"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

'Cihadı anlamak için Bediüzzaman'ı okuyun'

28 Ekim 2018, Pazar 00:02
Ramazan el buti bağırarak ilân etti. “Bu cihad yanlış bir cihaddır. İslâm’da böyle bir cihad yok. Bediüzzaman’ı okuyun, Bediüzzaman’ı anlamaya çalışın. Bediüzzaman’ın müdafaalarını okuyun” dedi. Fakat camisinde yanında torunu varken 40 kişiyle birlikte şehit ettiler.

NUREDDİN TOKDEMİR’İN HİZMET HATIRALARI (5)

***

Cihadı anlamak için Bediüzzaman'ı okuyun

Ramazan el Buti de öyle… O da bağırarak ilân etti. “Bu cihad yanlış bir cihaddır. İslâm’da böyle bir cihad yok. Bediüzzaman’ı okuyun, Bediüzzaman’ı anlamaya çalışın. Bediüzzaman’ın müdafaalarını okuyun” dedi. Fakat camisinde yanında torunu varken 40 kişiyle birlikte katlettiler ve şehit ettiler.

Cevdet Said geldi buraya. Çıktı bazı televizyonlarda “Sizin Bediüzzaman’ınız var, onu okuyun” dedi. Bir bayan; “Bugüne kadar bizim bütün anlayışımızı, ezberimizi bozdunuz” dedi. 6 bin sayfa… 6 bin… Buna bir ömür yeter mi? 

Ben Zübeyir Ağabeyden kaç defa duymuşum “Kardeşim ben bir talebeyim, ben niye aklımı, hissimi bu işlere karıştırayım. Bu zamanın mürşidi Üstad. Ona bakacağız, ne diyor, ne anlatmaya çalışıyor. “ Şimdi bu bakımdan bu istiğna meselesini güzel ifade ettiği için yeri geldiğinde bunu okudum âcizane…

Üstad Hazretleri  “Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum, zira asr-ı salis-i aşrın (yani 13. asrın) minaresinin başında durmuşum… ” muhatapların durumunu anlatıyor. Bunlara nasıl bir şefkatle, nasıl bir hikmetle yaklaşacağını anlatıyor. Çünkü bunlar şu veya bu şekilde bu hale getirilmiş. Ama bu hale getirilmiş insanları Hazreti Üstad görmüş, nemelâzım dememiş. Demiş ki Eşref Edip’e; “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış ne ehemmiyeti var. Dar düşünceler, dar görüşler”…

Üstad da burada muhataplarını şu şekilde tavsif ediyor: Sureten medenî, dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyor…

Her şeyden önce bize lâzım olan, doğruluk

Esas itibariyle bütün meselenin özü şu: Üstad Hazretleri 1911 yılında İslâm âleminin geri kalış sebebinin, Avrupa’nın bu noktada terakki etmesinin 6 tane sebebini sayıyor. Bunlardan 2 tanesini arz edeyim. Diyor ki; yeisin içimizde hayat bulup dirilmesi. İkincisi de sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi…  Siyasî ve içtimaî hayatta eğer doğruluk ölürse bu mesele nasıl ayağa kalkacak. Onun için o meselede birkaç cümle okumak isterim. 

“Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir? Cevap; doğruluk…” Eğer yanılmıyorsam şu anda dünyada çeşit olarak 2 bin altı yüz çeşit yalan tesbit edilmiş. O kadar çeşit çeşit yalanlar var. Onun için Üstad cemiyet noktasında bize her şeyden önce lâzım olan doğruluk, daha yalan söylememek. Sonra sıdk, sadâkat, ihlâs, sebat, tesanüd… Önemli olan bunun içini doldurmak, bunu hayata yansıtmak. İşte Hazreti Üstad da bunları yapmış, bu kavramların içini doldurmuş. Neden diyor bunlar? Çünkü küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan, şu delil kâfi değil midir ki hayatımızın bekası imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamı iledir. Eğer sıdk, eğer iman, eğer tesanüd bozulursa o toplumun, o cemiyetin ayakta durması mümkün değildir. Ne kadar veciz konuşuyor.

Bizim hiç kimseye düşmanlığımız yok

Sual: En evvel rüesamız ıslah olmalı… Yani hep tepeden bekliyorlar. Bir tarihimiz var, biz tarihimizle iftihar ediyoruz. Ancak hep tebaa nereye bakmış, tavana bakmış. Vazifesini yapmıyor. Öyle güzel cümle koymuş ki Üstad; “ Evet reisleriniz, malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi…” Aklınız duruyor bu kelimeleri görünce… Biz fikir bazında meseleyi ele alıyoruz. Bizim hiç kimseye adavetimiz, husûmetimiz yok. Siyasî ve içtimaî anlamda aldığımızda öyle... İslâmî ve imanî meselelere baktığımızda da öyledir. Biz bir fikir etrafında konuşuyoruz. Vak’alar etrafında konuşuyoruz. Bizim kişilerle meselemiz olmaz.  Bu meselede Üstadımızın çizgisine ittiba ederek, o noktalardan değerlendirmeler yapıyoruz. Ve bizim değerlendirmelerimizde aslında iyi düşünülürse kimseyi rahatsız edici, rencide edici bir boyutu da yoktur. Muannid ise ona bir şey diyemem ben. Ama oturup konuşmak lâzım. 

“Reisleriniz, malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi akıllarınızı da sizden almışlar.”  Urfa’da Üstad bir çiftçiye “Nedir haliniz?” deyince; çiftçi “valla ağamız bilir” demiş.  Üstad da “O zaman ben de sizinle değil de aklınızı cebine koyduğunuz ağayla konuşayım” demiş.  Görüyorsunuz Üstad tek tek, fert fert onları demokrasiye alıştırıyor, hürriyete alıştırıyor. 

Üstad Hazretleri bu ifadeyi o kadar güzel anlatmış ki Allah ebeden razı olsun.  

İttihatçılar istibdada yöneldikleri zaman, otoriter olmaya başlayınca 4 binden fazla kanun çıkarmışlar. Yok kanun, yap kanun. Olmuş bir kanun mezbelesi… Kanun hukuka uygun olmadığı zaman o kanun devleti olur, hukuk devleti olmaz. Herşey hukuka uygun olacak. Vicdanları tatmin edecek. Bu önemli bir mesele. Şimdi bunu ben bir profesörle paylaştım. Bana “olamaz” dedi. Ne olamaz, işte Münâzarât… Üstad Hazretleri 69. sayfada “meb'us hürdür, hiçbir tesir altında olmamak lâzımdır” diyor. 

Meb'us hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir

Yıllarca parlamenterlik yaptık içinde bulunan insanlar olarak biz bir derece hürdük. Ama bugün herkes geldiği gün hemen iradesini götürüyor, bir adama teslim ediyor.  Nasıl olacak orada hürriyet, nasıl o parlamento hür olacak, nasıl karar çıkaracak? Onun için bir kere demokrasi dediğimiz zaman insanlar iradesine sahip çıkacak. Millî iradeyi temsil eden o adam orada konuşacak. Konuşmuyorsa bitmiştir. Demokrasinin D'sinden bahsedemez. Seçim hukuku demokratik değil, anayasa demokratik değil, peki nasıl olacak? Bunlar olmayınca bir ülkede demokrasiden nasıl bahsedeceksiniz? Onun için Üstad Hazretleri bu meseleleri o kadar derinlemesine memleketin önüne getiriyor ve anlatıyor ki. Buna kim itiraz edecek? 

Türkiye’nin ihtiyacı olan meseleler… O bakımdan diyor ki; “Akıllarınızı da sizden almışlar ve dimağınızı da hapsetmişler. Öyleyse şimdi onların yanındaki akıllarınızla konuşacağım. Ey ruus ve ruesa, tekâsülî olan (tembelce) tevekkülden sakınınız işi birbirinize havale etmeyiniz, elinizdeki malımızla ve yanınızdaki aklımızla bize hizmet ediniz.” 

Yine Üstad şöyle diyor: “Eğer bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti bile müstebit eder.” Onun için önce bizler hukukumuzu bileceğiz. Müstebitliğin, istibdadın yıkılması için insanlar kendi hürriyetine, hürriyet-i şer'iyesine ciddî anlamda sahip çıkmalıdır. Çünkü bir taraf istibdad-ı mutlak diyorsa; eğer bunun karşısında insan hürriyet-i şer'iye demiyorsa, hürriyetine, hukukuna sahip çıkmıyorsa o zaman bütün dengeler alt üst olur. Onun için bize Üstad ne diyor; “Bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Bazılarımızdaki dikkatsizlikle ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam bir adam hükmüne sukut eder..” Bin kişi, ama herkes diyor ben, kendini düşünüyor, menfaat-i umumiyeyi düşünmüyor. Onun için de bunun neticesi o bin adam bir adama düşüyor. Hatta Üstad Hazretleri Münâzarât'ın sonunda diyor ki; “İnsan medeni-i bittab olduğundan edna-i cinsinin hukukunu muhafazaya ve onların hakkını, hukukunu muhafaza etmeye mükellef iken onun bu hedefini, gaye-i hayalini alt üst eden fikri infiradi ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar.” Kendini toplumdan çekiyor, kendi menfaati, egosantrizm dedikleri o benin etrafında dönüyor. Allah korusun, bazen hizmetten de ayrılıyor. Öylece şahsî bir hayat. 

Ve neticede Üstad da diyor ki bu hastalığın bir çaresi var, o da şu: 

“İnsanların hayırlısı insanlara en çok faideli olandır.” Köşeye çekilmek yok.

Yeni Asya'nın dİk duruşuna İhtİyacımız var

Geçen yıl Ankara'da yapılan İttihad'ın 50. yılı programında Tokdemir'in yaptığı konuşmanın özeti gazetemizdeki haberde şöyle yer almıştı:Programda konuşan TBMM Millî Eğitim Komisyonu eski başkanı Nureddin Tokdemir, İttihad gazetesinin kurulması ihtiyacını doğuran sebeplerden ve İttihad Gazetesi’nin kuruluş macerasından, ardından Yeni Asya’ya giden süreçten ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisinde gazetelerimiz ve neşriyatımızla edilen hizmetlerden bahsetti.1960 sonrasında Bediüzzaman’ın vefatından sonra yaşanan süreci özetleyen Tokdemir, bu süreçten Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin rehberliği ve şahs-ı manevi ve meşveretin yardımı ile çıktıklarını nakletti. Devamında Nurcuların, gençlik hareketleri içerisinde savrulmaktan ve yanlış cereyanlara taraftar olup alet olmaktan İttihad gazetesi vasıtası ile muhafaza olunduğundan bahseden Tokdemir, yayınlandığı dönemde İttihad gazetesinin Türkiye ve İslam âlemindeki tesirinden ve Nurcuların fikir birliğini sağlamak konusundaki etkisini anlattı. İttihad gazetesinin cesur tavrının ve kararlı duruşunun toplumda korku perdelerini yırttığından bahseden Tokdemir, bu cesur duruşundan dolayı 12 Mart muhtırasından sonra kapatıldığını ifade etti. Nurcuların fikir birliği ihtiyacının şiddetlenmesinden sonra haftalık İttihad gazetesi ile beraber günlük bir gazeteye ihtiyaç duyulduğundan bahseden Tokdemir, meşveret kararı ile Yeni Asya gazetesinin çıkarılmaya başlandığından ve İttihad çizgisinin devamı olarak bugüne kadar geldiğinden söz etti. Yeni Asya gazetesinin Nurculuk içerisinde çok ehemmiyetli bir yeri olduğundan bahseden Tokdemir, Nurculuğun Yeni Asya olmadan düşünülemeyeceğini söyledi.

DİK DURUŞA MUHTACIZ

Nurettin Tokdemir, İttihad ve Yeni Asya’nın bütün Müslümanların dertlendiyle dertlendiğini, hususan Risale-i Nur ve Nurcuların medyadaki dili olduğunu belirterek, Risalelerin devlet tekelinden kurtarılmasında Yeni Asya’nın ehemmiyetli bir vazife ifa ettiğini söyledi ve “Biz Yeni Asya’nın dik duruşuna muhtacız. Nur Talebesi uyanık olmalı müteyakkız olmalıdır” dedi. Zübeyir Gündüzalp Ağabey’in gazetenin kurulmasındaki gayret ve hizmetlerini ve Zübeyir Gündüzalp Ağabey’in vefatına kadar gazete ve neşriyat hizmetlerine destek verdiğinden ve zamanında Bayezid Meydanı’nda birlikte gazeteyi dağıttıklarından bahsetti. Konuşmasına Nur Talebelerinin Risale-i Nur eksenli olması gerekliliğinden bahsederek son veren Tokdemir, “Pergelimizin ucu Risale-i Nur’a sabitlenmelidir. Bütün bu hadisatın içinde eğer, günlük bir lahika olan, Yeni Asya Gazetesi çıkmasaydı aleyhimizde bugüne kadar devam eden bütün menfi propagandalara karşı çok yalnız kalacaktık” dedi. Son olarak cemaate hitaben “Bu dava inayet altındadır, bu dava Üstadımızın manevi tasarrufu altındadır. Hepimiz istihdam ediliyoruz. ‘Ben’ yok ‘biz’ var. Şahs-ı manevi var. Onun için biz davamıza sahip çıkmalıyız” şeklinde konuştu.

Okunma Sayısı: 2583
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı