Siyasî yasakları referanduma götürme kanunu çıktıktan sonra düzenlenen Antalya mitingini engellemek için hükümet elinden gelen herşeyi yaptı. Dönemin Başbakanı Özal, zamanın Emniyet Genel Müdürüne, “Demirel Antalya Meydanına girmemeli” diye tâlimat vermiş.
1977’de AP milletvekili olan Recep Özel anlatıyor (5)
SİYASÎ YASAKLARA KARŞI KAMPANYA VE ÇALIŞMALAR
Mâlum 12 Eylül darbesinden sonra bir de Demirel ve siyaset arkadaşları Adalet Partisi kadroları için “siyasî yasaklar” konuldu. Bu dönemde özellikle Doğru Yol Partisi’nin kuruluşunda verilen demokrasi mücadelesindeki hâtıralarınızdan bahseder misiniz?
Siyasî yasakların kalkması için Süleyman Bey büyük bir mücadele veriyor, bastırıyordu. Zorda kalan Konsey’de de konuşulmuş, yasakların kaldırılmasının halkoyuna sunulması düşüncesi gündeme gelmiş. Dönemin Başbakanı Turgut Özal buna karşı çıkıyor, “halkoyuna sunacağımıza yasakları kaldıralım” diyor.
Bunun üzerine Demirel, “Arkadaşlar, yasakları Meclis’te kaldırırlarsa biz siyaset yapamayız. Halkoyuna sunarlar da millet bizim yasağımızı kaldırırsa bizim hem haklı olduğumuz ortaya çıkar hem de arkamıza milleti almış oluruz. Bize eğer bir atıfet gibi Meclis’te yasaklarımızı kaldırırlarsa dışarı çıkamayız. Ve herkes siyasî hayatını burada noktalar. Ben şahsen, Özal tarafından siyasî yasağı kaldırılmış biri olmayı kendime yediremem” dedi.
Parti yöneticileri, Merkez Karar Kurulu, Genel İdare Kurulu üyeleri 7 yıl, milletvekilleri 5 yıl yasaklıydı. Ben de 5 yıl yasaklılar arasındaydım. Yasakların kalkmasının halkoyuna sunulması için, Anayasa’nın yasakları dayatan geçici maddesinin değişmesi lâzımdı. 17 Mayıs 1987 tarihinde Meclis’te 315 oyla Anayasa’nın bu geçici 4. maddesi kaldırıldı. Demirel’in basın müşâviri Turgut Yılmaz Meclis’ten aradı, “Şimdi kanun geçti” diye. Demirel’in evinde rahmetli Çağlayangil, rahmetli Nuri Bayar, bir de ben varım. Bu telefon üzerine Demirel, “Beyler hadi gözünüz aydın, yasaklar halkoylamasına sunulacak” deyince kalkıp dördümüz kucaklaştık. Nuri Bayar -o zaman sigara içerdi- cüzdan cebinden bir tek sigara çıktı, “Beyefendi müsaade edersen bir sigara içmek istiyorum” dedi. Nuri Bayar sigarayı yakınca, “Bak Recep! En gencimiz sensin. Senin genç arkadaşlar üzerinde tesirin var. Bir ekip kurup vatanı bir uçtan bir uca gezmemiz lâzım. Bu görev sana düşer, bu koordinasyonu sen yapacaksın” dedi.
Parti ayrı bir kampanya yaptı, Demirel ayrı bir kampanya yaptı. Parti mitinglerinde Cindoruk konuşuyordu, bizim yaptığımız mitinglerde de Demirel konuşuyordu. Nitekim halkoylamasıyla yasaklar kalktı, köy köy gezip yasakları savunan Özal ve arkadaşları sıkıntıya girdi ve Süleyman Bey DYP’ye Genel Başkan oldu…
HALKOYLAMASINDA “KURTAR BİZİ BABA!” SLOGANI…
Özellikle “yasaklı dönem”de, anlamlı çalışmalar, çarpıcı buluşlar oldu. Bunlardan biri de merhum Demirel’e “Baba” denilmesi ve “Kurtar bizi Baba!” sloganı idi.
Bize 7 yıldır yasaklı Süleyman Bey’in bir posteri lâzımdı. Kendisine, “Vaktinizin olduğu bir zamanda stüdyoda bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” diye sordum. Tabii dedi; sen ayarla. Demirel’in evine gelen misafirlerinin fotoğrafını çeken Kayhan ismindeki fotoğrafçıya söyledim. O da bana Cinnah Caddesi’nde çok güzel bir stüdyonun olduğunu, Beyefendinin fotoğrafını orada çektirebileceğimizi söyledi. Bir gün sabah saat 9’da Sayın Demirel’le birlikte Cinnah Caddesi’ndeki bu stüdyoya gittik. Demirel’in muhtelif fotoğraflarını çekildi.
Fotoğraflar çekildikten sonra, bizim bunu büyük afişlere bastırmamız gerekiyordu. Gittim, Ankara’da bir matbaayla konuştum, o pozlardan posterler yaptırdık. Miting meydanlarında yer alacak portresinin altına bir yazının yazılması gerekiyordu. DYP İdare Müdürü Yunus Çelik’le birlikte “ne yazalım” diye düşünürken “Baba’ yazalım” dedik. Sonra da Amerikan filmlerindeki mafyatik çağrışımlar yapmasın diye sadece “Baba’” olmasın, “‘Kurtar bizi Baba” sloganında karar kıldık. “Kurtar bizi Baba!” olmasına karar verdik. Birkaç tanesini matbaada bastırdım ve götürdüm Sayın Demirel’e. Bana “Sen ne münasip görürsen altına yaz” demişti. Afişi gördüğünde çok beğendi. O günden itibaren ‘”Kurtar bizi Baba” afişi Anadolu’da, Edirne’den Hakkâri’ye milletin gönlünde yer etti.
Demirel’in teknik danışmanı Orhan Güler, Demirel’in siyasetteki yıllarını kaleme almış ve bu sloganı da bizim bulduğumuzu yazma nezâketi göstermiş…
“GAP, DERGÂH’TAN BAŞLAR; DERGÂH GAP’IN MÜHRÜDÜR”
Yasaklı dönemde Demirel’in yasakları kırmak ve halkla kucaklaşmak için Anadolu’da birçok ziyaretler ve mitingler yapıldı. Bunların organizasyonunda bizzat bulundunuz. Bunlardan bahseder misiniz?
Yasaklı dönemde yurdun muhtelif vilayetlerinde ziyâretler ve mitingler yapıyorduk. Bunlardan biri de Şanlıurfa ziyaretiydi. Şanlıurfa’da hakikaten Demirel’e şanlı bir karşılama yaptılar. Yasaklı dönemde ilk defa Ankara dışına bu denli kalabalıkla çıkılıyor. Adana’dan Urfa’ya, Urfa’dan Diyarbakır’a büyük bir konvoy oluştu. Her geçtiğimiz yerleşim yerinde toplanan halk Demirel’e sevgilerini bildiriyor, büyük bir tezâhürat var.
İlk defa Şanlıurfa’ya gittik. Bir otelde kalıyoruz. Geç vakitte özel kalemi beni odasına çağırdı. Odaya girdiğimde rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil ve Necmettin Cevheri vardı. Çağlayangil, bu referandum organizasyonlarından dolayı bizi lâyık olmadığımız bir methe tabi tuttu. Teşekkür ettim kendilerine. Süleyman Bey de ona benzer şeyler söyledi. Ve “Yarın sabah namazını Dergâh’ta birlikte kılacağız” dedi.
Sayın Demirel, Ekrem Ceyhun, Necmettin Cevheri ve ben sabah namazını Dergâh Camii’nde kıldık. Namaz bittikten sonra vatandaşlar camide toplu halde cehri “esma zikri” yapıyorlar. Camiden çıkmadan vatandaşlarla hasbihal edildi. Çok iyi hatırlıyorum; Demirel, “GAP buradan başlar. Dergâh Camii GAP’ın mührüdür. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Şanlıurfa’ya boşuna gelmemiştir” diye konuştu. Dergâh’a, Dergâh Camii’ne Demirel’in özel bir ilgisi vardı. Yasaklı dönemde olmasına rağmen caminin çinilerini Kütahya’dan, halılarını Isparta’dan getirtti…
MİTİNGE KARŞI KAVŞAKLARA TANKLAR YERLEŞTİRİLMİŞTİ
Yasaklı dönemde, Referandum Kanunu çıktıktan sonra Antalya’ya ilk miting olacaktı. Sayın Demirel’in büyük mitinglerinden birisiydi Antalya mitingiydi. Antalya’yı Demirel çok severdi. “Antalya’nın bu işe sahip çıkması lâzım, Antalya bu işin göstergesi olacaktır” derdi. Bana “Recep, partinin Genel İdare Kurulu’ndan iki kişiyi al ve Antalya mitingini tertip et!” dedi. Abdullah Nişancı ve Mahmut Nedim Bilgiç’le beraber Antalya’da 28 gün miting hazırlığı yaptık.
Hükümet bu mitingi engellemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Dönemin Başbakanı Özal, zamanın Emniyet Genel Müdürüne, “Demirel Antalya Meydanı’na girmemeli” diye tâlimat veriyor. Önceden bütün ilçelere iki defa gittik. Mitinge vatandaşın teveccüh edeceği anlaşılınca valilik, Aksav’a “uluslar arası festival yapılacak” diye dilekçe verdiriyor. Bizim bu işten haberimiz olduğunu fark etmiyor. “Aksav, Doğru Yol Partisi’nden önce müracaat etmiştir, dolayısıyla size veremeyiz” diyor. Daha önceki dilekçelerin fotokopisi falan hepsi elimizde, Noter kanalıyla valiliğe protesto çektik. Valilik buna rağmen Cumhuriyet Meydanı’nı Sayın Demirel’e vermeyip Antalya’nın dışında bir yeri verdi ki bir gövde gösterisi olmasın.
Vatandaşı el ilânlarıyla mitinge dâvet ettik. Antalya’da her yaptığımız toplantıyı siyasî şube iziyor. İlçe kaymakamları, belediye hoparlörlerinden “26 Ekim’deki Antalya mitingine katılmayın, çatışma çıkacak, bomba patlayacak!” diye anonslar yaptırıyorlar…
Bir gün sabah saat 05.30 civarında odamdan çıktım, otelin kapısından çıkarken sivil bir şahıs yanıma yaklaştı, “Siz Recep Özel misiniz?” diye sordu. “Evet” deyince kendini tanıttı, siyasî şubeden bir polis; dedi ki “Ben Demokrat - Adalet Partili bir âilenin çocuğuyum, ama geldiğiniz günden beri sizi tâkiple görevlendirildik. Sizin her hareketinizi dinliyoruz, tâkip ediyoruz. Geçenlerde Vali, Emniyet Müdürü ve İl Jandarma Komutanı toplantı yaptılar, ‘Demirel’i Antalya’ya sokmayacağız, Demirel’e miting yaptırmayacağız’ diye karar aldılar.”
Bu sırada Sayın Demirel telefonla “Ankara’ya gel” dedi. Ankara’ya geldim, hadiseleri Sayın Demirel’e arz ettim. Demirel, “Oraya gideriz, devlet bizi sokar ya da sokmaz. Eğer Antalya bize sahip çıkarsa kimse buna mani olamaz” kararlılığını gösterdi. Antalya’ya döndüm. Mitingden bir gün önce sabah namazından sonra hava almak için otelden dışarı çıktığımda gördüklerime inanamadım. Bütün köşe başlarına ve kavşaklara tanklar konulmuştu. Ben bu son durumu Sayın Demirel’e izâh ettim. Vali Bahattin Güney’le görüşüyoruz, topu İl Emniyet Müdürüne atıyor. “Vali Bey, aklımızla alay etmeyin, biz devlet bürokrasisinde görev yaptık, milletvekilliği yaptık, emniyet müdürü, valinin emrindedir” dedim…
ANTALYA MİTİNGİ DARBECİLERİ KORKUTTU
Miting günü Sayın Demirel, kalabalık bir grupla birlikte Antalya’ya geldi. Ve Antalya’da vatandaşlar tarafından 50 metre uzunluğunda, 3 metre genişliğinde kırmızı halıyla karşılandı.
Vatandaş Demirel’e “devlet protokolü” uyguladı. Havaalanından Antalya içine 6 saatte gelebildi. Antalyalılar Demirel’i “Kurtar bizi Baba’ pankartlarıyla karşıladılar. Polis Demirel’in kortejinin önünü kesti. Polis müdürü, “Buradan ancak aracın geçişine müsaade ederiz” deyince Demirel, “Ben devletin gücüne bir şey demiyorum. Bu çocuklar emir kuludur” dedi. Orada otobüsün üzerine çıkarak bir konuşma yaptı. Tarihî bir konuşmaydı.
Bir kadın, “Korteji yarıp geçelim, kimse bize müdahale edemez” deyince, Demirel “Hanımefendi, ben devlet idaresinden geliyorum. Bu hareket bana yakışmaz. Eğer devlet benim geçmeme müsaade etmezse ben buradan geçmem” diye teskin etti.
Konuşmadan sonra Cumhuriyet Meydanına doğru ilerledik. Şarampol Meydanına vardığımızda bu defa polisler şiddet kullandılar. Dokunulmazlığı olan milletvekilleri müdahale edince polisler milletvekillerinin üzerine yürüdüler. Bu defa da halk polislerin üzerine hücum etti. Sayın Demirel vatandaşlara, “Eğer Allah’ınızı seviyorsanız polislere müdahale etmeyin” diye halkı sükûnete çağırıp ortalığı yatıştırdı. “Ben buradan kalacağım otele gidiyorum, herkes rahat olsun” dedi…
Anlaşılan Antalya mitingi, darbecileri ve darbe sığıntısı siyasî uzantılarını çok korkutmuştu…
RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN - MEHMET KARA - MELİH TEKİN