"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Asabiyet-i milliye de taassubu diniye de zararlıdır

30 Kasım 2023, Perşembe
“Hiçbir millet ya da insan zatı için sevilmez. Güzel hasletleri, sıfatları için sevilir. Adaleti, şefkati, merhameti, barışa ve insan haklarına yaptığı hizmeti ve katkısı ile doğru orantılı olarak sevilir, sayılır. Asabiyet-i milliye de taassubu diniye de zararlıdır. Hele hele ikisi bir millette ve yönetimde bulunursa istibdat şiddetlenir.''

—Dünden Devam—

Ahirzamanda Kur’an ve Sünnetin izini süren ve zamanın hal ve şartlarına göre İslam dininin tecdidi vazifesini bihakkın ifa eden Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an ve Sünnet’ten mülhem olarak müsbet milliyet anlayışını tavsiye etmiş ve İslamiyet milliyetinin yeterli olduğunu, bu bağlamda Türk ve Arap milletlerinin İslamiyetle mezc olduğunu belirtmiştir.

Bunun neticesi olarak da “Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.” diyerek “Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kàbil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.” tavsiyesinde bulunmuştur. 

Şu tesbitler de Bediüzzaman’a aittir:

-Din ve milliyet müttehid olmalı ve imtizaç etmelidir. -İnsanlar fıtraten kendi kavimlerini sevdiklerinden “milletini sevme” denmez ama bu sevgi duygusu müsbet mecraya sevk edilebilir. - Bir millet ancak Allah’a adanmışlık ile ve onun dinini yaymak ve yüceltmekle kendisi de yücelir. -Hiçbir millet ya da insan zatı için sevilmez. Güzel hasletleri, sıfatları için sevilir. Adaleti, şefkati, merhameti, barışa ve insan haklarına yaptığı hizmeti ve katkısı ile doğru orantılı olarak sevilir, sayılır. -Asabiyet-i milliye de taassubu diniye de zararlıdır. Hele hele ikisi bir millette ve yönetimde bulunursa istibdat şiddetlenir. - İslamiyet milliyeti her şeye kâfidir. Din, dil bir ise millet birdir. Sadece din bir ise yine millet birdir. - Milletimiz yalnız İslamiyettir. Milliyetimiz bir vücuttur. Ruhu İslamiyet, aklı Kur’an ve imandır. -Milletin kalp hastalığı zaaf-ı diyanettir. Ancak bunu takviye ile kuvvet bulur. - Kudsî milliyet rabıtasıyla, umum ehl-i İslam bir tek aşiret gibi olur. -Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millet hükmündedir.

Tahribatçı bid’at

Bediüzzaman Hazretleri toplumsal boyutta tahribatçı iki tür bid’at anlayışı olduğunu tespit etmiştir. Birincisi; zaafa düşmüş dini, milliyet toprağına ekerek dini milliyetle kuvvetlendirmek isteyen anlayıştır. Oysa ahiret ve dünya saadetini sağlayan evrensel bir din inancının, dar milliyet saksısında büyümesi ve yeşil kalması mümkün değildir.

İkincisi; güçten düşmüş bir millet mefkuresini din toprağına dikerek ırkını güçlendirmek anlayışıdır. Burada da esas önem ırka verilmekte; din ise ırkın güçlenmesi için kullanılmak istenmektedir. Irk temelli bir millet anlayışı bir nevi irticadır. İslam öncesi cahiliye dönemine dönmek demektir.

SORULAR

Ardından soru cevap faslına geçildi ve Erdoğan Çelebi sorulara şu cevapları verdi:

 S: Irk üstünlüğüne dayalı bir milliyetçilik anlayışı niçin sakıncalı olsun, biz kendi ırkımızı sevmeyecek miyiz?

Bu soruya, Kasas Sûresinin “Her şey helâk olup gidicidir - Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm sadece Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz.” mealindeki 88. Ayetiyle ve Bediüzzaman’ın “Allah hesabına olsa, mânâ-yı harfiyle olsa, liveçhillâh olsa, mâsivâya girmez ki, helak olsun.” manası açısından bakalım. 

İnsanın kendi ırkını sevmesi fıtridir ve haram değildir. Ancak bu mana-yı ismî olarak değil mana-yı harfî bağlamında olmalıdır. Yani ırkı merkeze alan ve üstün ırk iddiasında bulunan bir anlayışla değil de ırkımızın da bir mahluk olduğunu, onun da Allah tarafından yaratıldığını, bizzat ve müstakil varlık olmadığını bilip Allah’a ve onun dinine hizmeti sebebiyle milleti sevmektir. Hamd, şükür ve tahdis-i nimet anlayışı içinde olunması gerektiğinin farkında olan bir anlayışla kendi kavmini sevmek mübahtır. Çünkü her şey Allah’a bakan yönüyle yani mana-yı harfîsiyle bakidir, bizzat kendine bakan yönüyle fanidir ve helak olmuştur.

S: Kur’an da üstün olduğu belirtilen kavimler var mıdır?

Kur’an-ı Kerim’de önce İsrailoğullarının diğer kavimlere üstün kılındığına, daha sonra Hıristiyanların kafirlere üstün kılındığına ve en son olarak da mü’min ve Müslümanların üstün kılındığına ilişkin ayetler vardır. Ancak bu ayetler dikkat edilirse ırka değil inanca vurgu yapmaktadır. Yani inanmak ve Allah’ın dinine sahip çıkmak nisbetinde üstünlük verilmiştir.

S: Peygamber Efendimizin vefatından sonraki dört büyük halife döneminde yapılan fetih savaşlarından sonra birçok millet ve kavim İslamla şereflenmiştir. Ancak Bediüzzaman Hazretleri bunların içinde bazılarının Müslüman olmalarına rağmen İslam devletinden intikam alma arzusuyla yandıklarından ve ilk fırsatta intikam almak istediklerinden bahseder. Bu nasıl olur?

Evet, özellikle Hz. Ömer’in halifelik dönemiyle birlikte fetih savaşları yapılmış ve başta İran Sasani İmparatorluğu halkı olan Farslar olmak üzere, çok geniş coğrafyadaki topluluklar İslamla şereflenmişlerdir. Ancak bunların bir kısmında, asabiyetten kaynaklanan nedenlerle, İslam’a değil ama İslam devletine karşı, bir kin ve intikam hissi oluşmuştur. Bunun nedenleri arasında, “İran Farisilerinin övünç kaynağı olan büyük Sasani İmparatorluğunun yıkılmasının onların damarlarına dokunmuş olması ve asabiyet hissini damarlarından atamamış olmaları da vardır. Ancak bunun önemli bir nedeninin onların nasihat ve ikna ile değil de bir tür kılıç zoruyla Müslüman olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü ehl-i Şia’nın da aynı nedenle Hz. Ömer’e husumet beslediği bilinmektedir. Bir bakımdan da “Kılıçla İslama dahil etmenin sakıncaları ta o zamanlardan görülmeye başlamış ve ahirzamanda daha da öne çıkmıştır” diyebiliriz. Zira bu zamanda medenilere galebe çalmak cebirle değil, ikna, nasihat ve tebliğ iledir.

S: Ayette Araplara hitaben “eğer siz Allah’a isyan ederseniz öyle bir kavim gönderirim ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” anlamındaki ayetin Türklere işaret ettiği görüşü doğru mudur?

Mâide Suresi 54. ayette “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar.” buyurulmuştur.

Evet, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri bu ayette geçen milletin Türk milleti olduğu yönünde görüş ve kanaat belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de Türklerden bahsederken Türklerin Abbasi döneminden itibaren bin senedir Kur’an’a bayraktarlık ettiğini ve Kur’an’ın medhine ve işaratına mazhar olduğunu belirtmektedir. Ayrıca “zaman kaydını izhar etse itiraz olunmaz” sözünün doğruluğu da tecrübeyle sabittir. Yani zaten tarihe baktığımızda Araplardan sonra İslam’ın bayraktarlığını bu milletin yaptığı tesbiti Ümmet-i Muhammed’in ortak görüşüdür diyebiliriz.

S: Konuşmanızda din merkezli milliyet anlayışının birleştirici, ırk merkezli milliyetçilik anlayışının ise ayrıştırıcı olduğunu belirttiniz ama bunu biraz açabilir misiniz?

Bunu zaten ayet söylüyor. Yani Hucurat suresinin 13. ayetine Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği meal dile getirecek olursak: “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.”

Yine Hucurat Suresinin 10. ayetinde de “(Ey iman edenler) müminler ancak kardeştirler, onun için kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete erdirilesiniz.” deniyor.

Dikkat edilirse inanç merkezli bir milliyet anlayışında birçok kavim bir arada barış ve huzur içerisinde yaşayabilir. Hususan bütün mü’minler kardeştir. Kardeşlerin birlikte vahdet anlayışıyla ve yardımlaşma duygusu içerisinde yaşamasından daha fıtri bir neden olamaz. Üstelik İslam inancı aynı toplumda bulunan başka din mensuplarına zulmetmeye de izin vermez. 

Irk merkezli anlayışın ise, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı bir unsur olduğu ve diğer kavimlere tahakküm etme anlayışını empoze ettiği su götürmez bir gerçektir. Hiçbir kavim diğer milletlere muhtaç olmadan enaniyetle ve tek başına hayatiyetini sürdüremez. Gurur ve yanlış istiğna anlayışında beka olamaz. Zira bütün kavimler birbiriyle ticaret yapmaya, yardımlaşmaya, tanışmaya muhtaçtır.

Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri’nin, inanç merkezli milliyet anlayışını bir havuza ve kavimleri de havuza akan her bir çeşmeye benzetmesi ilginçtir. Havuzda toplanan su, çorak topraklarda yok olup şûristanda kaybolmaz, büyük ve hayırlı icraatların, hususan Allah’ın dinini yüceltmenin fonksiyonel bir aracı olur. İnsanın sosyal bir varlık olarak yaratılmış olması, kendi kendine sürekli yetememesi ve yardımlaşma ve dayanışma hisleriyle donatılmış olması bu soruya fıtri bir cevap olur diye düşünüyorum.

—SON—

Okunma Sayısı: 2460
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı