"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

En büyük hile doğruluktur

09 Şubat 2019, Cumartesi 00:11
Hz. Ali’nin (ra) maslahat için taviz vermeyen, kahramanâne tavrı ve Âlemde şöhret bulan şecaat ve kahramanlığı ile “adalet-i mahza” üzere hareket etmesi “en büyük hile doğruluktur” diye doğruluktan ayrılmaması bütün zamanlarda Müslümanlar için örnek olmuştur.

- Hûlefa-i raşidînin yönetim anlayışı ve tarihte dinin siyasete alet edilmesi (9) -

Dizi - 9: Mehmet Ali Kaya

***

9. 5. Hz. Ali’nin Dini Siyasete Alet Ettirmeme Çabaları

Hz. Ali (ra) zamanında gayet muhtelif kavimlerin Müslüman olması ve birbirine karışması ve muhtelif fikir ve görüşlerin ortaya çıkması ile daha sonra inkişaf eden ve sistemleşen yetmiş üç fırkanin fikirlerinin esaslarını taşıyan o kavimler ve fikir sahiplerinin ortaya çıktığı zamanda Hz. Ali (ra) gibi ilim ve fazilet sahibi, harikulâde cesaret ve ferasetle hareket eden, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi hürmetli ve kuvvetli birisi lâzım idi ki dayanabilsin ve İslâm’dan taviz vermesin. Evet dayandı. Peygamberimizin (asm) haber verdiği gibi “Yâ Ali! Ben Kur’ân’ın tenzili için harb ettim; sen tevili için harb edeceksin” (Tirmizi, Sünen, 5: 635, Hadis No: 3715; Heysemi, Zevaid, 6:244) buyurduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’in doğru anlaşılması için savaşmak zorunda kalmıştır. (Mektubat, 171-172)

Hz. Ali’nin (ra) mümaşaatsız, başkasına boyun eğmeyen, maslahat için taviz vermeyen, pervasız, zâhidâne, kahramanâne ve müstağniyane tavrı ve âlemde şöhret bulan şecaat ve kahramanlığı ile “dinde müdahane yoktur” diye “Adalet-i mahza” üzere hareket etmesi ve siyasetin gereğidir diye “maslahat” için dinin en ufak bir meselesinden taviz vermemesi, doğruluktan ayrılmayıp hile yoluna sapmaması, “en büyük hile doğruluktur” diye doğruluktan ayrılmaması bütün zamanlarda Müslümanlar için örnek ve takip edilecek bir usûl ortaya koymuş ve dini siyasete alet ve tabi kılmamış, siyaseti dinin emrine sokmaya çalışmıştır. (Mektubat, s. 171)

Muhalifinde olanlar ise kendi amaçlarını gerçekleştirmek ve fikirlerini kabul ettirmek için dini ve dinin prensiplerini kendi düşüncelerine alet etmiş, bunun için tevil yolunu takip etmişlerdir. Dine uymak yerine dinin meselelerini kendi anlayışlarına ve fikirlerine ve siyasî emellerine alet ve tabi yapmışlardır. Böylece dini siyasete alet eden “Siyasal İslâm” anlayışı ortaya çıkmıştır.

Hz. Ali (ra) adalet-i mahzayı esas edip, Şeyheyn [Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (ra)] zamanındaki gibi o esas üzere gitmek için içtihad etmiş. (Mektubat, 88) “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde, hak haktır; küçüğüne, büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez” (Maide Sûresi, 5:32; Mektubat, 89) demiştir.

Muhalifleri ise “Küllün selâmeti için, cüz’ü feda eder; cemaat için ferdin hakkını nazara almaz. “Ehven-i Şer” diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.” (Mektubat, 89) Hz. Ali’ye (ra) muhalefet edenler “Şeyheyn zamanındaki (İlk iki halife dönemi) saffet-i İslâmiye adalet-i mahzaya müsait idi; fakat mürûr-u zamanla İslâmiyetleri zayıf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzanın tatbikatı çok müşkil olduğundan “ehven-i şerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye üzerine içtihat ettiler. Münakaşa-i İçtihadiye siyasete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. (Mektubat, 88)

 Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Hz. Ali’nin (ra) “Adalet-i Mahza” anlayışının günümüz demokrasi yönetimlerinde uygulama alanı bulduğunu ve uygulanmasının kolaylaştığını ve günümüzde siyasî ve sosyal hayattaki anarşi ve kargaşanın önlenerek asayiş ve huzurun sağlanmasının ancak Kur’ân-ı Kerîm’in “Adalet-i Mahza” anlayışının uygulanması ile mümkün olabileceğini yaşadığı dönemin Demokrat yönetimine hatırlatmıştır. 

Adnan Menderes’e yazdığı bir mektubunda özetle şu hususları hatırlatır:

“İslâmiyetin pek çok kanun-i esasisinden birisi “Velâ teziru vâziretün vizra uhrâ” (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7) âyet-i kerimesinin hakikatidir ki “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. ....” Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.” 

Bediüzzaman anarşi ve terörü önlemenin yolunun ancak suçluyu bulup cezalandırmak, birinin suçunu başkasına yıkmamak ve düşmanlıkları çoğaltmamak, yani adalet-i mahza ile mümkün olacağını ifade ediyor. Bunun için “Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor. Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım; tâ ki mâsum çıkıncaya kadar.

İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur. Madem Cenâb-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakikî dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ı Hakîmin bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini, zaman ihtar ediyor.

İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi: Şu hadîs-i şeriftir: “Seyyidü’l-kavme hadimühüm” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463) hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil... Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir tahakküm ve mütekebbirane bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.

Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz” diye ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvetle halkları aldatmak ve ecnebîlerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir. 

Birisi: Birinci kanun-u esasîye muhalif olarak, bir câni yüzünden kırk mâsumu kesmiş, bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet sûretinde rüşvet vererek, dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor.

İkinci hücum da: İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp, evvelkisi gibi, bir câni yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem biçare Türkler aleyhine, hem Demokratın takip ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. O zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli fâideden bin defa daha ziyade hakikî kardeşleri düşmanlığa çevirmek gibi acip tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor. ...

Üçüncüsü: İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi, bu hadis-i şerifin; mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan bina gibidir.” (Buharî, Salât, 88) hakikatıdır. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı, dahildeki adâveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevî tâifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lânet edecek gibi hâdisâtlar görünüyor. Hattâ, bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği; ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve taraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terk ettim.

Hem şimdi birisi, hem Ramazan-ı Şerife, hem şeâir-i İslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayeti yaptığı vakit muhaliflerinin onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü. Halbuki, küfre rıza küfür olduğu gibi; dalâlete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalâlettir. 

Bu acip halin sırrını gördüm ki, kendilerini millet nazarında ettikleri cinayetlerinden mâzur göstermek damarıyla muhaliflerini kendilerinden daha dinsiz, daha câni görmek ve göstermek istiyorlar. İşte bu çeşit dehşetli haksızlıkların neticeleri pek tehlikeli olduğu gibi, içtimaî ahlâkı da zîr ü zeber edip bu vatan ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir suikast hükmündedir.

Daha yazacaktım, fakat bu üç nokta-i esasiyeyi şimdilik dindar hürriyetperverlere beyan etmekle iktifa ediyorum.  [Said Nursî (Emirdağ Lahikası, İstabul-2011, s. 759-764)]

-DEVAM EDECEK-

Okunma Sayısı: 2911
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı