"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Din hizmeti siyasetle değil, irşadla olur

10 Aralık 2018, Pazartesi 02:00
Bediüzzaman gibi Hasan El Benna da “Din hizmetinde siyaset yerine eğitimle ve irşadla gitmek gerekir” diyor.

PROF. DR. AHMET BİLGİN’in RİSALE-İ NUR ENSTİTÜSÜ ANKARA ŞUBESİNDE VERDİĞİ “ADALET VE LİYAKAT” KONULU SEMİNER NOTLARI - 3

Moderatör: Padişaha veya devlet yöneticisine doğruları anlatmak, ikaz etmek bu mesele içinde başka bir yer tutuyor olmalı. Yani muhalefet hakkı isyandan başka bir mesele.

A. Bilgin: Demin azil ve isyan meselesinden bahsettik. Sizin sorduğunuz hususta ise Bediüzzaman Hazretleri bu çağa ve geleceğe ait ölçüyü koymuş. Ne Haydar Ağa ve ne de Haydo. Haydar’a “Haydar” demek. Yani “Hayrul umuru evsatuha”. Yani o vasat çizgiyi muhafaza etmek. Eleştirirken de överken de ölçüyü kaçırmamak.

Hatta Peygamberimiz de (asm) diyor ya. “Siz beni Yahudi ve Hıristiyanların kendi peygamberlerini övdükleri gibi övmeyin. Ölçülü olun.” Övgüde de böyle sövgüde de böyle.

Bediüzzaman’ın dediği gibi “mübalâğa zemm-i zımnidir” ve “mübalâğa ihtilâlcidir”. İslâm her meselede vasat çizgiyi belirlemiştir. Ölçüyü korumak gerekir.

Meselâ, Cenâb-ı Hak tevazuyu emretmiştir. Sınır aşılırsa zillet olur. Vakarı emretmiştir. Sınır aşılınca gurur olur. Allah hakkı ve sabrı birlikte tavsiye etmiştir.

Moderatör: Bunun teknik adı bugün itibariyle demokratik toplumlarda ve insan hakları rejimlerinde muhalefetin meşrû ve kurumsal bir yapı olarak var olmasıdır. Bu hususta ne dersiniz?

A. Bilgin: Hadiste “en iyi iş zalim bir hükümdarın önünde hakkı söylemektir” denilmiştir. Bu bir mü’min vasfıdır. Bu vazifeyi ifa etmek, ama haddi vasatı ihlâl etmemek, kaş yapayım derken göz çıkarmadan tebliğ görevini mutlaka ve mutlaka yapmak lâzım. Eğer bu iş ortada kalırsa hepimizin bildiği ve gördüğü gibi insan şeytan-ı ahraz olur yani “dilsiz şeytan” olur. İnsan “dilsiz şeytan” olmamalı. Hakikati söylemesi lâzım. Tebliğ görevinin de gereği budur.

Onun için, hakikî mü’minin, ajitasyon yapmadan, kişiselleştirmeden, ille de bir adaveti ilham edecek şekilde düşündürmeden İslâmî misyonun gereği olarak söz söylemesi ikaz görevini yapması lâzım. Aksi takdirde hakikî insan olmaz.

Muhalefetin meşrûiyeti ve demokrasi meselesine gelince, Bediüzzaman Hazretleri’nin meşhur sözü var: “Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” yani mutlaka düşüncelerin birbiriyle tesadüm etmesi lâzım ki insanlar bunlardan birini seçebilsin.

 Yalnız demokrasi deyince tabiî bir de “İslâm ile demokrasi ne kadar bağdaşır ve ne kadar bağdaşmaz” meselesi var.

Bu konu 19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın başlarında çok tartışılmış. Bediüzzaman’dan da önce ilk tartışanlar Cemaleddin Efganiler, Muhammed Abduh ve Seyit Rıza çizgisi.

Hatta daha öncesi de var. Mısırlı Mehmet Ali Paşa’nın Fransa’ya eğitime gönderdiği askerî fırkanın başında Rifa'a Tahtavi var. Orada uzun süre eğitim görmüş, geldikten sonra 1850’lerde “İslâm ve demokrasi” hakkında ilk kitabı o yazmış. Bazı yazarlar Rifa'a Tahtavi için “Arap demokrasisinin babasıdır” diyorlar.

Muhammed Abduh İslâm ile demokrasiyi bağdaştırmak için büyük çaba sarfetmiş. “Kur’ân’daki şûrâ demokrasideki meclistir” diyor.

1960’lara gelinceye kadar biliyorsunuz, durum böyle. Bediüzzaman’ın tavrı da ortada. Bu tarihten itibaren ise bağımsız İslâm devletlerinin de ortaya çıkmasıyla İslâm âleminde iki akım ortaya çıkıyor.

Birinin öncülüğünü Seyyid Kutup yapıyor. Tamamen demokrasi düşmanıdır. Uygulamasından hareketle bu yargıya varıyor.

Diğer öncü Mevdudi ise tam tersini savunuyor. Mevdudi demokrasinin İslâmileştirilebileceğini ve hatta İslâm ile bağdaşır durumda olduğunu savunuyor ve hatta bu gerekçenin de tesiriyle İslâm’a hizmet idealiyle bir parti kuruyor.

Biz Bediüzzaman Hazretleri gibi ikisinin ortasını buluyoruz. Bunun için de Peygamberimizin (asm) ölçüsünden hareket edelim. Diyor ki “Huz ma safa, da’ ma keder”. Yani “duru ve doğru olanı al, bulanıklığı olanı terk et”. Başka bir hadiste ise “hikmet mü’minin yitiğidir, nerede bulursa öncelikle alması gereken odur” denmiş.

Demek ki demokrasinin İslâm’a aykırı olmayan taraflarını almak sadece bizim yetkimiz değil, bizim görevimizdir. Aykırı olanlarını da engellemek gerekir.

Hasan El Benna öldürülmeden bir sene önce 1947’de dünyadaki İslâm Ülkelerinin liderlerine mektup yazıyor ve demokrasinin risklerine dikkat çekiyor. Aslında “menfi siyaset” ve “menfi ihtilâf” diyerek Bediüzzaman Hazretleri de bu risklere dikkat çekiyor. Çok partili rejimde toplumun yanlış biçimde bölünmesi ve kutuplaşması riski var. Her bir parti sadece kendi partisinin menfaatini, kendi partisinin düşüncesini veya kendi partisindeki insanların devlette ikbal sahibi olmasını istediği zaman liyakat ortadan kalkar, başka kıstaslar rol oynar. Adalet de yerle bir olur.

Hasan El Benna da bu gerekçelerle din hizmetinde siyaset yerine eğitimle ve irşatla gitmek gerekir diyor.

Nitekim Mısır’daki son hadiselerde bu tartışma yeniden alevlendi, parti kuralım ve iktidara talip olalım düşüncesi galip geldi ve sonuç ortada.

Tunus burada demokrasi tecrübesi açısından farklı bir örneği temsil ediyor. Demokrasinin nimetlerinden doğru bir şekilde yararlanılabileceğini de gösteriyor.

En Nahda lideri Gannuşi iyi bir ilim adamı. Londra’da Liberti derneğinde bu İslâm ve demokrasi konularında yıllar önce bir sempozyum düzenlenmişti. Azzam Et Temimi öncülüğünde. Gannuşi’nin de katkısı olmuştu. Oradaki soru ve cevaplarından anlaşılıyor ki kendisi daima naslara yani Kitap ve sünnete dayanır.

Dikkat ederseniz Gannuşi diğer İslâm ülkelerindeki liderlere de benzemiyor. Görev almadı. İlginç bir liderlik gösterdi. Yeter ki ülke kalkınsın, birlik olsun, hürriyetler gelişsin. Diğer İslâm ülkelerindeki liderlerden farklı bir tutum takındı. Diğerleri ise maalesef her şeyi ve iktidarı başta kendisi için istiyor. Gannuşi daha fazla tolerans ve diyalogdan yana bir lider ve partisi de öyle.

Tunus’u ayrı tutmak ve şu ana kadar iyi bir örnek olarak görmek lâzım. İleride ne olur bilinmez. Babam hep derdi. Bu Müslümanların şeytanı çok daha şiddetli ve daha şeytan bir şeytan. Bu sayede İslâm dünyası düzeni kötüye kullanmayı ve imkânları suistimal etmeyi çok iyi biliyor ve buluyor. Meselâ hayali ihracat meselesi de turizm teşvikleri meselesi de böyle. DPT yıllarındaki tecrübelerim gösteriyor.

Moderatör: 70’li yıllarda İslâmî yayıncılıkta bir gelişme oldu ve ardından da tercüme yayınlar furyası geldi. Bu yayınlar Türkiye’deki İslâmî düşünceyi geliştirdi mi kısırlaştırdı mı? Faydası mı çok oldu yoksa zararı mı çok oldu?

A. Bilgin: Faydasız olduğunu söylemek haksızlık olur. Mutlaka faydası da olmuştu. Gerçekten Türkiye o zamana kadar kapalı devre yaşamıştı. O zamana kadar Türkiye’de münevverler İslâm dünyasında yayınlanan eserlerle pek ilgilenmemişti. Ulaşamamıştı da. Çünkü İslâm Dünyası’yla diyalog ortamı cumhuriyetin başında tek parti dönemi birlikte kesilmişti. 60’lı yıllarda ise bu ihtiyaç görüldü, giderilmeye başlandı, hatta bir furyaya dönüştü.

Fakat Türkiye’de birçok konuda olduğu gibi bu konuda da hadd-i vasat muhafaza edilemedi. Bu tercüme kitaplar da böyle. Bir süzgeçten geçirilmedi. Ehl-i sünnetin çizgisine uyarlanmadı. Meselâ Kaddafi’nin Yeşil Kitab’ı Libya Büyükelçiliği tarafından bedâvâ dağıtıldı, yayıldı.

Bir de Ehl-i sünnet deyince bu günlerde başka şeyler de anlaşıyor. Ehl-i sünnet bir fırka değildir, sun’î bir grup değildir, bir cadde-i kübradır. Sırat-ı müstakimdir. Hatta Şiîler de bir manasıyla ehl-i sünnettir. Ayrılıkları değil birlik noktalarını görmek ve birliğe dâvet etmek gerekir. Tercüme kitaplar maalesef bu hassasiyeti gözetemedi.

Kendi ülkesinde din adına yaptığı siyasî mücadeleler sonucunda haksızlıklara maruz kalanların yazdığı kitaplardaki aşırılıklar o şartlara göre doğru da olsa Türkiye fikir âlemi için faydadan çok zarar verdi ve veriyor. Meselâ Said Havva veya Seyyid Kutup’un kitapları böyledir.

Bir de Arapça bilenlerin azlığı sebebiyle yanlış tercümeler oldu ve oluyor. Bu da zarar veriyor.

Özetle bu kitaplarla bir hareket ve dinamizm geldi, ama kontrol edilemedi, amacını aştı. Cumaya karşı çıkanlardan tutun, tarihteki büyük şahsiyetlere dil uzatanlara kadar bir sürü yanlış fikirler Türkiye’nin fikir akımlarını olumsuz etkiledi. O yönden de zararı oldu.

Moderatör: Tercüme kitapların ve yerli fikir akımlarının günümüze ve geleceğe etkisi ne olacaktır? Bize ne düşer?

A. Bilgin: Türkiye zaman zaman zor dönemler yaşamıştır. Dönemsel olarak mevsimsel olarak sıkıntılar yaşamıştır, adeta cendereden geçmiştir. Fakat bütün o dönemlere baktığımız zaman, bunu hep söylüyorum, bir ümit vardı. Orada, bu ümmete, bu topluma rehberlik edecek şahsiyetler vardı. En büyük güçlere karşı bu büyük dâvâ adamları karşı koymasını bildiler, uğraş verdiler.

Bugün bir yerde biz de onların eserleriyiz. İşte Bediüzzaman Hazretleri bunların başında gelir.

Ha, mensup olalım veya olmayalım, ama çalışmalarını takdir ettiğimiz başka büyük şahsiyetler de var. Meselâ Süleyman Hilmi Tunahan Kur’ân’a hizmet etmiştir. Meselâ Necip Fazıl başka bir alanda çalışmalar yapmış.

Fakat bu dönemde bu şahsiyetleri göremiyoruz. O yönden bir anlamda bir kaht-ı ricali yani adam gibi adam kıtlığını da yaşıyoruz.

Moderatör: Esasen Risale-i Nur bir şahs-ı manevidir yani sizin tarif ettiğiniz ve ihtiyacını hissettiğiniz manada bir şahsiyettir ve vazifesini ifa etmeye devam ediyor, ama demek ki onun da önünde bazı bulutlar var, perdeler var, sıkıntılar var.

Risale-i Nur’un manevî gücünü ve kapasitesini ortaya koyup güçlendirecek olan yine bizleriz. Hem devlet yönetiminde, hem toplum hayatında ve hem de ferdin şahsî hayatında imanını takviyede ve İslâm’ı yaşama gayretinde büyük vazifesi var.

Bizler Risale-i Nur Enstitüsü’nde bu gayreti gösteriyoruz. Sizleri de dâvet ediyoruz ve bu hizmetimizde destek olmanızı arzu ediyoruz. Böylece hem biz faydalanıyoruz hem de dinleyicilerimiz bu farklı bakış açılarından daha fazla istifade edebiliyorlar.

A. Bilgin: Evet bu çalışmalar ümit verici. Sizleri tebrik ediyorum. Duâ ediyorum. Hayırlı hizmetlerinizi destekliyorum. Dâvetinizden memnun oldum. Hürmetlerimi sunarım.

-SON-

 

 

Okunma Sayısı: 4276
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı