1980'de başbakan Demirel’in bir telefonuyla hac kontenjanı 80 binden 135 bine çıkarılmıştır. Müracaat eden herkes o yıl gitmiştir. Hacca gidişte en yüksek sayıdır. Demirel’in Suudilerle olan iyi ilişkileri bunu sağlamıştır.
1977’de AP milletvekili OLAN recep özel ANLATIYOR ( 9 )
“70 SENTE MUHTAÇ DA OLSAK VATANDAŞLARI HACCA GÖNDERECEĞİZ”
Bu arada merhum Demirel’e dair isterseniz ilk olarak yıllardır çarpıtılan konuların başında gelen 1977 Haccındaki “70 sent hâdisesi”nin aslı ne idi? Bu siyasî töhmet ve tartışmanın içyüzünü açıklar mısınız?
5 Haziran 1977’de seçim oldu, 13 Haziran’da Meclis’te yemin edildikten kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Bülent Ecevit’e hükümeti kurma görevi verdi. Ecevit güvenoyu alamayınca hükümeti kurma görevi bu kez Demirel’e verildi. Demirel, 226 oyu bularak güvenoyu aldı. Ve bu arada Demirel hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra Hac mevsimi geldi. -O zamanlar döviz büroları yoktu, Hacca gitmeye hak kazanan vatandaşlara bankalardan belli miktarda döviz tahsisi yapılırdı.- Hac mevsimi yaklaşınca vatandaşlar bankalara gidiyorlar, dövizin ilerleyen günlerde verileceği cevabını alıyorlar.- Bunun üzerine milletvekillerini sıkıştırıyorlar. Milletvekilleri de ilgili bakanlara söylüyor, bakanlar da Başbakan’ın tâlimatını beklediklerini iletiyorlar. Hac için 135 bin kişi müracaat etmiş, ancak 80-85 bin civarında da kontenjan var.
İşte bu esnada Adalet Partisi grup toplantısında, rahmetli Demirel, “Arkadaşlar, buraya gelmeden önce devletin bir takım meselelerini hallederek geldim. Takdir edersiniz, dövizde bir takım hareketlenmeler var. Buraya gelmeden Sağlık Bakanlığı’nın ilâçla ilgili istediği döviz tahsisini yaptım. Burada da sizin beklediğiniz cevabı vereceğim. Bu milletin çimentosu İslâmiyettir. Benim vatandaşım harmanda hasadını kaldırmış, tarlasını işlemiş, üç-beş kuruş para kazanmış, bunlardan bir miktar tasarruf etmiş, ‘Hacca gitmek nasip olur mu?’ diye de bir kenara koymuş. Vatandaşlarımız Hac farizası için kontenjana girmişse, bunu açıkça söylüyorum Türkiye 70 cente dahi muhtaç olsa, hiçbir arkadaşım endişe etmesin ki 70 milyon dolar önümüzdeki hafta tahsis edilecektir ve vatandaşlarımız Hacca gönderilecektir” diye konuştu.
Akabinde de, “80-85 bin civarında kontenjan var, ama 135 bin civarında müracaat yapılmış, Suudilere telefon ettim, kontenjanın 135 bin kişiye çıkarılacağı kanaatindeyim, haber bekliyorum” diye ekledi.
Size şunu iftiharla söyleyebilirim ki, Sayın Demirel’in bir telefonuyla Hac kontenjanı 135 bine çıkarılmıştır. Müracaat eden herkes o yıl gitmiştir. Hacca gidişte en yüksek sayıdır. Dikkatinizi çekerim, bu güne kadar ülkemizden 135 bin kişi bir defada Hacca gitmemiştir. Zira Demirel’in Suudilerle olan iyi ilişkileri bunu sağlamıştır. Sayın Demirel’i Körfez ülkelerinde de çok severler.
Kısacası, Demirel, “70 sente muhtacız” demedi, yeni devraldığı hükûmette “70 sente muhtaç hale gelsek dahi vatandaşlarımızı Hacca göndeririz” dedi; ve 80-85 bin civarındaki Hac kontenjanını 135 bine çıkararak o sene müracaat eden bütün vatandaşlar hacca gönderildi. Bu açıdan yıllardır bazılarının dillerinde pelesenk ettikleri “Demirel’in ülkeyi 70 sente muhtaç ettiği” isnadı büyük bir çarpıtma ve iftiradır…
DEMİREL’LE UMRE ZİYÂRETİ VE KÂBE’NİN KAPISININ AÇILMASI
Bir de 1979’da merhum Demirel’in kamuoyunda pek bilinmeyen sizin de bulunduğunuz Hac ziyareti ve Kâbe’nin içine girip duâ etmesi meselesi var…
1979 yılında Sayın Demirel azınlık hükümetini kurunca, Suudi Arabistan’da güçlü bir vakıf statüsündeki “Râbıtat-ül Âlem-i İslâmî” adlı çok güçlü kuruluşun yöneticilerinin Türkiye ziyâretleri oldu. O esnada Milli Selâmet Partisi Şanlıurfa milletvekili rahmetli Salih Özcan bana geldi, “Sayın Demirel’i Suudî Arabistan’dan gelen Râbıtatül Âlem-i İslâmî heyetiyle birlikte ziyaret ettik. Kendisini bu yıl içerisinde Hacca dâvet ettiler. 17 kişilik bir heyet tesbit edildi, o heyetin içerisinde sen de varsın” dedi. Ancak 12 Eylül İhtilâli olunca bu Hac farizası gerçekleşemedi. İhtilâl olmasaydı Demirel dâvete uyup Hacca gidecekti.
Sayın Demirel 1991’de SHP’yle beraber koalisyon hükümetinin başında iken1992’de ancak Umre ziyâretinde bulunabildi. O zaman Türkiye’nin en büyük kuruluşu olan TÜPRAŞ’a beni yönetim kurulu başkan vekili olarak atamıştı. Bir gün beni çağırdı; Körfez ülkelerine yapılacak bir geziden söz etti. “İş adamlarından, gazete sahiplerinden, gazetelerin genel yayın yönetmenlerinden oluşan yaklaşık 300 kişilik büyük bir heyetle bir gezi yapacağız, TÜPRAŞ’ı temsilen sen de gel” dedi.
25-29 Ocak 1993 arasında Kuveyt’ten başlayan gezide, Yeni Asya’yı temsilen Mehmet Kutlular Ağabey de bulunuyordu. Kuveyt’e indik. Bir gece devlet misafirhanesinde kaldık. Ertesi gün Riyad’a geçtik. Hatta o günlerde Uğur Mumcu suikastla katledilmiş, Türkiye’de bir takım yerlerde toplantılar, gösteriler yapılıyor.
Demirel, Riyad’dan Türkiye’deki bu hadiseleri saati saatine tâkip ediyordu. Akşam üzeri birkaç bakan arkadaşımız ve birkaç işadamıyla beraber Sayın Demirel odasındaydık. Onlar gittikten sonra, “Sayın Başbakanım, sizi Suudi hükümeti çok yakından tanır ve sever, eğer uygun görürseniz, Umre ziyaretinde Kâbe’nin kapısını açmalarını söylerseniz, sizi kırmazlar. 1977 yılında Hac kontenjanı 85 bin olduğu halde sizin bir sözünüz üzerine 135 bine çıktı” diye takdiri kendisine bıraktım.
Ertesi gün saat 9.30 civarında özel kalemden Hayrettin Gökdemir Bey aradı; “Sayın Başbakan sizi çağırıyor” diye. Daha kapıdan girer girmez, ‘Hadi gözün aydın’, muradın gerçekleşecek, Suudi Kralı Kâbe’nin içini açacak, kimseye bahsetme” müjdesini verdi. Ben çocuklar gibi sevindim, tâbi kimseye de bahsetmedim. O gün Riyad’ta görüşmelerden sonra Medine-i Münevvere’ye geçtik. Peygamberimizin (a.s.m.) kabrini ziyaret ettik. Mescid-i Nebevi’de hep beraber namaz kılındı, dua edildi.
Daha sonra 27 Ocak’ta Medine’den Cidde’ye geçtik. Cidde’de İntercontinental Otel’de bütün işadamları ve heyetle birlikte, Umre için ihrama girdik. Cidde’den Kraliyetin tahsis ettiği özel arabalarla Kâbe’ye varıldı. Kâbe’ye varıldığında güvenlik Kâbe’nin etrafında tedbir aldı ve Demirel’le giden heyet, Hacerü’l-Esved dahil çok rahat ziyaret etme imkânı buldu.
Kapının açılacağını bildiğim için Kâbe’nin kapısının önünde durdum. Birkaç basamak merdiven konuldu ve “altın anahtar”la Kâbe’nin kapısı açıldı. Demirel, koruma müdürü, bir iki bakan arkadaşla birlikte 8-9 kişiye içeriye girmek nasip oldu. İçeri girince tabii heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Kâbe’nin bütün duvarlarına elimi sürdüm. Demirel’in özel danışmanı İlnur Çevik de vardı. Bana “Ağabey ne yapacağız” diye sorunca; “İstediğin tarafa yönelip namaz kıl” dedim. Kâbe’nin ortasında tam merkezde olmayan bir sütun var. Sütunun yanında bir sanduka var. İçerisinde öyle tahmin ediyorum ki Hac mevsimi zamanında Kâbe’nin temizliğinin yapıldığı malzemeler vardı. Duâ ettikten sonra dışarı çıktık. Sevincimizin tarifi yoktu. Kâbe’nin kapısı Sayın Demirel’in bir telefonuyla açılmıştı.
Ancak vefâtından sonra Yeni Asya’ya verdiğim ilânda bunu belirttim. Demirel bu tip şeyleri söylemezdi. “Biz siyaset adamıyız Recep, bunları söylersek istismar mânâsı çıkabilir” diye çok hassasiyet göstermiştir, hiçbir zaman bahsetmemiştir. Ama bunu açıklamak artık benim için bir vecîbeydi…
SELİMİYE’DE SABAH NAMAZI
1979 yılıydı. Esasen sayın Demirel gittiği yerde kalıyorsa sabah namazlarını mutlaka selâtin camilerinde, çok dar çerçevede kılardı. Edirne’de, “Sabah namazına Selimiye’ye gideceğiz, ona göre hazırlık yapın” demişti. Ekrem Ceyhun da vardı. Sadece koruma müdürü ve şoför vardı. Sayın Demirel sadece her gittiği yerde sabah namazlarına gitmiştir. Ama medyaya duyurulmamış, kendisi de bahsetmemiştir. Kimseye haber vermemiştir. Bunun üzerinden siyasî spekülasyonların yapılmasını ve siyasete malzeme olmasını istememiştir...
Haber Merkezi