Aşık Veysel’in başından geçen bir olay vardır. Bilirsiniz biliyorum, ama yine de hatırlatmak isterim.
Şöyle: Aşık Veysel genç yaştadır. Evlendiği hanımı ile aralarındaki anlaşmazlık sonucu, genç kadın evden kaçmaya karar verir.
Kadın, gecenin geç saatlerinde, sessizce kalkar, bohçasını, pılını-pırtısını toplar, papuçlarını giyer ve ardına bakmadan gecenin sessizliği içinde kaybolur.
Gideceği yer bellidir aslında, zira başkasının evine kaçacaktır. Ancak bir yağmur bastırır ki, bardaktan boşanırcasına... Bir yandan ıslanır, bir yandan da ayağındaki lastiğin içinde bir şeyin ayağını rahatsız ettiğini fark eder. Çünkü hızlı koşmasına engeldir o şey.
Lastiğin içindeki o şeyi çıkartmaya karar verir ve bir ağacın dibinde kısa bir mola verir. Lastiği ayağından çıkarır ki o da ne? Gördüklerine inanamaz. Zira, Aşık Veysel bütün parasını bir keseciğe koymuş ve o kara lastiğin içine yerleştirmiş. Meğer Veysel, hanımının kaçacağını hissedip, sahip olduğu herşeyi o lastiğin içine bırakmıştır.
Ayrıca, para ile birlikte bir not vardır.
Şöyle yazar: “Al bu para ananın ak sütü gibi helâl olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme.
Bir de; güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa...”
*
Veysel, burada hem hanımını bağışlamış, hem ayrılığı kabullenmiş oluyor. Dahası; hanımını “yaban el”de ezdirmemek için bir manada sahip çıkıyor.
Aynı zamanda; hasretliği içine sindirmiş ve “görebilmeyi” başarabilmiş bir insan olarak, daha sonra şu satırlar türkü olarak dilinde harmanlanıyor ve bize kadar geliyor:
“Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmaza
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa.
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz âleme
Aşklarda meşk olmasa.
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikri başka başk’olmasa.
Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa.
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa.”
*
Günümüzde kadın-erkek ilişkilerinin sorunları ekranlardan tartışılıyor.
Yanı sıra, her yıl boşanma sayılarındaki artıştan söz ediliyor. Dahası evlenip, çocuk sahibi olan ve başka birine kaçan sorunlu evliliklerin televizyon ekranlarında nasıl da seksen milyon insanın önünde “çemkirdikleri”ni görebiliyoruz.
Sorunlu evliliklerin temel yapısına baktığımızda kuşku yok ki, psikolojik, biyolojik ve ekonomik farklılıklar olduğunu görebiliyoruz. Hatta, yanlış temeller üzerine oturtulan evliliklerin bu gün sosyal bir faciaya dönüştüğünü birebir şahit oluyoruz.
Ekranlardaki tartışmalarda, “evlilik” kurumunun ciddiyetinin nasıl da ayaklar altına alındığını dehşet içinde izliyoruz. Kadın-erkek ilişkileri bu kadar ucuz olmamalı, evlilik gibi çok değerli bir müeseseseyi ayaklar altına almaya kimsenin hakkı ve hukuku olamaz.
Ne asalet kaldı, ne de ciddiyet.
*
Halbuki toplumun küçük kaleleri olan ve kadın-erkek ilişkilerinin en temel noktası, tek dayanağı, aile hayatıdır.
Bu aile hayatının mihengi de; samimi ve ciddî aynı zamanda vefa, hürmet, şefkat, fedakârlık ve merhamettir.
Bu hakikî hürmet ve samimî merhametin kaynağına bakalım:
- Ebedî bir arkadaşlık
- Daimî bir refakat
- Sermedi bir beraberlik...
Kadın-erkek ilişkilerinde ise; pederane, ferzandane, kardeşane ve arkadaşane münasebet bulunmak lâzım ki, bulunduğu hanesini ebedî Cennete çevirebilsin.
Eşler aralarında, “Ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise zararı yok. Çünkü ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım” (Lem’alar) demeli ve hanımına güzel bir “huri” gibi muhabbet, şefkat ve merhametle yaklaşmalı.
*
Yoksa kısacık bir hayatta geçici ilişkiler, ebedî bir ayrılığı beraberinde getiriyor. Zaten menfaat üzerine kurulu ilişkiler her zaman kısa ve telâfisi mümkün olmayan zayiatlar meydana getiriyor. O hürmet ve merhameti mağlûp ederek, dünya Cennetini Cehenneme çeviriyor.
*
Rabbim, ebedî saadetin anahtarını açan aile hayatımızı, istikametten ayırmasın.