Oruç, Allah’ın emridir. O emrettiği için oruç tutarız. İnsandaki benlik duygusu, bu emri yerine getirme ve uyma ile yok olur. Mevlânâ’dan ve Bediüzzaman Said Nursî’den nakledilir ki, nefsi terbiye eden, dizginleyen ancak oruçtur. Oruçla nefis Allah’ın Rablığını, Rububiyetini kabul etmektedir.
Hadis-i Kutside vardır. Müslim’de nakledilir. "Cenâb-ı Hak orucun sevabını Ben vereceğim." buyurmaktadır. Çünki nefsi terbiye eden dört şey: açlık, susuzluk, yalnızlık ve uykusuzluktur. Ramazan-ı Şerifte en zengininden en fakirine kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil. Asıl mal sahibi değil. İnsan yaratılmıştır, mahlûktur. İbadet için yaratılmış bir kuldur. Emrolunmazsa, müsaade edilmezse, izin verilmezse; elini suya dahi uzatamaz. Bu şekilde nefsin hayali rububiyeti, enenin rablık iddiası kırılır. Kul olduğunu hatırlar. Emirleri uygular. Cenâb-ı Hakk'ın Rububiyeti, kâinattaki icraatları, yaptıkları işlerle anlaşılmış olur. Dünyanın topaç gibi döndürülmesi idrak edilir.
Rabbimiz daima bizlere merhametli ve şefkatli davranmaktadır. Dünyada ayrım yapmamaktadır. Perde arkasında büyük icraatlar yapmaktadır. Yeryüzünü insanlara beşik yapmıştır. Oradan hesapsız nimetler sunar. Bizleri Dünyayla beraber uçak gibi kâinatta dolaştırmaktadır. Güneş lambamızdır. İşte Rububiyet vasfı insanın ebedî, daimî olmasını ister. Ezelî ceza ve mükâfat. Elbette daimî saltanat ve Rububiyet sermedi bir ahireti iktiza eder. İşte ahireti hak etmenin, kazanmanın yeri, zamanı Ramazan ve oruçtur. Ne mutlu o insanlara ki rahmet ayı Ramazanını gereği gibi değerlendirir.