"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

‘Huzur-u mahşerde verecek cevabım var’

12 Temmuz 2015, Pazar
“Huzur-u mahşerde ‘Başına geçtiğin bu necip millet, 30 yıl bilfiil dinden mahrum bırakılmıştı. Seni başa geçirdiler ki, manevî yönden nefes aldırasın. Bu hususta ne yaptın? Nasıl gayret gösterdin?“ diye sorulursa, tatmin edici bir cevap vermeniz mümkün olabilecek midir?” sualine tatmin edici cevabım vardır.

3 Mayıs 1987 tarihli Nokta dergisinde Demirel hakkında yazılanları okuyan Kırşehirli Doğan Biner, Demirel’e şöyle bir mektup yazmıştı:

Sayın Süleyman Bey,

Müsaadenizle sizinle birkaç mesele hakkında konuşmak istiyorum.

3 Mayıs 1987 tarihli Nokta dergisi sizin birkaç resminizi kapak yaparak yayınlamıştı. İlgimi çekti, aldım. İç sahifelerinde sizinle Nurculuk arasında irtibat kurmak isteyen yazılar gördüm. Sizin daha önce Nurculuk hakkındaki beyanlarınızdan aktarma yapmakta, Risale-i Nur kitaplarını çocukluğunuzdan beri okuduğunuzu belirtmektedir. Bediüzzaman’ın talebesi olan Hafız Ali’den Kur’ân-ı Kerîm öğrendiğiniz yazılmaktadır. 1965’lerden beri Türkiye’nin kaderini elinde tutmuş birisinin Risale-i Nurları tanıyıp okuması hakikaten sevindirici bir hadisedir. Zira Risale-i Nur eserleri Kur’ân-ı Kerîmi bu asrın anlayışına en uygun bir şekilde anlatan en parlak bir tefsirdir. Milyonlarca insanların imanlarını kurtarmış, imanı olanların imanını genişletmiş fevkalâde bir tefsir ve bir eserdir.

Bendeniz Kırşehir İmam-Hatip Derneği Başkanı seçilince ilk önce bu okulların tarihçelerini inceledim. Gördüm ki, bu okullar 1950’den sonra rahmetli Menderes tarafından ilk olarak açılmış ve ondan sonra Türkiye sathına yayılmıştır. Bu okulların büyük bir kısmı halkın kendi imkânları ile yapılmıştır. Kırşehir’de dahi öyle olmuştur. Ders programına baktığımız zaman beni hayrette bırakan bir manzara ile karşılaştım. Fen dersleri haftada 3-4-5 saat olurken, hatta insanı manevî yönden sersem eden felsefe dersi 6 saat iken Kur’ân-ı Kerîm’in haftalık ders saatinin 1 saat olduğunu gördüm. Hayret ettim. Okul Müdürüne sordum. “Böyle midir?“ Müdür, “Maalesef bizler okullarda Kur’ân-ı Kerîm’i 1 saat olarak okuduk” dedi. “Peki, başarılı olabiliyor muydunuz?“ dedim. “Dışarıda Hocadan ders almadıktan sonra 1 saatle ne öğrenilir ki?“ dedi. Ve “Çok arkadaşlar 7 sene okuyup mezun oldukları zaman Kur’ân’ı yüzünden okuyamıyorlardı“ diye ilâve etti. İmam-Hatip Okulunun sair okullara nisbeten 1 sene fazla olmasını, buna rağmen Kur’ân-ı Kerîm’in haftada 1 saat okutulmasını hiçbir ilimle, iz’anla, vicdanla izah etmek mümkün değildir.

Sayın Süleyman Bey,

Yukarıda zikredilen meselenin büyük bir kısmı sizlerin Başbakanlığınız zamanına rastlamaktadır. 1950’den sonra Türkiye’de üç ihtilâl olmuştur. Bu ihtilâle zemin hazırlayanların başında talebe olayları gelmektedir. Gerek 1960, gerek 1971 ve gerekse 1980 ihtilâllerinde İlahiyat Fakültesi, İslâm Enstitüsü ve İmam-Hatip Okullarında okuyan talebeler bu menfî olaylara iştirak etmemiş ve manen sizleri desteklemişlerdir. Dinin içtimaî hayattaki fevkalâde müsbet neticeleri ortada iken ve bu okullar üç ihtilâlde de bilfiil bunu ispat etmiş iken, bu okulların müfredat programlarını Kur’ân’dan uzak tutmanın hikmetini anlamak mümkün değildir. ...

Sayın Süleyman Bey,

Yirmi yılda iki ihtilâl atlatarak büyük sıkıntılar çektiniz. Bu, inkâr edilmeyecek bir hakikattir. Allah katında inşaallah boşa gitmez. Bununla beraber, yarın huzur-u mahşerde sizden sorulsa ki, “Başına geçtiğin bu necip millet 30 yıl bilfiil dinden mahrum bırakılmıştı. Maneviyatsızlık içinde kıvranıyor, gençleri buhran geçiriyordu. Seni başa geçirdiler ki manevî yönden nefes aldırasın, imanlarını kuvvetlendiresin. Bu hususta ne yaptın, nasıl gayret gösterdin?” diye sorulsa acaba tatmin edici bir cevap vermeniz mümkün olabilecek midir? Bu milletin en büyük meselesi maneviyatsızlıktır. Madde ikinci planda gelir. Çünkü en fakir talebeler İmam-Hatip talebeleridir. Buna rağmen olaylara girmeyen, hadise çıkarmayan talebeler ise yine İmam-Hatip talebeleridir.

