Demirel’den paşalara: Anarşiyi kimin yaptığını biliyor ve gereğini yapmıyorsa, o devlet bitmiştir.
Demirel 12 eylül öncesi sıkıyönetim komutanlarına konuşuyor: Devlet, bu anarşiyi kimin yaptığını bilmiyorsa ayıptır. kimin yaptığını biliyor ve gereğini yapmıyorsa ikinci ayıptır. kimin yaptığını biliyor, ama hakkından gelemiyorsa bu üçüncü ayıptır ve o zaman devlet bitmiştir.
“ÇORUM OLAYLARI RAPORU”NDA “BİR GENERAL”İN ROLÜNE DİKKAT ÇEKİLİYOR
Çorum olaylarında da sıkıyönetim var. Mahalleler yanmış, camiler kundaklanmış, Çorum yanıyor. Orhan Eren İçişleri Bakanı, İsmail Dokuzoğlu Emniyet Genel Müdürü, Sedat Celasun Jandarma Genel Komutanı.
Demirel İçişleri Bakanı’nı çağırıyor, “Emniyet Genel Müdürünü ve Jandarma Genel Komutanı’nı al, Çorum’a gidin. Çorum hadiselerini kim yapıyor, yerinde tâkip edin” emrini veriyor. Peşinden bu üç isim Çorum’a gidiyorlar, hadiseyi yerinde tetkik ediyorlar. Dönünce üçü de gelirler. İçişleri Bakanı Eren, “Sayın Başbakanım, Çorum’daki araştırmalarımızın sonucunda hadiselerin sebebinin oradaki bir general olduğu görülüyor. Maalesef Çorum’da durum vahim” diye rapor veriyorlar.
Bunu üzerine Demirel, “Üçünüz birlikte gidin, Kenan Paşa’ya Çorum ile ilgili raporunuzu verin. Hem sözlü hem yazılı olarak” tâlimatını veriyor. Jandarma Genel Komutanı Celasun hemen garip bir şekilde hemen araya girip, “Sayın başbakanım izniniz olursa onlar zahmet buyurmasınlar ben Genelkurmay Başkanı’na bilgi vereyim” diye izin istiyor. Demirel, “Hayır, üçünüz birlikte gideceksiniz!” diye tâlimatını tekrarlıyor…
Buradan da anlıyoruz ki ihtilâle karar vermişler. İkinci Ordu Komutanı Bedrettin Demirel’in daha sonra söylediği “Bu işe bir yıl önce karar verildi, iş olgunlaşsın, el koyduğumuz zaman millet oh desin diye bir takım hadiseler bile bile önlenmedi” itirafını bir defa daha ortaya koyuyor…
DEMİREL: “MİLLETE ÜMİTSİZLİK AŞILAMAYACAĞIZ”
Yine sene 1979, Ecevit iktidarında sayın Demirel yurdun muhtelif vilayetlerine gidiyor, mitingler yapıyordu. Bir miting için İstanbul’da idik. Anadolu yakasında Ispartalı bir işadamının evinde dar çerçevede bir akşam yemeğinde Sayın Demirel, Hüsamettin Cindoruk, Vefa Poyraz, Saadettin Bilgiç, Feyzullah Değerli, Prof. Dr. Ayhan Songar, Numan Uzun, Ekrem Ceyhun, Sabit Batum, Turgut Özal ve ben vardım. Sayın Demirel, “arkadaşlar yemekten sonra çay içerken bir konuyu tartışmamız lazım” dedi. Konu, “Ecevit hükümetinden ülke nasıl kurtulur”du.
Ben o zaman herkes ne konuştuysa onu not almıştım. Herkes söz aldı, fikrini söyledi. O sırada Madeni Eşya Sanayicileri Başkanı olan Turgut Bey de konuştu. “Ben pek iyimser değilim. Türkiye’de Ecevit iktidarı gitmeyecektir. Ecevit iktidarı Marksisttir. Ecevit Türk sanayiciliğini bitirmek istemektedir, ülke komünizme doğru gitmektedir. Ben bundan ümitsizim” diye konuşmuştu.
Hiç unutmam, ne konuşulduysa yazmıştım; rahmetli Demirel, “Turgut Bey çok kötümsersin” demişti. O da, “Sizin çizdiğiniz pembe tabloya ben iştirak etmiyorum” diye karşı çıkmıştı. Bunu üzerine Demirel, “Öyleyse, ümit yoksa biz buradan dağılalım…” diye tepki göstermiş, “Halk pessimisttir (kötümser), halk ümitsizliğe kapılır, millete ümitsizlik aşılamayacağız ve göreceksiniz bu hükümet gidecektir” diye açık bir öngörüde bulunmuştu. Demirel’in dediği çıktı…
“ANARŞİYİ ÖNLEME GÖREVİ SIKIYÖNETİMDE”
12 Eylül öncesi sürecinde kamuoyunda 1979’da kurulan Adalet Partisi azınlık hükûmeti, yoklukların, kuyrukların ve bütün sorunların üstesinden geldiği halde, anarşinin bir türlü durmaması hep tartışılır. Nedenini anlatır mısınız?
Bilindiği gibi bütün bunlar, Ecevit’in Adalet Partisi’nden 12 kişiyi ayartıp da kurduğu 22 aylık “‘hotel-motel hükümeti”nde başgösterdi. Bundandır ki Ecevit hükûmetine, “yokluklar, kıtlıklar ve kuyruklar hükümeti” denilirdi. 1979’un 14 Ekim’de ara seçimler yapıldı. Adalet Partisi, 50 senatörlüğün 34’ünü, 5 milletvekilliğinin 5’ini kazandı. 16 Ekim’de Ecevit çıktı “İstifa ediyorum, halk Adalet Partisi’ni istiyor” demecini verdi. Süleyman Bey partinin Meclis grubuna geldi, “Arkadaşlar, bu bizim üzerimize kaldı” diye konuştu.
Birtakım arkadaşlar, “Biz hükümet kurmayalım, seçim olsun tek başına iktidara geliriz” düşüncesindeler. Şimdi 50 senatörlüğün 34’ünü 5 milletvekilliğinin 5’ini alınca böyle düşünülmesi de normaldi. Zira Türkiye’nin her tarafında “Demirel” sesleri yükseliyordu. Demirel dedi ki, “Arkadaşlar, bize henüz hükümet kurma yetkisi verilmedi ama Ecevit ‘millet Adalet Partisi’ni istiyor’ derse, biz ‘Hayır hükümet kurmayız’ diyemeyiz. Bu yokluklarda, bu kıtlıklarda parti yıpranacak. Ama ülke elden gidiyor. Bize hükümet kurma yetkisi verilirse biz bu arayışa gireceğiz. Burada parti zarar görebilir, biz zarar görebiliriz. Biz bu günler için varız. Partimiz bu günler için var. Kimseye hükümeti neden kurmadığımızı anlatamayız” dedi.
Ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Sayın Demirel’e hükümet kurma yetkisini verdi. 1979 senesinin 12 Kasım’ında 12 Eylül öncesi Demirel’in Adalet Partisi hükûmeti kuruldu.
Ondan önce 12 aydır devam eden Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu toplantıların bildirileri neşrediliyordu. O tarihlerde anarşi günden güne azalmaktayken, Sıkıyönetim Komutanları Koordinasyonu bildirilerinden âdeta pembe tablolar çiziliyordu. O günlerdeki gazeteleri tararsanız “Anarşi can çekişiyor’, ‘Silahlı Kuvvetler duruma hâkimdir” gibi pembe tablolar çizen manşetler vardı...
“ÜÇ AYIBI ORTADAN KALDIRMAK İÇİN HÜKÛMET KURULDU”
Sayın Demirel, darbeden sonra dar çerçevede anlatmıştı: “Güvenoyu almadan Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu’nu topladım. Değerli komutanlar, biz eğer hükümet kurar ve güvenoyu alırsak üç ayıbı ortadan kaldırmak istiyoruz. Devlet, bu anarşi hadiselerini kimin yaptığını bilmiyorsa ayıptır. Bu anarşiyi ve bu adam öldürmeleri kimin yaptığını biliyor ve gereğini yapmıyorsa ikinci ayıptır. Ve bu anarşiyi ve adam öldürmeleri kimin yaptığını biliyor ama hakkından gelemiyorsa bu üçüncü ayıptır ve o zaman devlet bitmiştir. Bu üç ayıbı ortadan kaldırmak için hükümet olacağız. Güvenoyu alırsak bu minval üzere devam edeceğiz” diyor.
Mâlum daha sonraki günlerde Sayın Demirel güvenoyu aldıktan sonra, Genelkurmay Başkanı Evren, Cumhurbaşkanı’na “uyarı mektubu” veriyor ve “uyarı mektubu/muhtıra” Ocak ayı başında Demirel’e veriliyor. Demirel, “Ben o zaman sordum, biz henüz 1,5 aydır işbaşındayız. 1,5 ayda ne yaptık da ülkeyi bu duruma getirdik?” diye tepki gösteriyor. “22 aydır neredeydiniz?” diye Kenan Paşa’ya soruyor. Devamında, “Bizim mücadele etmek istediğimiz iki şey var; birisi kıtlık, diğeri anarşidir…” diyor.
Daha sonraki sıkıyönetim komutanları toplantılarında Sayın Demirel “Burada tutulan tutanaklar açıklansın mı?” diye sormuştum; “Herkesten çok ben isterim, bu tutanaklar açıklansın” demişti…
“KOMUTANLARIN BÜTÜN TALEPLERİNİ KARŞILAMAMIZA RAĞMEN…”
Anarşinin neden bir türlü önlenemediği konusunda Başbakan Demirel’in Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu’nda generallerle bir tartışmasından bahsedilir. Komutanlara her türlü imkân ve yetkiyi verdiği sözkonusu toplantıda neler olup bitmiş?
Sözkonusu Sıkıyönetim Koordinasyon Komutanları Koordinasyonu toplantısında olup bitenleri bizzat Sayın Demirel’den nakledeyim: “Toplantıya girdim, sağ tarafıma Devlet Bakanı Ekrem Ceyhun’u, sol tarafıma da Maliye Bakanı İsmet Sezgin’i aldım. Kuruldaki komutanların hepsi Kenan Evren dahil orada. Kısa bir giriş konuşması yaptıktan sonra, ‘Sizi ve sizin isteklerinizi dinlemek üzere bu toplantıdayız’ dedim. Komutanlar sırayla, ‘Sayın Başbakan; bizim askerlerimiz çatışmalara giriyor, gerekli çelik yelek yok. Hemen Ekrem Ceyhun’a dedim ki, ‘Yaz, yarın sabah bir kurye Almanya’ya gidecek. Kaç tane çelik yelek isteniyorsa gümrük mevzuatına takılmadan, akşama burada olacak.’
“Bir diğer komutan da, ‘Olaylara yetişebilecek yeteri kadar motorlu aracımız yok; dolayısıyla hadise oluyor, askerleri sevketmekte sıkıntı yaşıyoruz’ dedi. Yine Ceyhun’a ‘Yarın sabahtan itibaren ülkenin bütün kurumlarının bütün araçları sıkıyönetim komutanlıklarına tahsis edilecektir’ tâlimatını yazdırdım.
“Bir başka komutan, ‘Sayın Başbakan, biz tayin ve nakil yapıyoruz, gönderdiğimiz subaylar gittikleri bazı Doğu vilayetlerinde ev kiralamakta sıkıntı çekiyorlar. Dolayısıyla âilelerini götüremeyince bir sıkıntı meydana geliyor. ‘Ne kadar para gerekiyor?’ diye sordum, Bir rakam söylediler. Maliye Bakanı Sezgin’e, ‘Yarın sabahtan itibaren tamamen mesuliyeti bana ait olmak üzere yüzbaşılar baz alınmak üzere, tayin ve nakillerde istenilen ücreti vereceksiniz…’ emrini verdim…” Ve bizzat tâkipçisi olup bütün taleplerini yerine getirdim. Buna rağmen anarşiyi önlemediler, oyaladılar…
“ASKERE SOĞUK GAZOZ PARASI BİLE TAHSİS ETTİK”
“Komutanların talepleri” arasında Demirel’in naklettiği bir husus, o dönemde askerin anarşiyi önlemede ayak sürüdüğünü açığa çıkarıyor. Demirel anlatıyor: “Bu arada bir diğer komutan da demesin mi ki; ‘Sayın Başbakan biz bankaların önünde askerlerimizi bekletiyoruz ama o kadar sıcak yaz günlerinde bankayı bekleyen asker yanındaki büfeden bir soğuk meşrubat içmek için gidiyor, yanında parası yok. Bu arada banka soygunu oluyor. Buna karşı “Âdeta kaynar su başımdan döküldü” diyor Demirel. “Değerli komutan, gazoz parası olarak kaç lira istiyorsunuz?” diye soruyor. Ve “Askere soğuk gazoz parası’ diye tahsis ettik” diyor.
Neticede hiçbir bahane kalmıyor. Hatta Demirel, “Ülkeyi kim bu hale getiriyorsa, isterseniz “vur emri’ verin” diye konuşuyor. “Biz Bakanlar Kurulu olarak kanun hükmünde bir kararname çıkardık. Genelkurmay’a dedim ki ‘Türkiye’yi bu hale getiren insanların isimlerini on beş gün içerisinde yazın. Bir liste hazırlanarak adları dahil edilenlerin şu tarihe kadar sıkıyönetim komutanlarına teslim olmamaları halinde vur emri çıkarılacaktır’ şeklinde.
Bundandır ki, Demirel, ‘Vur emri’ verdik. Bunlar Mustafa Muğlalı hadisesinden dolayı korkuyorlar. ‘Siz kötü olmayın Bakanlar Kurulu kötü olsun’ dedik. Bunun karşılığında sizden tek bir şey istiyorum, anarşi bitecek’ dedim. Daha ne yapayım ben” diyordu...
Haber Merkezi