"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Allah'ı anlatan ilim herşeyden üstündür”

12 Kasım 2018, Pazartesi 00:04
Bir sahabe sordu: “Ey Allah’ın Resulü! Amellerin hangisi üstündür?” Peygamberimiz (asm) cevap verdi: “Allah’ın birliğini size öğreten, isim ve sıfatlarını anlatan ilim herşeyden üstündür. Ameller ancak Allah’ın birliğini ve tevhidi ders veren ilim ve bu ilimden kaynaklanan sahih bir inançla beraber fayda verir” buyurdu.

-6-

Peygamberimizin (asm) en birinci talebesi şüphesiz Hz. Ali’dir (ra). Çünkü o henüz sekiz veya on yaşında Müslüman olarak vahye ilk muhatap olmuş, Peygamberimizin (asm) arkasında ilk olarak namaz kılmış ve Peygamberimizin (asm) vefatına kadar bütün bilgilerini ilk kaynak olan bizzat Peygamberimizden (asm) almıştır.

Şöyle demektedir: “Peygambere en yakın olanlar peygamberin getirdiğini en iyi bilenlerdir. Çünkü yüce Allah ‘Doğrusu insanların İbrahim’e (as) en yakını zamanında ona uyanlardır’  buyurmaktadır. Bunun için dini en iyi bilenler en yakını olan bizleriz. Hz. Peygamber (asm) zamanında nâzil olan her âyet ve her sûre mü’minlerin imanlarını ve huşularını, yani Allah korkusunu arttırmaktaydı. Bunun için mü’minler daha sonra nâzil olan ahkâma ait olan emir ve yasaklara harfiyen uyuyorlardı.” 

Bundan dolayı sahabeler Peygamberimizden (asm) nazil olan âyetleri okuyarak, ezberleyerek imanlarını arttırıyor ve amel ile ilgili bir âyet nazil olunca da onu uygulamadan bir diğerini öğrenmiyorlardı. Öğrendiklerini ise kesinlikle uyguluyorlardı.  Böylece sahabeler ilmi amel için öğreniyorlar ve amelsiz ilmi kabul etmiyorlardı. 

Peygamberimiz (asm) bir gün şöyle buyurdular:

“Allah’ın benimle size gönderdiği ilim ve hidayetin meseli, toprağa bol bol yağan yağmura benzer. Bu yağmur verimli ve güzel toprağa düşer, bu toprak da yağmuru güzelce emer ve birçok bitki ve ağaç yetişerek güzel meyveler verirler. Bir kısmı da çorak bir yere düşer. Yağmuru alır, ancak üzerinde hiçbir bitki yeşermez ve meyve vermez; ancak suyu yüzünde tutar. Ondan da hayvanlar ve insanlar faydalanır. Suyundan içer ve arazilerini sularlar. Bir kısmı da kayaların ve taşların üzerine yağar. Taşlar da ne yağmuru tutar ve ne de kendileri faydalanır. Su üzerinden kayar gider. 

İşte Allah’ın dini olan getirdiğim hidayet ve ilimden faydalananlar ile onu başkalarına duyuranlara misal olduğu gibi, kibir ve gururundan o ilim ve hidayetten faydalanmayanların misali budur” dediler.

Sonra şöyle devam ettiler: 

“Hiçbir peygamber yoktur ki Allah onu bir ümmete göndermiş olsun da onun havarileri ve ashabı olmasın. Onlar onun sünnetine uyar, dinini yaşar ve ihya ederler. Onlardan sonra bazı guruplar türer. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmedikleri şeyleri yaparlar. Kim onlarla eliyle mücadele ederse o mü’mindir. Kim diliyle mücadele ederse o da mü’mindir. Onların dışındakilerin imandan hardal tanesi kadar nasibi yoktur”  buyurdular.

Bir bedevi Peygamberimizin (asm) yanına gelmişti. Peygamberimiz (asm) sordular: “Seni bizim yanımıza getiren sebep nedir?”

Bedevi cevap verdi:

“Buraya ilim öğrenmeye geldim.”

Peygamberimiz (asm) tebessüm ederek buyurdular:

“Bunun için gelmişsen hangi taşın yanından ve hangi ağacın altından geçmişsen bil ki onlar senin için istiğfar etmişlerdir. Sana bir kelime öğreteyim. Onu sabah namazından sonra söylersen cüzzamdan, körlükten ve felç olmaktan kurtulursun. O kelime “Sübhânallahi’l-Azîm ve bihamdihî” cümlesidir. 

Sonra da Allah’a yalvarmak istediğin vakit şöyle duâ et: “Ey Allah’ım! Senden istiyorum ki, faziletini üzerime akıt. Rahmetini üzerime serp. Bereketini üzerime indir. Âmin!”  

Bedevi çok memnun bir vaziyette “Bunu her zaman yapacağım ey Allah’ın Resulü” diyerek yanından ayrıldı.

“Tâ-Hâ Sûresi” nâzil olmuştu. Peygamber Efendimiz (asm) bu sûrenin “Ey Rabbim ilmimi arttır!” âyetini okudu ve şöyle buyurdu: “Bu Kur’ân ilmidir. Allah katında en değerli ilim Kur’ân ilmidir. Bunun için kullarının kendisinden ilim istemesini emir buyurmuşlardır. Allah bütün ilimleri, evvelîn ve âhirînin ilimlerin Kur’ân’da toplamıştır. Bütün ilimler Allah’ın ilmindendir. Yüce Allah bunu ihtiyaca göre ilham eder. 