Sayın Süleyman Bey,

Şu günlerde yine bu milletin başına geçmek için çalışmalarınız devam etmektedir. Eğer Bediüzzaman’ın işaret ettiği siz iseniz bu sese kulak vermeniz lâzımdır. Yirmi yılda başınıza gelen iki musîbet, bugüne kadar bu sese gerekli ilgiyi göstermediğiniz hakikatini ortaya çıkarmaktadır. Eğer kader-i İlâhî sizin yeniden bu milletin başına geçmenize müsaade ederse Kur’ân’a samimiyetle yapışmanız gerekir ki, hem kendinizi, hem de bu milleti kurtarasınız. Aksi halde hem siz zarar edeceksiniz, hem de bu milletin yeniden felâketlere düşmesine sebep olursunuz. Zira Bediüzzaman Hazretleri istikbal için ne söylemişse mutlak tahakkuk etmiştir.

Saygılar sunarım.

***

Demirel ise Doğan Binerin mektubunu alınca, ona şu cevabı yazdı:

Sayın Doğan Biner

21 Mayıs 1987 tarihli mektubunuzu aldım.

Dikkatle okudum.

Bana tevcih ettiğiniz soruya, [Huzur-u mahşerde sizden sorulsa ki, “Başına geçtiğin bu necip millet, 30 yıl bilfiil dinden mahrum bırakılmıştı. Seni başa geçirdiler ki, manevî yönden nefes aldırasın. Bu hususta ne yaptın? Nasıl gayret gösterdin?“ diye sorulursa, tatmin edici bir cevap vermeniz mümkün olabilecek midir?] tatmin edici cevabım vardır.

Aslında, Türkiye’de olup bitenleri takip eden uyanık bir kişi olarak, benim tatmin edici bir cevabımın bulunduğunu, sizin de bilmeniz lâzım.

Türkiye’de yaprak kıpırdamadığı bir dönemde, çeyrek asır önce, “Herkes göğsünü gere gere Ben Müslümanım’ diyecektir” diyen sesin sahibi benim. Nelere muhatap olduğum ortadadır. En son misâli de, okuduğunuz Nokta dergisidir.

İmam-Hatip okullarının yüzde 80’i, yüksek İslâm Enstitülerinin yüzde 80’i bizim iktidar dönemlerimizde açılmıştır. Daha sonra 6 ay zarfında bunlara yöneltilen eleştirilere, yine ben muhatap oldum.

Türkiye’de din hizmeti gören değerli din adamlarımızın yüzde 80’inin kadroları bizim iktidarlarımızda verilmiştir.

Televizyona Kur’ân’ı biz çıkardık. Binlerce caminin yapılmasına yardımcı olduk.

İrtica tartışmalarında, din ve vicdan hürriyetini ve mütedeyyin kişileri biz savunduk.

Bu sebeple de üzerimize hınç çektik.

Kişi, ancak gücü dahilinde olanı yapar. Onu yaptık. Vicdanen müsterihim.

Mektubunuzun son paragrafındaki düşüncelerinize gelince: İlâhî takdirin gerisinde ne olduğunu kimse bilemez.

Hem sonra, Cenâb-ı Allah “Size kötü gibi görünenler, iyidir. İyi gibi görünenler, kötüdür” buyuruyor.

Benim, milletin başına geçmek gibi bir çabam yoktur. Sadece hür, demokrat, manevî ve maddî bakımdan yücelmiş bir kudretli Türkiye meydana getirilmesi çabam vardır.

Lokman Sûresinin 17. âyetinde, ‘Siz doğruyu yapınız. Neticesine katlanınız’ buyuruluyor. Onu yaptık. Öyle olmasa idi, bugün ayakta olamazdık.

Al-i İmran Sûresinin 139. âyetinde ise, “Gevşemeyiniz, bezmeyiniz, bıkmayınız. İnanmışsanız üstün geleceksiniz“ buyuruyor.

Biz, sadece hakta sebat ettik. Etmeye de devam edeceğiz.

İhlâs ile hizmette olduk. Takdir Cenâb-ı Allah’ındır.

En iyi dileklerimi sunarım.

Saygılarımla.

Okunma Sayısı: 6434
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan Tan

    13.7.2015 09:53:37

    Güzel bir çalışma, bütün emeği geçenlerden Allah râzı olsun.Merhum Süleyman Demirel'in Kabri pür nûr, Mekânı Cennet olsun.Yine tüm sevenlerimizde Cennet bahçelerinde kavuşabilmek duasıyle Kadir Gecemiz Mübarek olsun.Saygılarımla.

  • garip talebe

    12.7.2015 05:25:15

    Bu yazilar mutlaka kitaplastirilmali boyle günlük haberlerde kalmamali..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı