"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dindar bir kürt, asla türk kardeşinden koparılamaz

28 Mayıs 2016, Cumartesi 18:09
Çağın afeti teröre Said Nursî’den çözümler.

Dindar bir Kürdü ümmetten ve Türk kardeşinden ayırmak atomu parçalamak kadar zordur. Ancak dinden uzaklaştırılıp dünyevîleştirilmiş bir Kürdün ümmet bağı da koparılmış olur ve her ayrılık rüzgârı esişinde kopmaya hazır hale gelir.

Bediüzzaman Cumhuriyet döneminde de, meşrûtiyet-istibdat karşılaştırmasında “zorba, otoriter” olarak nitelediği istibdat yönetimine ilişkin söylediklerini, Cumhuriyetin isim ve resimden ibaret kaldığı tek parti rejimi için de, bütün baskılara rağmen ifade etmekten çekinmemiştir. Nitekim Cumhuriyetin, istibdad-ı mutlak (mutlak anlamda zulüm, baskı) laikliğin irtidad-ı mutlak (dinsizlik) şeklinde uygulandığını, medeniyetin sefahat-ı mutlak (nefsî arzuların hakimiyeti) olarak algılandığını ve kanunların ise cebr-i keyfi-i küfriye (keyfi olarak küfre zorlama, kanun ve adalete aykırı küfrî bir baskı yapmak) olarak tatbik edildiğini ifade etmiştir. Ve hürriyet olmadıktan sonra Cumhuriyetin isimden ibaret olacağını vurgulamıştır.

Bu ifadelerin görünürdeki uygulamaları olan, ezanın Türkçe okunmasını, Ayasofya’nın ibadete kapatılmasını, iman ve İslâmı anlatan Risale-i Nur eserlerinin yasaklanmasını şiddetle eleştirmiştir. Bunun yanında Dersim isyanındaki zulümleri ve haksızlıkları çekinmeden eleştirmiş, Şeyh Said isyanını desteklememekle birlikte isyan bastırılırken binlerce masum ve suçsuz insanların da haklarının ihlâl edildiğini belirterek, bunların zulüm olduğunu belirtmiştir.

B- DEMOKRASİ BOYUTU

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğunun devamı olarak dinî sembollerin öne çıkarıldığı bir atmosferde kurulmuş bir cumhuriyettir. Ancak Cumhuriyet olarak kurulmasına rağmen 1946’ya kadar tek partili bir Cumhuriyet olarak varlığını devam ettirmiştir. 1950’lerden itibaren çok partili sisteme geçilmiş, ancak  askerî darbelerin ve resmî ideolojinin etkisiyle askerî ve bürokratik vesayet demokrasinin gelişmesi engellenmiştir.

Cumhuriyetten bir türlü demokrasiye geçemediğimiz için, halkın, özellikle de ulus devlet anlayışı ile ötekileştirilmiş vatandaşlarımızın  temel  hak  ve  özgürlüklerinin kullanılmasında birçok problem ortaya çıkmıştır. Bilhassa problemli bölge olarak Güneydoğu Anadolu’da baskın nüfusu oluşturan Kürtlerin yaşama, mülkiyet, eğitim haklarında, düşünce ve ifade özgürlüklerinde, düşüncelerini yayma hakkında, din ve vicdan özgürlüklerinde vs. birçok problem yaşanmıştır. Kürtlerin kimlikleri ve dilleri yok sayılmış ve baskı uygulanmıştır.

Tabiî olarak Kürtlere bu baskı uygulanırken, aynısı Türklere de uygulanmıştır. Kimlik problemleri dışındaki diğer problemler Türkler açısından da söz konusudur. Tek parti döneminde din üzerindeki baskı, dinin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar bütün Türkiye genelinde uygulamaya konulmuştur.

Demokrasinin üçlü bir sacayağı vardır; Hür seçimler, hukuk devleti, idarecilerin seçimle gelmesi. Çağdaş insanın ve gelişmiş toplumların geliştirebildikleri, şimdilik en iyi idare biçimi demokrasi olarak gözükmektedir.

İnsanın duygu ve kabiliyetleri hürriyet ve demokrasiyle maddî manevî gelişme imkânı bulur. Kişi ancak hür bir ortamda insan olmanın gereği olan temel hak ve özgürlüklerine kavuşarak, insanî bir hayat sürebilir.

Eğer demokratik bir düzen olmazsa, tek görüş, tek fikir, zorba ve tekelci bir anlayış hüküm sürer, temel hak ve özgürlüklerden yoksun, “hayvanî” bir hayat söz konusu olur. Kuvvet hakim olur, kanun hakimiyeti söz konusu olmaz. Keyfi uygulamalar artar. İdareye hakim olanlar, keyiflerine göre devleti yönetir. Zulümler, haksızlıklar artar, “Kuvvetli olan her zaman haklıdır” mantığı işler.

İşte demokrasinin olmayışı ve geç geçişimiz problemlerin artmasına sebep olduğu gibi, bu halin devamı problemlerin çözümünü de güçleştirmiştir. Tek partili dönemin baskıcı, despot, hukuksuz, zorbalığa dayalı uygulamaları Kürt sorununun derinleşmesine ve vücutta virüs için uygun bir zemin hazırlanmasına sebep olmuştur.

Çok partili dönemde ise Türkiye Cumhuriyeti, askerî ve bürokratik kurumların vesayetinde sivillerin siyaset yapma alanının çok kısıtlı olduğu bir cumhuriyet olarak yola devam etmiştir. Tek partili dönemde hiç olmayan sivil siyaset alanı, çok partili dönemde sınırlı ve kontrollü bir alana hapsedilmiştir. Böyle bir ortamda demokrasi, temel hak ve özgürlüklerle ilgili hâlâ gün yüzüne çıkmamış birçok hak ihlâli söz konusudur. Yani tek partili dönemde vücuda giren hastalık zamanla vücutta kendisine yer bulmuş ve çok partili dönemde ise görünür hale gelmiştir. Irkçılığın beslendiği, geliştiği ve serpildiği rejimler, tek partili rejimlerdir, hele bir de ulus devlet anlayışı gereği, dominant ırk yüceltilip kutsallaştırılarak dinin yerine ikame edilmeye çalışılmış ise, hastalığın alevlenmesi için bulunmaz ortamlar oluşmuştur.

Bir ırk ne kadar kutsanır ve bu konuda vurgu yapılırsa, o toplumda çekinik durumdaki ırklar için o kadar uygun bir zemin oluşmaktadır. Sosyolojik gerçekler ırkçılığın ırkçılıkla bastırıldığı ve yok edildiği bir gerçekliği bize göstermemektedir. Irkçılığın panzehiri adalet, eşitlik ve hür iradeyi esas alan özgürlükçü rejimlerdir. Böyle bir sistemi kuramadığımız müddetçe, “sivrisineklerin” hortumlarının ne kadar can acıttığını tartışmaktan ve “Toptan mı öldürsek, yoksa tek tek veya grup olarak mı öldürsek daha etkili olur?” polemikleriyle zaman geçirip problemi daha kronik boyutlara taşımaktan kurtulamayız. Yani evimizin içindeki sivrisinek üreten bataklık devamlı üretimde bulunacak ve hepimizi rahatsız edecektir.

Bediüzzaman devletin var oluş sebebini, insana, vatandaşa, insanlığa hizmet olarak ifade etmiştir. Devlet, vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayan, maddî ve manevî kişiliğinin gelişmesi için gerekli ortamı hazırlayan bir tüzel kişiliktir. Vatandaşının rahatı ve huzuru için hizmet eden bir yapıya sahip olması gerekir. Demokratik hukuk devleti bunun gerçekleştirilmesi için güvenli bir idare biçimi olarak görülmektedir.

Vatandaşına hükmeden, emirler yağdıran, hayat tarzı dikte eden, nasıl düşünmesi gerektiğine ilişkin telkinlerde bulunan, telkinler kabul görmediğinde tepesine binen, her zaman horlayan devlet anlayışını Bediüzzaman kabul etmemektedir. Böyle bir devlet anlayışı ile Türkiye’de yaşayan insanlar kişiliksizleştirilmeye çalışılmıştır. Ayrı bir etnisiteden olan Güneydoğu’daki vatandaşlar da ötekileştirilerek ve asimile edilmeye çalışılarak, devletin buyurgan, sert, militer yönüyle muhatap olmuşlardır. Bu durum travmatik bir yapının oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Bu anlamda Türkiye’nin demokrasisi ile ilgili olarak, güvenlik endişesi ve ikilemi yaşamadan, bütün kesimlerin üzerinde mutabakata vardığı, kendisini huzurlu hissettiği, yaşanabilir bir demokrasinin standartlarını âcilen hayata geçirmemiz gerekir.

Hak ve özgürlüklerin çekincesiz yaşandığı bir ülkede de ırkçılık ve terör hadiseleri yaşanabilir. Ancak, bunlar lokal ve etkisiz eğilimler olarak kalır.

C- DİNÎ BOYUTU

Toplumlar için din sosyolojik bir gerçekliktir. Toplumun bir arada, birlikte var olması ve moral değerleriyle ayakta kalması açısından din birleştirici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Ayrıca din toplumun var olması ve bekası açısından da sosyolojik bir ihtiyaçtır. Eğer dini bir toplumun içinden çekerseniz yerini sosyolojik anlamda birleştirici özelliği olan diğer bir unsur ile doldurmanız gerekir. İşte Cumhuriyetin ilk yıllarında dine karşı savaş açılmış, din yok edilmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken de, dinin yerine ırkın üstünlüğü ikame edilmeye gayret edilmiştir.

Güneş Dil Teorisi ve kafatası ölçümleri, ezanın Türkçeleştirilmesi, harf inkılâbı, hep bu manayı gerçekleştirmek için yapılmış uygulamalardır. Millet kavramının üç temel unsuru vardır; din, dil, vatan. Bu üç unsurun bir arada olması güçlü bir milleti, birlikteliği ifade eder. Bir toplumu oluşturanlar aynı dili konuşuyor ve aynı dine inanıyorlarsa, vatan diyebilecekleri bir toprakları da varsa orada güçlü bir millet tesis edilebilir. Ancak günümüz açısından bu üç unsurun da bir arada bulunduğu, yani yalnızca aynı ırktan gelenlerin bir arada olduğu, aynı dine inandıkları ve tümünün aynı topraklarda yaşadığı bir topluluk nadiren bulunmaktadır.

Ekonomik, siyasal, etnik veya savaş gibi sebeplerle yaşanan göçler, ticaret, turizm, sömürgecilik vs. dolayısıyla toplumlar artık heterojen hale gelmiş, başka kültür, etnisite ve dinden olan insanların bir arada yaşadığı bir karma toplum görünümüne bürünmüştür. Bunun sonucu olarak, millet kavramının unsurlarından tek bir unsurun bulunması, üçünün birlikte olmasına göre, zayıf da olsa millet kavramının oluşması açısından yeterli görülmektedir. Ülkemizde ulus devlet anlayışının katı ve faşist uygulamaları, Kürt milliyetçiliğini doğurmuştur.

Daha önce ümmet anlayışı içinde kardeş kabul ettikleri Türkleri ayrı bir ırk olarak görmeye, sen ve ben ayrımı yaparak, olaylara bu gözlük ile bakmaya başlamışlardır. Ulus devlet anlayışı ve din yerine ikame edilmeye çalışılan ulus zihniyeti ile Türkiye genelinde Türkleri de dünyevileştirmeyi ve dinden uzaklaştırmayı hedef alan politikalara ek olarak, Güneydoğu Anadolu’da da Kürtlerin dinsizleştirilip dünyevîleştirilmesini hedef alan bir proje uygulanmıştır. Özellikle 1980 ihtilâlinden sonra ortaya çıkan PKK hareketi eliyle, Kürtler bilhassa sosyalist ideoloji ile dinsizleştirilmeye ve dünyevîleştirilmeye  çalışılmıştır. 2016’ya gelindiğinde bu hareketin önemli ölçüde hedefe ulaştığını maalesef görmekteyiz.

Eskiden yabancı bir erkekle görüşmekten bile çekinen, bir erkekle bir arada bulunmayı haram olarak gören Kürt kadını, PKK-HDP aracılığıyla “kadını özgürleştirme” adı altında uygulanan projeler kapsamında, bir meydanda el ele halay çekmeye varacak şekilde evrime uğramıştır. Bu durum bilerek, isteyerek, planlayarak gerçekleştirilmiş bir organizasyondur. Çünkü dindar bir Kürdü ümmetten ve Türk bir kardeşinden ayırmak atomu parçalamak kadar zordur.

Ancak dinden uzaklaştırılıp dünyevîleştirilmiş bir Kürdün ümmet bağı da koparılmış olur ve her ayrılık rüzgârı esişinde kopmaya hazır hale gelir. Cumhuriyetin ilk yıllarında dinin tarihte görülmemiş biçimde hırpalanıp tahrip edilmesi, toplumun dinle olan bağlarının koparılmaya çalışılması dinsiz bir toplum oluşturma amacına matuf çalışmaların bir ürünüdür. Sekülerleşmiş dinsiz bir toplumda ise, insanî değerler ve toplumsal ilişkiler, kaba ve ruhsuz bir hareket kalıbına dönüşmektedir.

YARIN: KANI DURDURMAK İÇİN

KÂZIM GÜLEÇYÜZ - ÖMER ERGÜN

Etiketler: bediüzzaman
Okunma Sayısı: 8386
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı