kasım 2018, Çarşamba
Eski Adalet bakanlarının, yüksek yargı temsilcilerinin ve iktidara mensup Meclis başkanlarının ikrarıyla, yüzde 70’lerden yüzde 30’lara inen ve gittikçe düşen “yargıya güven”in sıfırlandığı vartada Türkiye’nin yargı sorunu birçok yönüyle devam ediyor.

Adalet Bakanı’nın, en son “1 Ocak’tan itibaren vatandaşımız dâvâsını açtığında eline belgeyi vereceğiz. Dâvâyı 1 Ocak’ta açtıysa, 30 Haziran’da tamamlanacak gibi bir hedef süre vereceğiz. Bir dâvânın 200 günü ya da 100 günü aşmaması için hedef koyduk. Bu dâvâ 101. güne gelince hakkında teftiş başlayacak, notu düşecek, gerekirse hâkim eğitime alınacak” vaadi, “geciken adalet”in örtülü itirafı oluyor. (gazeteler, 6.8.18) 

Ama diğer konularda olduğu gibi, “dâvâ sürelerine hedef süre verilip kısaltılması” vaadinin yerine getirilmesi için alt yapının hazırlanmadığına dair ciddî endişeler var. 

İktidar partisi sözcülerinin, “Adalet saraylarını yaptık, binalarını yaptık, ama içini dolduramadık” ifâdesinin açığa çıkan haliyle, Avrupa’da bir hâkime yılda on dava düşerken, hâlen sekiz bine yakın hâkimin görev yaptığı Türkiye’de yılda bir hâkime yaklaşık bin dava düşmesi, hızla artan yargı yükünü ortaya koyuyor. 

YARGININ BAĞIMSIZLIĞI BERHAVA

Öncelikle, 15 Temmuz Hâdisesi’nin ardından OHAL KHK’larıyla başlatılan “tasfiye tsunamisi”nde gizli “istihbarat jurnalleri”yle sorgusuz - sualsiz mesleklerinden ihrâç edilen 4 bin 279 hâkim ve savcının ancak yüzde 4’ünün göreve iâdesi, Türkiye’de adaletin vaziyetini ortaya koyuyor. 

Aslında, Cumhurbaşkanı’nın AB’nin lokomotif ülkesi Almanya’ya yaptığı son ziyarette de yeniden vurgulandığı gibi, AB’nin Ankara’ya ilettiği ilerleme raporlarında Türkiye’den taleplerinin başında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı geliyor. Alman Başbakanı’nın “Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerle basın özgürlüğü ve hukuk konularında fikir ayrılıkları olduğunu” açıklaması bunun ifâdesi.

Zira Ankara, AB Müktesebatının Üstlenmesine İlişkin Ulusal Program’da ve AB mercilerine ilettiği Katılım Ortaklığı Belgelerinde taahhüd ettiği “siyasî kriterler” kapsamında Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerden kaynaklanan insan hakları, temel özgürlükler, ifâde ve basın özgürlüklerine dair yükümlülükleri yerine getirmiş değil. 

Keza AB hukuk örgütleri ile insan hakları enstitülerinin araştırmalarında ve BM Hâkimler ve Avukatlar Bağımsızlığı Özel Raportörüne sunulan raporda, Türkiye’de yargı bağımsızlığının “savcı ve hâkimlerin tasfiyesiyle ortadan kaldırıldığı”, hukukî itiraz ve görüş bildiren hukukçuların iktidarca “teröre destek”le suçlanıp sorgulandığı tesbitleri ortada. 

2010’dan bu yana sözde “reformlar”la savcı ve hâkimlerin bağımsızlığı azaltılıp, binlerce avukat, hâkim ve savcının cezâlandırılması; “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi”nde yargıya ve adlî kurumlara müdahale edilmesi; Cumhurbaşkanı’na verilen “yargıda tasarruf yetkileri”yle yüksek yargı ve Hâkimler Savcılar Kurulu atamalarıyla, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını berhava ediyor.  

“PARTİLİ HÂKİMLER”İN ATANMASIYLA… 

Dâvâların seyrine göre mahkeme başkanlarının, hâkimlerin ve savcıların dâvâlardan alınması, son dönemde mesleki yeteneklerine bakılmadan, kırk beş saniye süren mülâkatlarla 80 - 90 puan alan adayların elenip, hâkimlerin yüzde doksanının daha önce iktidar partisinde yöneticilik ve danışmanlık yapmış partililerden atanmasıyla “partili hâkimlik” garabetinin eklenmesi, yargının en temel ilkelerini yaralıyor. 

Bu arada, iddianâmesi yazılmayan, MİT raporlarıyla, aralarında 17 bini kadın, dört bini çocuk ve bine yakın bebek bulunan 70 bini aşkın vatandaşın uzun tutukluluklarla peşinen cezâlandırılmaları; ifâde ve savunmaları bile alınmadan yargısız infazla ihraç edilen 150 bin kamu görevlisinin ancak 3 bininin iâde edilmesi; tâkipsizlik kararı alanların ve beraat edenlerin görevlerine iâde edilmemesi;, haksızlık ve hukuksuzluğun vardığı vahameti ortaya koyuyor. , 

Özetle, ihraçların üzerinden aylar geçmesine rağmen hiçbir düzeltmenin yapılmaması, “herkesin suçluluğu ispat edilinceye suçsuz olduğu” ve “suçun şahsiliği” esaslarının çiğnenerek, daha önce suç olmayanın sonradan “suç” sayılması, yasaların geriye doğru işletilmesi; dahası, meselenin hukuk zemininden çıkıp “tamamen hissî, duygusal ve düşmanlığa dönüşmesi”, “geciken adâlet”le adâlete güvenin kaybolması, Türkiye’nin “derin adâlet sorunu”nu ortaya koyuyor.

Türkiye, her şeyden önce bu “derin adalet sorunu”nu çözmeli…

Okunma Sayısı: 2737
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı