"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

12 Eylül’ün zemini, 12 Mart muhtırasıyla hazırlandı

30 Eylül 2015, Çarşamba
Esat Kıratlıoğlu: 12 Mart muhtırasıyla aslında 12 Eylül’e zemin hazırlandı. Muhtıradan sonra ara dönem hükÜmetleriyle enflasyon aldı yürüdü, birtakım huzursuzluklar başladı. 12 mart’ın mağduru olduğumuz halde seçimi de kaybettik.

12 MART’IN “GEREKÇESİ”, TAM 27 MAYIS GİBİ

12 Mart 1971 öncesi nasıl bir ortam vardı? Bahanesi, perde arkasındaki asıl sâik ne idi?

12 Mart muhtırasının – ihtilâlinin temelinde yatan unsur, yine 1960 İhtilâli’ndeki hadisedir.

Menderes, 1959’da Amerika’ya gitti ve 300 milyon dolar istedi. Dwight David Eisenhower Başkandı. Menderes, “Türkiye bir tarım ülkesi. Ama bir tarım ülkesi olarak kalkınması mümkün değil. Türkiye’yi sanayi ülkesi haline getirmek istiyorum ve sanayileşmeye girmek istiyorum. Bu sanayileşmenin içinde şu anda ihtiyacım olan şu anda –o zamanın parasıyla- 300 milyon dolar.” Eisenhower’in cevabı, “Yanlış hareket ediyorsunuz, siz bir tarım ülkesisiniz, sanayileşme size olmaz. Tarım ülkesi olarak gelişmeye devam edin ve tarım ülkesi olarak kalkının” olmuş…

Bunun üzerine Menderes kalkıp gelmiş, ondan sonra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Almanya’ya gider. O zaman  Almanya Başbakanı Profesör Ludwig Erhard’la görüşüp, aynı teklifi yaptı. Sanki Menderes’le konuşmuş gibi, -belki de konuşmuşlar- aynı cevabı verir. Bunu Rahmetli Zorlu’nun hâtıratında okudum; “Ren Nehri üzerinde dolaşıyoruz, fevkalâde büyük bir izzet, ikram ve iltifat var. O zaman Menderes, ‘Sayın Başbakan, sizden 300 milyon dolar istiyorum. Türkiye’nin sanayileşmesi lâzım. Tarım ülkesiyiz, tarım ülkesi olarak kalkınmamız mümkün değil’ demiş. Erhard’ın ‘Siz tarım ülkesi olarak kalkınmayı deneyin, sanayileşmek sizin için çok erken, ileride olur…’ cevabı üzerine Menderes masaya yumruğunu vurur. Ve Erhard’ın elini bile sıkmadan ayağa kalkar, ‘Kalk Zorlu!’ deyip “Beni en yakın iskelede indirin!’ der ve Almanya’dan ayrılırlar…

Türkiye’ye gelir gelmez Rusya ile temasa geçer. 1960 yılı 15-16’sında Rusya’ya gidecek ve Rusya ile bu meseleleri görüşecekti. İşte o arada 27 Mayıs olur ve Rusya ile görüşmesine fırsat verilmez. Çünkü Batılılar “NATO ülkesi, nasıl Rusya ile görüşür” diye karşı çıkarlar.

Aynen bunun gibi Türkiye’de 12 Mart öncesi bir “afyon meselesi” var. Amerikalılar Türkiye’ye “afyon ekimini yasaklayın” dedi.  Demirel, “Amerika’ya, Avrupa’ya zehir olarak giden afyon bizden gitmiyor ki, Hindistan’dan gidiyor, Pakistan’dan gidiyor, İran’dan gidiyor; afyon bizde bir zehir olarak üretilmez, bizim ülkenin geçim kaynağı; zehir olarak değil gıda olarak üretilir. Benim bir ilimin adı Afyon’dur” diye buna karşı çıktı.

Türkiye’de Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik Tesisleri, İzmir Aliağa Rafinerisi, Karadeniz Bakır İşletmeleri Rus sermayesi marifetiyle yapıldı. Bu afyon meselesi de böyle olunca Rus sermayesi ile Türkiye fevkalâde yakınlık içerisinde olunca, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’de hükûmetin kendisine yakın durmadığı, Rusya’yla yakınlaşma durumunu bir “tehlike” olarak gördü; ve 12 Mart 1971 İhtilâli oldu. Aynen 27 Mayıs ihtilâlinde olduğu gibi…

12 MART’IN TAHRİBATIYLA 12 EYLÜL’E ORTAM OLUŞTURULDU

12 Mart’tan 12 Eylül darbesine nasıl gelindi? Adalet Partisi ve Demirel hangi haksız ithamlara mâruz kaldı? 

12 Mart Muhtırasıyla aslında 12 Eylül’e zemin hazırlandı. Muhtıradan sonra ara dönem hükûmetleriyle enflasyon aldı yürüdü, bir takım huzursuzluklar başladı. Bu arada Meclis kapatılmadığı ve hükûmetlere Adalet Partisi olarak bakan verdiğimiz için, vatandaş yanıltılarak sanki suç bizimmiş gibi oy vermedi. Bundandır ki, 12 Mart Muhtırasına mâruz kaldığımız ve mağduru olduğumuz halde 1973 yılındaki seçimde büyük bir mağlûbiyet aldık. Milletvekili sayımız çok düştü ve yüzde 27 oy oranına indik…

Yüzde 50’lerdeki partinin oyunun yüzde 27’ye düşmesinin sebebinin birincisi; hükümet içerisindeki parti olarak, o günkü enflasyon şartlarından bizim de sorumlu tutulmamız. İkincisi; 1960 yılında Saadettin Bilgiç ve arkadaşları Süleyman Bey’e giderek -sanki bir başka partiymiş gibi- diyorlar ki, “Bize on bir bakanlık vereceksin. Aksi takdirde kırmızı oy vereceğiz.”  Bu on bir bakanlığın adı da bakanlıklara gelecek adamların adı da belli.

Tabi Süleyman Bey bunu hoş karşılamadı ve reddetti. Bunun üzerine bu 72 kişi muhtıra verdi. Ama bütçe geliyor. Eğer hükümetin bütçesi reddedilirse, hükümet istifa eder. Meclis’te bütçe görüşmeleri, konuşmaları yapılırken bunlar Demirel’e pusula gönderiyorlar; “içeride toplantı halindeyiz, on bir kişilik bakanlık kontenjanını bize tanımazsanız red oyu vereceğiz, sizi düşüreceğiz” diye. Süleyman Bey, bu notun altına, ‘kabul edilmemiştir’ yazıp gönderiyor.

Neticede bu 72 kişiden 41’i red oyu verdi, “41’ler hâdisesi” olarak yakın siyasî tarihe geçti ve hükümet düştü. Ayrılan bu 41 kişi Demokratik Parti’yi kurdular. Biz tekrar Büyük Birlik Partisi’nin desteğiyle -5 milletvekilleri vardı Meclis’te- hükümeti kurduk. Bu hükümet 12 Mart 1971’e kadar geldi. 1973 seçimlerine Demokratik Parti adıyla bu 41’ler girdiler… 

“YETER Kİ ADALET PARTİSİ SEÇİMLERİ KAZANMASIN” DİYE…

Ayrıca çok mühim bir hadise daha oldu. 12 Mart’ta Anayasa Mahkemesi Necmettin Erbakan’ın Millî Nizam Partisi’ni kapattı. Erbakan tek başına milletvekiliydi. Ve beni tevkif edecekler diye İsviçre’ye gitti, 6 ay gelmedi. İç Tüzüğe göre bir milletvekili bir ay müddetle Parlamentoya devam etmezse milletvekilliği düşmüş sayılır. Ama hastaneden rapor gönderiyordu devamlı. İşte o arada ihtilâl konseyi üyelerinden Muhsin Batur, Erbakan’a haber gönderdi. “Türkiye’ye gel, sana parti kurma müsaadesi vereceğiz” diye. Yeter ki Adalet Partisi seçimleri kazanamasın. Ve Erbakan Türkiye’ye gelip Süleyman Arif Emre’nin Milli Selamet Partisi isimli partisinin başına geçti.

Halbuki, Anayasa’da madde var; “Bir partinin kapatılması sonucunda beş yıl müddetle o partinin yöneticileri yeni bir parti kuramazlar, başka bir partinin yöneticisi de olamazlar.” Buna rağmen Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış bir partinin genel başkanı olarak, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen Erbakan, Milli Selamet Partisi’nin genel başkanı oldu.

Biz o zaman Adalet Partisi olarak Meclis kürsüsüne çıktık, dedik ki, “Bu ne iştir! Siz ‘Anayasa çiğnendi’ diye bir başbakanı ve iki bakanı astınız, ihtilâl yaptınız. Anayasa’nın açık hükmüne rağmen Erbakan’ı getirip de partinin başına koymanız Anayasa’yı ihlâl suçu değil midir? Anayasa’yı çiğnemek değil midir?” Taştan ses geldi, bunlardan gelmedi. Ve Erbakan da böylece seçime girdi. O seçimde 47 milletvekili civarında Erbakan aldı, 45 civarında da Demokratik Parti aldı. Ve biz böylece 90 küsur milletvekili kaybetmek suretiyle yüzde 27’ye düştük. O zaman Bülent Ecevit’le hükümet kurdular...

RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN  -  MEHMET KARA  -  MELİH TEKİN

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 4200
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı