Çevre eski Bakanı Hamdi Üçpınarlar, Demirel’i ve demokrat misyonu anlattı.
TÜRKİYE SEVDALISI VE SON DERECE DEMOKRATTI
Merhum Süleyman Demirel’le uzun yıllar çalıştınız, demokrasi mücadelesini birlikte verdiniz. Öncelikle Sayın Demirel hakkında neler söylersiniz?
Sayın Demirel’i 1968 yılında siyasî hayata adım attığım tarihte tanıdım. 1968 yılında Adalet Partisi Çankaya Gençlik Kolları Yönetim Kurulunda görev almak suretiyle aktif siyasetin içine girmiştim. Ve o yıllarda sayın Demirel’i de yakından tanıma imkânına sahip oldum. Hakkın rahmetine kavuştuğu güne kadar tâkip edebildiğim ve siyasî alanda olsun, devlet hizmetinde olsun, beraber çalıştığım Demirel’i anlatmak çok zor.
Kısa ve öz olarak şunu söyleyebilirim. Süleyman Demirel öncelikle ülke ve millet sevgisiyle mücehhez, demokrat ve inancı tam olan Türkiye sevdalısı bir insandı. Türk insanı ve toplumuna karşı borcu olduğu inancıyla hep hizmet etmeye çalıştı. Nitekim yaptığı hizmetlere baktığınız zaman hep insanı ön plana çıkarmıştır. “Benim vatandaşım hür olmalı” demiştir. Türkiye’de ilk defa 1965 yılında Sakarya’da, “Benim vatandaşım göğsünü gere gere ben Müslümanım diyebilmelidir” demiştir. İnancı olan insanlara karşı yapılan saldırılara hep göğüs germiştir.
Yine hizmet ettiği süre zarfında ülkenin kalkınabilmesi için hangi safhalardan geçmesi gerekiyorsa onu yapmaya çalışmıştır. Nitekim 1965’li yıllarda Türkiye’nin sanayileşerek büyümesi gerektiğini söylemiş, sanayiye önem vermiştir. Teknolojiye önem vermiştir. Yani dünya safhaları hangi noktadaysa onları iyi değerlendirmek suretiyle Türkiye’ye hizmet etmeye çalışmıştır.
Demirel, insan sevdalısı bir demokrattı. İstişâreye çok önem verirdi. Meselâ Genel İdare Kurulu’nda bütün arkadaşları büyük bir sabırla dinlerdi. Onların fikirlerine hürmet ederdi, istifade etmeye çalışırdı. Neticede ortaya konulan fikirlere kendi fikrini de katmak suretiyle yoğururdu. Son derece demokrat birisiydi.
Birçok devlet adamını tanıma imkânı buldum. Şunu çok açık söyleyebilirim; Demirel kadar demokrat bir başkasına rastlamadım. İstişâreye önem veren ve demokratlığını muhâfaza eden bir siyaset ve devlet adamıydı…
“HERKES GÖĞSÜNÜ GERE GERE ‘BEN MÜSLÜMANIM’ DİYEBİLMELİDİR”
Biz gençlerimize şunu öğretmeliyiz. 1920’li yıllardan 1950’li yıllara kadar Türkiye neydi? 1950’den 1970’e kadar Türkiye neydi? 1970’ten 1980’e, 1990’a ve 2000’lere kadar Türkiye nasıl geldi? Esas bunların tartışılması lâzım.
Ben 1960’lı yıllarda Bursa’nın merkezinde ortaokul talebesiyken okula gidebilmek için beş kilometre yol yürüyordum. Lisede okurken yedi kilometre yol yürüyordum. Çünkü servis yoktu, araba yoktu, ring seferleri yoktu. Bursa’nın merkezinde okudum, lise tahsili de dahil olmak üzere. Şimdi çocuklarımız bir kilometrelik mesafeye bile servislerle gidiyor. Bunları anlatalım çocuklarımıza.
Maalesef toplum ülkesini tanımıyor. Nereden geldiği bilincinde değil. Şimdi ben tabiî bunun eksikliğini hissediyorum.
Yıllarca Türkiye’de “din dersi olsun mu olmasın mı” tartışmaları yapıldı. Böyle bir Türkiye olur mu? Başörtüsü tartışmaları yapıldı Türkiye’de maalesef. Ben o zaman da Meclis kürsüsünden söyledim bunları. Yani “din dersi konulsun mu konulmasın mı”, “başörtüsü olsun mu olmasın mı”, bunlar Meclis’te tartışılmaz. Ne yazık ki hâlâ da bunlar siyasî arenada malzeme yapılıyor.
Gelin memlekete hizmet götürelim. Yani sen benim kardeşimin başörtüsünden ne istiyorsun? Sen benim inancımla ilgili niye tereddütte bulunuyorsun? Niye dinini öğrenmesin benim çocuğum? Niye din bilgisinden mahrum kalsın? Bunları hep yapmaya çalıştık. 1960 darbesinden sonra Türkiye’de inançlara karşı bir savaş başlatılmıştı. Türkiye, Demirel’e Sakarya’da “Benim vatandaşım göğsünü gere gere ‘Elhamdülillah ben Müslümanım’ diyebilmelidir” sözünü söyleten şartlardan geldi.
ÜÇ BARAJDAN 200 BARAJA, ÜÇ ÜNİVERSİTEDEN 77 ÜNİVERSİTEYE
Şunu da belirteyim ki, o günkü şartlarda yapılan siyasetle bugünkü şartlarda yapılan siyaset arasında çok fark var. O gün siyasette saygı vardı, mücadele azmi vardı. Bugün toplum dejenere oldu. Bir de meselâ bugün elektrikleri kullanabiliyorsak, ışıl ışıl gezebiliyorsak bu, Sayın Demirel’in 1960’lı yıllarda temelini attığı barajlar sayesindedir. Türkiye nerelerden nerelere geldi. 1950 yılında Türkiye’de üç tane üniversite ve üç tane baraj vardı. Hastane sayısı belliydi. Doktor sayısı belliydi. Bizim bunları yeni yetişen nesillere öğretmemiz lâzım. Bunların ders olarak okutulması gerektiği inancındayım.
Demirel 2000 yılında ülkeyi 200 barajla teslim etti. Üç üniversiteden 77 devlet üniversitesini Türkiye’ye kazandırdı. Yatırımlara baktığınız zaman Boğaz Köprüsü’nden Aliağa’ya, Seydişehir’deki alüminyum tesislerine kadar birçok büyük eser bıraktı. 2000 yılına kadar aktif siyasetin içinde olan Demirel’dir. Türkiye’de istihdam artmış, köylere elektrik, su gitmiş, dahası anarşi yok edilmiş bir Türkiye bıraktı. Ne var ki bütün bunlar çok çabuk unutuluyor…
RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN - MEHMET KARA - MELİH TEKİN