"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

1. Dünya savaşından çıkan dostluk

21 Eylül 2013, Cumartesi
Avustralyalıların Osmanlılarla ilk teması Birinci Dünya Savaşı sırasında olmuştu. Gelibolu’da iki taraf da birbirinden çok fazla asker öldürmesine rağmen, savaş Türklerle Avustralyalılar arasında ezelî düşmanlık yerine samimÎ dostluklar başlatmıştı. Yaralanarak esir düşen ANZAC askerlerinin hastanelerdeki tedavileri sırasında başlayan dostluklar, savaştan sonra karşılıklı ziyaretlerle pekişmişti.

 Avustralya kıt’asında ilk dikkatimizi çeken şey mavilikler kadar sonsuz gibi görünen uçsuz bucaksız sahralar oldu. Sonra enginli yüksekli dağları, sarp yamaçları ve sivri tepeleri gördük. Onların, kâinattan Hâlıkını soran seyyaha dedikleri ‘Sayfalarımızı oku’ hitabını duyar gibi olunca uzun süre dağları, sahraları, ovaları, gölleri, nehirleri, tefekkür ve temâşâ ettik.
Orada envaî çeşit eşcar ve nebatatla dolu yepyeni bir dünya vardı ve onlar da Âyetü’l-Kübra’da dedikleri gibi ‘Gel, dairemize gir, gez ve yazılarımızı oku’ diyorlardı. Onların dediklerini de aynen yapmaya çalıştık.
Uçak inişe geçmek için irtifa kaybetmeye başlamış olmalı ki, bir bahar bahçesi şeklinde tahayyül ettik gördüğümüz yerleri. Hayvanlar, kuşlar, böcekler ve sair canlılar, bütün nevileri, türleri, taifeleri ile oradaydılar. Hepsi, âdetâ hususî lisan-ı hâlleri ile ‘Buyurun’ diyorlardı.
Bu renkli, âhenkli âlemin cazip dâvetine icabet edeceğimiz sırada yolculara yerlerine oturma, kemerlerini bağlama, masalarını kapalı duruma getirme anonsları yapıldı ve hissen de, fiilen de iniş hazırlıkları başladı. 
Gökyüzünde bir gün işte böyle geçti.
***
Avustralya.
Yani bilinmeyen topraklar.
On yedinci yüzyılın başlarında kıt’ayı keşfeden Hollandalılar, geldikleri bu meçhul yer hakkında mezkûr ifadeyi yazmışlardı seyahatnamelerine. Araştırmışlar, incelemişler ve büyük, ama verimsiz topraklar olduğu kanaatine vardıklarından fazla ilgi göstermemişlerdi.
Hollandalıların kendi ülkelerinin adı ile andıkları kıt’aya daha sonra değişik Avrupa milletlerine mensup denizciler, maceracılar, sömürgeciler, kâşifler, seyyahlar ve benzeri sıfatlar taşıyan gruplar gelip gitmeye başlamışlardı. Yeryüzünün sonu sayılan kıt’a, on sekizinci asrın sonlarına doğru gelen İngilizler için de bilinmeyen topraklardı.
Onlar da ilk zamanlar aradıklarını bulamamışlardı, fakat terk etmek yerine keşfetme cihetine gitmişlerdi. Arkadan gelenler, burayı açık hapishane olarak kullanmaya karar vermişler ve Britanya hapishanelerini dolduran azılı mahkûmları gemilerle getirip bilinmeyen topraklara salıvermişlerdi.
Hâlbuki eski dünya tabir edilen kıt’alarda yaşayanlar bilmedikleri için ‘bilinmeyen topraklar’ adını verseler de bu toprakları bilen, buralarda doğup büyüyen, vatan addeden ve gerektiğinde uğrunda ölecek kadar seven insanlar vardı. Hem de oralarda kırk bin yıllık geçmişinin olduğu tahmin edilen insanlar.
Aborjinler...
Azgın İngiliz mahkûmları ve zalim sömürge avcıları, zulüm ve ölüm getirmişlerdi uzaklardan, bilinmeyen diyarlardan gelenleri merak eden yerli halka. Onlar, daha gelenlerin kim olduğunu, ne maksatla geldiklerini anlayamadan Covincink, Tasmanya, Fermonte, Vaterlo katliâmları ile yarıdan fazlası katledilmiş, kalanlar esir edilip köleleştirilmek istenmişti.
Köleliği kabul etmeyip kıt’anın içlerine doğru kaçanların çoğu salgın hastalıklar, vahşi hayvanların saldırıları, kıtlık, açlık yüzünden kırılmış, hasbelkader sağ kalanların büyük ekseriyeti de balta girmemiş ormanlarda ve uçsuz bucaksız çöllerde, ıssız sahralarda kaybolup gitmişlerdi.
Hint Okyanusu ile Büyük Okyanusun arasında yer alan kıt’anın güneydoğu kıyılarını işgal ederek yerleşim merkezleri kuran İngilizler, 1788 yılı başında İngiltere’den bin kadar aile getirip yerleştirmişlerdi. Ardından da bilinmeyen toprakları keşfedip Britanya’nın kolonisi hâline getirmek için iç kesimlere doğru keşif, işgal ve istilâ seferleri yaparak kıt’ayla hâkim olmuşlardı.
Batı medeniyetine mensup siyaset adamlarının ve menfaat avcılarının tıynetinde vardı katletmek. Amerika’nın keşfinden sonra, Avrupa’dan gidip oralara yerleşenler de aynı şekilde Kızılderili tabir edilen yerli halkı katletmişler nice soyların tükenmesine, nesillerinin kesilmesine sebep olmuşlardı.

MÜSLÜMAN ABORJİN, MÜSLÜMAN KIZILDERİLİ!
Şayet İslâm orduları, Eski Dünya tabir edilen Asya, Afrika, Avrupa kıt’alarına fetih seferleri yaparken İslâm denizcileri ve kâşifleri de keşif seferleri yapıp Amerika’yı, Avustralya’yı keşfetseler ve Yeni Dünya diye adlandırılan kıt’alara Hıristiyanlardan önce gitmiş olsalardı. Şimdi Amerika’da Müslüman Kızılderili, Avustralya’da da Müslüman Aborjin milletleri ve devletleri olurdu.
Çünkü Müslümanlar, fethettikleri kıt’alarda veya keşfettikleri Malaya, Açe gibi yerlerdeki halkı katletmek yerine onlara Hakkı tebliğ etme cihetine gitmişler; İslâmiyeti kabul edenleri kardeş sayıp bağırlarına basmışlar, etmeyenleri vatandaş addedip korumuşlardı. Eğer öyle olmasaydı, şimdi Afrika’da Kıpti, Bedevi, Endülüs’te İspanyol, Portekizli, Anadolu’da Rum, Ermeni, Balkanlarda Sırp, Bulgar, Hırvat, Asya’da Türk, Slav, Hintli bulmak mümkün olmazdı.
Hülâsa Müslümanlar, Yeni Dünyaya gelmekte çok geç kalmışlardı.     
Avustralya’ya ilk gelen Müslümanlar, onuncu yüzyıl civarında Arap tüccarlar olmuştu. Sonraki asırlarda onları Malayalı balıkçılar takip etmişti. Fakat onlar gelip gittiklerinden oralarda kalıcı İslâmî izler bırakamamışlardı.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarından sonra taşımacılık yapmak maksadıyla gelen Afgan deveciler yerleştikleri için Müslüman cemaatler teşekkül etmişti. Zamanla onlara oraya göç eden Hintli, Çinli Müslümanlar da iştirak edince Avustralya’da dernekler kurup camiler yapacak kadar güçlenmişlerdi.

OSMANLI’NIN AVUSTRALYALILARLA TANIŞMASI
Avustralyalıların Osmanlılarla ilk teması Birinci Dünya Savaşı sırasında olmuştu. Osmanlılarla savaşan İngilizlerin isteği üzerine Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerî güçlerin toplanması ile teşekkül eden ANZAC birlikleri önce Mısır’a nakledilmişler, oradan da Çanakkale’ye getirilerek cepheye sürülmüşlerdi.
Gelibolu’da iki taraf da birbirinden çok fazla asker öldürmesine rağmen, savaş Türklerle Avustralyalılar arasında ezelî düşmanlık yerine samimî dostluklar başlatmıştı. Yaralanarak esir düşen ANZAC askerlerinin hastanelerdeki tedavileri sırasında başlayan dostluklar, savaştan sonra karşılıklı ziyaretlerle pekişmişti.
Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra Yunanistan’da, On İki Adalar’da, Bulgaristan’da, Kıbrıs’ta ve sair Balkan topraklarında yaşayan pek çok Türk Avustralya’ya göçünce bu yeni kıt’adaki Türklerin sayısı da hızla artmış ve onlarla birlikte İslâmî merkezlerinin gücü ve camilerin, okulların sayısı da artmıştı.
Avustralya hükümetinin işçi talebine ekseriyetle İslâm ülkeleri ilgi gösterdiği, gelen işçiler de işlerini aksatmadan ibadetlerini yapma hassasiyeti gösterdikleri için Müslüman milletler yaptırdıkları camilerle, fikir grupları ve cemaatler de hizmet merkezleri sayesinde birliklerini bütünlüklerini korumuşlardı.

NUR TALEBELERİNİN GELİŞİ
Nur Talebeleri de Avustralya’ya ilk defa, altmışlı yılların sonlarında başlayan işçi kafileleri ile gelmişlerdi. Yol uzun ve meşakkatli olduğu için yanlarında ancak zarurî eşyalarını alabildikleri hâlde, onlar ‘ekmek gibi, su gibi ihtiyaç hissettikleri’ Risale-i Nurları getirmeyi ihmal etmemişlerdi. Risale-i Nurlar sayesinde tanışan İsmet, Refik, Hüseyin, Ruşen gibi Nur Talebeleri, haftanın muayyen günlerinde münavebeli olarak evlerinde ders yapmak suretiyle Nur hizmetini fiilen başlatmışlardı.
Melbourne şehrinde, maddî ve manevî yönden çok zor şartlarda yapılan dersler sayesinde güçlenen Nurcular, müracaat etmeleri üzerine mahalli idare tarafından kendilerine tahsis edilen barakalarda, kilise salonunda, cami odalarında yıllarca ders yaptıktan sonra 1975 yılında ilk dershanesini açmışlardı.
 Zamanla keyfiyet, kemiyet ve maddî imkân itibariyle güçlenen Nur Talebeleri cami, dershane, kütüphane, alış veriş merkezi, konferans salonu, spor tesisi gibi müştemilattan müteşekkil müstakil hizmet merkezleri açmışlar; oralarda hanımlar, gençler ve çocuklar için de salonlar yapıp dersler ihdas etmişlerdi.
Bu sayede hem cemaat mensuplarının her birine hizmet içinde vazife vererek onları atıl kalma, bir kenara itilme hissinden kurtarmışlar hem yeni nesillerini Avustralya gençliğinin en büyük problemi olan uyuşturucu, alkol gibi zararlı alışkanlıklardan uzak tutmuşlar, hem de Nur hizmetinin hızlı intişarına zemin hazırlamışlardı.
 
Devam edecek
 
İSLÂM YAŞAR
Okunma Sayısı: 1901
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı