"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Asıl çözüm, sıfır maliyetli kurtarıcı sohbetlerde

02 Haziran 2016, Perşembe
Dağa çıkan veya çıkarılan teröristleri öldürmek için büyük masraflarla harcanan emek, ekonomik açıdan sıfır maliyetli kurtarıcı sohbetlere verilseydi, bu hallere gelinir miydi?

5- Irkçılık fikrinin zararlarını anlatmada üslûp: Bediüzzaman’dan “ikna” örnekleri

Said Nursî, İngiliz işgali altındaki İstanbul’da, Anadolu’daki millî mücadele hareketine verdiği desteği takdirle izleyen Ankara hükümetinin ısrarlı dâvetleriyle gittiği Birinci Meclisten, Van’da temelini attığı, ama Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi dolayısıyla yarım kalan üniversite projesini tamamlamak için destek ve tahsisat istediğinde, “dinde çok lâkayt, Batılılaşma ve an’aneleri terk taraftarı” mebuslar dahi, talebin kabulü ve öngörülen tahsisatın çıkarılması için imza verirler.

Ama onlardan ikisi itiraz eder:

“Bizim şimdi geleneksel ve dinî ilimlerden ziyade Batılılaşma ve medeniyete ihtiyacımız var.”

Said Nursî bu itiraza cevabında şu misali verir:

“Ben Van’da iken hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: ‘Türkler İslâmiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?’ Dedi: ‘Ben Müslüman bir Türkü, fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.’

“Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülamel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: ‘Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum.’ ”

(Müküslü Hamza olarak bildiğimiz bu talebeyi tepki olarak böyle bir tavra iten muallimlerin, derslerde Türkçülük telkinleri yapan Yusuf Akçura, Gaspıralı İsmail, Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet, Ahmet Ferit, M. Emin Yurdakul gibi isimler olduğu belirtiliyor — Lâtif Salihoğlu, Yeni Asya, 25.6.2009.)

Bediüzzaman, sonrasını da şöyle anlatıyor:

“Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.” (Emirdağ Lâhikası, s. 844-845.)

Devamında, o iki mebusa dönüp, bu coğrafyada milyonlarca Kürt, İranlı, Hintli, Arap ve Kafkasın yaşadığını hatırlatarak, “Acaba komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırkdaşlarından başka düşünmeyen ve İslâm kardeşliğini tanımayan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir?” diye sorar ve onlar da kalkıp, tahsisat önergesine imza verirler.

Bediüzzaman’ın, üniversite projesine itiraz eden mebuslarla diyaloğunda ve aktardığı anekdotta üzerinde durulması gereken en dikkat çekici noktalardan biri, tartışma üslûbundaki seviye.

İtiraz edenlerin “dine çok lâkayt, Batılılaşma ve geleneklerden tamamen sıyrılma taraftarı” olduklarını söylüyor Said Nursî, ama onları “Dinsizsiniz, zındıksınız” diye suçlamıyor, iknayı esas alan medenî bir üslûp kullanıyor ve ikna ediyor.

“Farz-ı muhal” kaydı koyarak, kendi hayatlarında dine hiçbir cihetle ihtiyaç duymasalar dahi onları bu yanlış nokta-i nazarlarıyla kabul edip, “Garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız bile” diyor; doğu vilâyetlerinde millet, vatan selâmeti için dine ve İslâmiyet’in hakikatlerine taraftar olmanın, onlar için de “lâzım ve elzem” olduğunu vurguluyor.

“Çünkü peygamberlerin çoğunun Asya ve Doğuda, filozofların da Batıda gelmeleri işaret ediyor ki, Asya’yı gerçek anlamda kalkındıracak dinamik fen ve felsefeden ziyade din duygusudur” diyor.

Bu izahlarından ve verdiği örnekten sonra iki mebus itirazdan vazgeçiyor ve modern fenleri dinî ilimlerle kaynaştırarak öğretecek üniversite projesine destek veriyorlar.

Bugün kendilerini “modern ve çağdaş” addedenlerin, o dönemde Batılılaşma, çağdaşlaşma ve modernleşme sürecinin öncüleri konumunda oldukları halde Bediüzzaman’ı dinledikten sonra ikna olan o iki mebustan alacakları önemli dersler var. Hâlâ Said Nursî’yi dinlemez, onun dinle fennin birlikte okutulacağı üniversite projesine dudak bükmeye devam ederlerse, takipçisi olduklarını iddia ettikleri öncülerin fersah fersah gerisinde bir bağnazlık içinde olduklarını gösterirler.

Aktardığımız bu tarihî ve ilginç anekdotun, Bediüzzaman tarafından, bir haftaya yayılan birkaç sohbette ikna edilen Kürt talebeyle ilgili boyutu da çok dikkat çekici.

Orada da yanlışa sapan genç, “Yoldan çıkmışsın” denilerek dışlanmıyor, suçlanmıyor, “yola gelmesi” için ikaz ve ihtar edilmiyor; ikna yoluyla tekrar kazanılmasına çalışılıyor. Ve bunun için bir defalık bir görüşme ile yetinilmiyor, “birkaç sohbet” yapılıyor ve ondan sonra talebe, tepki psikolojisiyle içine sürüklendiği yanlıştan kurtarılarak, tekrar istikametli tavrına döndürülüyor.

Bu sohbetlerin detaylarında davranış bilimcilerin, psikologların, pedagogların çalışma alanına giren önemli prensiplerin tatbiki söz konusu.

Bugün şu veya bu sebeple dağa çıkıp terör örgütüne katılan veya yerleşim yerlerinde sempatizanı olan insanların her birinin böyle kurtarıcı sohbetlere ihtiyacı var. Şefkatle, anlayışla, gönülleri kazanmayı hedefleyen kucaklayıcı tavırlarla ve ikna edici izahlarla yapılacak sohbetlere.

Öldürmenin çözüm olmadığı, bu fitne yüzünden 40 bin can kaybetmiş olmamıza rağmen terörün hâlâ bitirilememiş olmasıyla da sabit. Ve bu, hadisenin genel bilânçosu olarak önümüzde.

O genel tablodaki kayıplar hanesini dolduran her bir vak’a ise, başlı başına yürek yakan trajedilerle dolu. Zübeyir Gündüzalp’in, “Teessür ve ıztırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince param parça olması gerekirdi” sözüyle ifade ettiği müthiş gerçeğin, hayatlarının baharında kendilerini dinsiz teröre adayıp kurban eden her bir gençteki yansımaları ve bunların genişleyen halkalar halinde aile efradında yol açtığı derin acılar hangi tarife sığar ki?

Öldürmek için büyük masraflarla harcanan emek, ekonomik açıdan sıfır maliyetli kurtarıcı sohbetlere verilseydi, bu hallere gelinir miydi?

6- Bediüzzaman’ı da okuyun

Güneydoğu-terör-Kürt sorununun çözümünde inisiyatifin bizde olması gerektiğini ifade eden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yaşar Kemal’in konuyla ilgili beyanlarını da ilgi ve dikkatle okuduğunu, söylediklerinin çözüme katkı sağlayacağını söylemişti.

Ayrıca, Köşkte düzenlenen törenle Yaşar Kemal’e devlet adına ödül de vermişti.

Yaşar Kemal’in edebiyatçı kimliği ile yıllardır dile getirdiği görüşler, en azından ona itibar eden kesimleri barışçı bir çözüme yaklaştırır mı?

Ve bu yoldan çözüme bir katkı sağlar mı? Bilemiyoruz. Temennimiz öyle olması.

Ama Yaşar Kemal’in dünya görüşünde ve söylemlerinde, kalıcı bir barış ve huzur ikliminin en temel şartlarından biri olan din unsuruna yer verilmiyor olması son derece önemli bir eksiklik.

Başından beri çok yakın durduğu HDP’lilerin duruşunun paralel çizgide olması da hem kendileri açısından, hem de sorunun çözümüne pozitif bir katkı sağlama şanslarını azaltması cihetiyle çok ciddî bir handikap olmaya devam ediyor.

Bu noktada, çözüm için dile getirilen başka görüş ve önerileri de takip ettiğini söyleyen Gül, acaba hem sorunun sebep ve kaynakları, hem de çözüm yolları için Bediüzzaman’ın yüz sene önce ortaya koyduğu ve hâlâ geçerliliğini koruyan görüş ve teklifleri de “ilgi ve dikkatle” okudu mu?

Said Nursî’nin özellikle Münâzarât isimli kitabı, bu meselede çok isabetli ve orijinal görüş ve tesbitler ihtiva eden bir “reçete” niteliğini haiz.

Dindar halkın kolayca anlayıp benimseyebileceği mantıklı izahların dinî referanslarla güçlendirilerek takdimi, esere ayrı bir kuvvet veriyor.

Bediüzzaman’ın, İstanbul’da 2. Meşrûtiyetin ilânından sonra gittiği şarkta aşiret mensuplarıyla yaptığı sualli-cevaplı sohbetlerin muhatabı sadece o zamanki dinleyicileri değil. Şimdiki nesillerin de bu izahlardan öğrenip istifade edeceği çok şey var.

Oradaki izahlardan çıkarılabilecek önemli ve hayatî mesajlardan birkaçını sıralayacak olursak:

* Aklınızı iyi kullanın. Gelen bilgi ve haberleri mutlaka tahkik sürecinden geçirin. Dolduruşa gelmeyin. Provokasyon tuzaklarına düşmeyin.

* Hürriyet, imanın bir hassası, özelliği, parçasıdır. Hürriyeti doğru anlayın ve ona sahip çıkın. Allah’tan başkasına kul olmayın ve Allah’ın yarattığı hiçbir şeye zulmetmeyin, istibdat, baskı ve tahakküme yeltenen kim olursa olsun—devlet, şeyh veya ağa—itiraz edin, boyun eğmeyin.

* Hukukunuzu bilin, hakkınıza sahip çıkın.

* Her meseleyi istişare ile çözüme bağlayın.

* Her şeyi devletten beklemeyin. Özellikle demokrasi ve hürriyetin sağlam bir kültür ve ahlâk altyapısı üzerinde kökleşmesi için size de görev ve sorumluluklar düşüyor; onları yerine getirin.

* İdarecileriniz, hizmetkârlarınızdır. Onlara bu anlayışla muhatap olun, gereğinde hesap sorun.

* Cehalete savaş açın; kendinizi bilgiyle donatın; din ve fen ilimlerini imtizaç ettirerek kendinizi geliştirin ve medeniyet yarışına öyle katılın.

* “Eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlâl.” Eskiye takılıp kalmayın. Dünyadaki gelişmeleri iyi takip edin ve doğru okuyun. Her olumsuzluğu dış düşmanlara bağlayan komplo teorilerine fazla iltifat etmeyin. Önce kendi zaaf ve eksiklerinizi telâfi edin ve kendi bünyenizi sağlamlaştırın.

* Müslüman unsurlarla İslâm kardeşliğini güçlendirin; gayrimüslim azınlıklara düşmanlık beslemeyin, şefkat ve adaletle muamele edin...

Devamı, kitabın orijinal metnindeki satırlarda.

KÂZIM GÜLEÇYÜZ - ÖMER ERGÜN

Okunma Sayısı: 6640
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı