Medeniyet Söyleşilerimiz okullarda özellikle imam hatiplerde devam ediyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın desteği ile sürdürülen program bu hafta sonu nihayet buluyor.
“Medeniyet” kelimesi kimi ülkelere göre, kültürle eş değer bir mana kazanır.
Kültür ise her medeni toplumun kullandığı dildir. Bu diller farklı ülkelerde farklı dillerde tezahür eder.
Medeniyet ise kültürün bir üst rütbesidir diyebiliriz.
Yani insanı, fikrî, ahlâkî ve ruhça yükseltebilen ve kontrol altına alabilen bir kolektif araçların tamamı. Bunun içine, güzel sanatlar, felsefe ve hukuk da girer.
Biliyorum, daha yazının başında ahkâm kesmeye başladım. Ama ne çare, kalem durmuyor.
…
Cemil Meriç’e göre; “medeniyet” kelimesini sosyologlar ve antropologlar pek kullanmaz.
Çünkü onlara göre, ruh madde ile, gönül akıl ile, kavramlarla varlıklar arasında ikilik kurulamaz. Peki ne kullanır? Medeniyet yerine “kültür” kelimesini kullanmayı tercih ederler.
Yani “medeniyet” kelimesi kimine göre mevhum… Sosyoloji ile ilgilenenlere göre, bütün dünyada, bir kısım kelimelerin izafi değerleri vardır.
Meriç, bu iki kavramın yani medeniyet ve kültürün, “Medeniyet kelimesi aralarında yakınlık bulunan veya ortak bir kaynaktan gelen millî kültürler bütününü belirtmek için kullanılmalıdır” der.
…
Esasen “medeniyet” kelimesi Bediüzzaman Hazretleri’nin eserlerinde de sıkça geçer.
Zaten, Risale-i Nur Lügatçesine baktığımızda “medeniyet” şu şekilde gibi tasavvur edilir:
“Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşayış, şehirlilik, yaşayışta içtimaî münasebetlerde, ilim ve fen ve san’atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hali, İslâmiyetin emirlerine göre usûlî dairesinde yaşayış…”
Tarif ortada… Zaten o devirlerde Avrupalılar, “medeniyet” deyince, sadece en mükemmel ve ezelî kabul ettikleri Batı Medeniyetini kabul ederler… Bediüzzaman ise bu kelimeyi aynen bu manada kullanır.
Şu satırlara bir bakalım:
“Fısk çamuru ile mülevves olan medeniyet (yani Batı medeniyeti) insanları da çamur ile telvis ediyor. Ezcümle riyaya şan ve şeref namını vermiş, insanları da o pis ahlâka sevk ediyor.”
Yani Bediüzzaman’ın medeniyet tariflerinden bir tanesi de budur.
…
Üstad’a göre medeniyet, marifet, san’at ve ticaret sahaları üzerine kurulmuştur. Yine de İslâm medeniyeti ile Batı medeniyeti arasında mukayese de yapar Bediüzzaman… Bunu eserlerinde tekrar tekrar ele alır.
Buna göre, “beşer dehasından çıkan ve felsefeye dayanan Batı Medeniyeti ile Vahyi İlâhi’den gelen İslâm medeniyeti, temel prensiplerde barışmaz.
Batı medeniyetin çarkını işleten beş temel prensip şudur:
-Nokta/i istinad
-Hedef
-Düstur-u Hayat
-Cemaatlerin rabıtası
-Semeratı (gayesi, elde ettiği sonuçlar)
Yine Batı medeniyetinin:
-Noktai istinatı: Kuvvettir.
-Hedefi: menfaattir.
-Düstur/u Hayatı: Cidaldir… Yani mücadeledir.
-Cemaatlerin rabıtası: unsuriyet, menfi milliyetçilik.
-Semeratı: Hevesat-ı nefsiyeyi tatmin, hacat-ı beşeriyeyi tezyid ve teshildir (kolaylaştırmak).
…
Son söz:
Medeniyetin şe’ni ahlâkî esaslara oturmalı. Bediüzzaman, insana mutluluk getirecek olan medeniyetin mutlaka ahlâk ve hüda esaslarına oturtulması gerektiğinde ısrar eder:
“Kalb-i insaniden hürmet ve merhamet çıksa akıl ve zekâvet o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” (Şuâlar)