Bunun için Allah’a şöyle duâ edin: ‘Allah’ım! İlmimi, imanımı ve yakînimi arttır. Öğrendiklerimle beni faydalandır ve bana faydalı olanı öğret. Cehennem ehlinin halinden Sana sığınırım. Beni onların durumuna düşürmekten koru! Her hal ve şartta Sana şükredenlerden eyle! Âmin!”  

Sonra şöyle devam ettiler: “İlim öğrenmek günahlara kefarettir. Dinleyin ve itaat edin. O zaman büyük kazanç elde edersiniz.”

Sahabelerden birisi sordu: “Ya Resulallah! ‘Dinleyin ve itaat edin!’ buyuruyorsunuz. Bu kazanç sadece bize mi ait, yoksa herkes için midir? 

Peygamberimiz (asm)) cevap verdiler: “İlim isteyen hiç kimse yoktur ki, bu istek onun geçmiş günahlarına kefaret olmasın” buyurdular.

Bir diğer sahabe sordu: “Ey Allah’ın Resulü! Amellerin hangisi üstündür?” 

Peygamberimiz (asm) cevap verdi: “Allah’ın birliğini size öğreten, isim ve sıfatlarını anlatan ilim her şeyden üstündür” buyurdu.

Suali soran kişi: “Ey Allah’ın Resulü! Ey yüce peygamber! Biz ilmin faziletini sormadık; amellerin üstün olanını sorduk. Siz ise ilim diye cevap verdiniz…” deyince…

Peygamberimiz (asm) cevap verdiler: “Ameller ancak Allah’ın birliğini ve tevhidi ders veren ilim ve bu ilimden kaynaklanan sahih bir inançla beraber fayda verir. Marifetullah ile olan az amel insana fayda verir. Marifetullah’tan yoksun, Allah’ı tanımadan işlenen çok amel insana fayda sağlamaz” buyurdular. 

Sahabe sordu: “Ey Allah’ın Resulü! İman nedir?” 

Peygamberimiz (asm) buyurdular: “Kişinin kalbinde Allah bilgisinden hâsıl olan Allah sevgisidir. Bu bilgi insanı her an Allah ile beraber olduğunu, her yerde hazır ve her şeye nâzır olduğunu ve insanın her haline muttali olduğunu öğretir. İşte imanın kemâli de kişi her nerede olursa olsun Allah’ı kendisi ile beraber bilmesidir” buyurdular. 

Sahabe sordu: “Ya Resulallah biz bu mertebeye nasıl ulaşırız?” 

Peygamberimiz (asm) cevap verdiler: “Çokça Kur’ân okuyarak ve her taşın ve ağacın altında Allah’ı zikrederek. Böylece her şeyi Allah’ın eseri ve san’atı olduğunu tefekkür ederek ve hiç kimsenin Allah’ın kudreti ile meydana gelen o esere sahip ve malik olamayacağını düşünerek”  buyurdular. 

Sonra şöyle buyurdular:

“Size sahabelerimin ve halifelerimin kimler olduğunu haber vereyim mi? Onlar Allah yolunda Allah için Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan, ezberleyen ve manasını düşünerek devamlı Kur’ân okuyan ve başkalarına da öğretenlerdir” buyurdular.

İşte Peygamberimiz’in (asm) Dar-ı Erkam’daki sohbetleri bu minval üzere devam ediyordu. Sahabelerine devamlı olarak Kur’ân-ı Kerîm’i okumaları ve manasını da kavramaya çalışarak başkalarına öğretmeye teşvik ediyordu. Sahabeler de Peygamberimizin (asm) bu tavsiyelerine harfi harfine uyarak kendilerini geleceğe ve ahirete hazırlıyorlardı. 

5.3. Sahabelerin İbadet, İhlâs ve Tefekkürleri:

Bediüzzaman bir zaman, bir tek tesbihin bir tek namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafını bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli görür ve sahabelerin kıymetini anlar.  

Bir tek hamd ve tesbih ihlâs ve niyet ile sevaplar hadsiz derece artar. Ağızdan çıkan mübarek kelimelerin ihlâs ve niyet-i sadıka ile hayatlanır, canlanır, hadsiz zişuurların kulaklarına girerek onları nurlandırır, söyleyene de sevap kazandırır. Meselâ; “Elhamdülillah” kelimesi havada izn-i İlâhî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halk etmiştir. Eğer ihlâs ile ve niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanilerin kulaklarına girer. Eğer rıza-ı İlâhî ve ihlâs o kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez. Sevap da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır.  

Sahabeler ve Tabiîn ibadette o dereceye gelecekler ki ruhlarındaki nuraniyet yüzlerinde parlayacak ve cephelerinde kesret-i sücuddan hâsıl olan bir hâtem-i velâyet nev’inde, alınlarında sikkeler görünecek”  

Bediüzzaman Hazretleri Muhiddin-i Arabî gibi harika zatların Sahabelere yetişemediklerini şöyle bir misalle anlatır: Namaz içinde “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ” derken, şu kelimenin manası inkişaf etti. Tam manası ile değil, fakat bir parça hakikati göründü. 

Kalben dedim: “Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi” der. Bu hatıra ve bu hak sahabelere ibadetteki derecelerine yetişilemediğine bir irşat” olduğunu söyler.  

Risale-i Nur’un dairesindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve Sahabenin sırr-ı verâset-i nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren “meşreb-i hillet ve meslek-i uhuvvet” hariçteki dairlere ihtiyaç bırakmaz.

-DEVAM EDECEK-

Okunma Sayısı: 6507
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı