"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslam fıkhında ırk bir istisna teşkil etmez

08 Aralık 2023, Cuma 12:43
İslâm fıkhında insanların temel hakları ve sorumlulukları belirlenirken muayyen bir ırka mensubiyet bir istisna teşkil etmez. Irkı ne olursa olsun hukuk karşısında bütün müslümanlar eşittir. Fıkhın amacı olan, insanlarla ilgili leh ve aleyhte hususlar yani hak ve sorumluluklar belirlenirken ırk farklılığına en küçük bir rol tanınmamıştır. İlke olarak “yönetici Habeşli bir köle bile olsa ona itaat etmek gerekir” (Müsned, IV, 126, 127; Dârimî, “Mukaddime”, 16.)

—Denden Devam—

Irkçılığın önemli bir sonucu

Irkçılığın önemli bir tezahürü veya sonucu da kızgınlık, nefret ve haksızlıkta yardımlaşma olduğu için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim ırkçılığa (asabiyet) çağırarak yahut ırkçılıktan dolayı başkasına kızarak gayesi belirsiz bir topluluğun bayrağı altına girerse onun ölümü Câhiliye’deki ölüm gibidir” (Müslim, “İmâre”, 57; Nesâî, “Taḥrîm”, 28; İbn Mâce, “Fiten”, 7). “Asabiyet bir kişinin kavminin haksız davranışına arka çıkmasıdır” (Müsned, IV, 107, 160; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 112). 

Irkçılıkla ilgili hadislerden biri de Resûlullah’ın Vedâ hutbesindeki şu ifadeleridir: “Ey insanlar! Sizin rabbiniz birdir. Babanız da birdir... Haberiniz olsun ki takvâ dışında hiçbir Arap’ın Arap olmayana, hiçbir Arap olmayanın da bir Arap’a, hiçbir siyahînin beyaza, hiçbir beyazın da siyaha karşı bir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz ki ilâhî huzurda en değerliniz en müttaki olanınızdır...” (Müsned, V, 411). Resûl-i Ekrem (asm) ırkçılığın bir topluluğu zayıflatıp sonunda dış saldırılara açık hale getireceği konusunda da uyarıda bulunmuştur. Soya dayanarak böbürlenmeyi açıkça yasaklayan, ırk ayırımcılığını kışkırtarak Müslümanlar arasında bölücülük yapanları şiddetle kınayan hadisler de vardır. 

Âyet ve hadislerin ortaya koyduğu bu açık tavır, ahlâkî bir tavır olmanın yanında hukukî sonuçlar da doğurmuştur. İslâm fıkhında insanların temel hakları ve sorumlulukları belirlenirken muayyen bir ırka mensubiyet bir istisna teşkil etmez. Irkı ne olursa olsun hukuk karşısında bütün müslümanlar eşittir. Fıkhın amacı olan, insanlarla ilgili leh ve aleyhte hususlar yani hak ve sorumluluklar belirlenirken ırk farklılığına en küçük bir rol tanınmamıştır. İlke olarak “yönetici Habeşli bir köle bile olsa ona itaat etmek gerekir” (Müsned, IV, 126, 127; Dârimî, “Mukaddime”, 16.)

İslâm öncesinde ırkçı bir zihniyetin hâkim olduğu Câhiliye toplumundan bu telakkiyi bir anda tamamen silmek mümkün olmamıştır. Ashab arasında siyahiler ve beyazların ilişkisindeki değişim, bu açıdan İslâm öncesi ve İslâm sonrası dönemlere bakarak mukayeseli bir şekilde incelendiğinde bu zihnî ve sosyal değişim süreci ve bu süreçte karşılaşılan problemler açıkça görülür. Çünkü Araplar neseplerine son derece düşkün insanlardı ve bu durum kabileler arasında bir övünç kaynağı idi. Kendi ırkıyla övünmek İranlılarda da vardı. Resûlullah’ın İran asıllı sahâbîleri bu konuda eğittiği görülmektedir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 112).

Selçuklu ve Osmanlı’da durum nedir?

Selçuklu-Osmanlı geleneğinde ırkçı temayüllere rastlanmamaktadır. Özellikle Osmanlı millet sistemi farklı din ve kavimlerden oluşan çok dinli, çok uluslu ve çok kültürlü bir sosyal dokuya sahipti ve bu sistem temellerini evrensel ölçekte yorumlanmış bir din anlayışında bulmaktaydı. Bu sebeple ırk faktörü hiçbir şekilde bu sistemin işleyişinde bir imtiyaz ölçüsü olarak görülmemiştir. Nitekim millet sistemi içinde yer alan farklı etnik gruplar ve kavimler, bu sistemin öngördüğü kamu düzeni çerçevesinde kendi din ve inançlarını açıkça ifade edebiliyor, tam bir kültürel özerklik içinde yaşayabiliyorlardı. Zimmîler hakkındaki farklı hükümler ve bazı uygulamalar ise kesinlikle ırk temeline dayanmayıp din ve inanç hürriyetinin korunması ve inanç farklılığının siyasî, idarî ve hukukî alanlara yansımasıyla ilgilidir. 

Sonuç olarak, ilk fütuhat döneminin ardından gözlenen Arap-Acem, Arap-mevâlî ayrımının; siyahîler, Berberîler, Hintliler, Türkler gibi bazı etnik gruplara yönelik ön yargıların dinde yerinin bulunmadığı, başarı, üstünlük ve iktidarın ırk ve renk faktörüne dayanmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Kur’an ve Sünnette ırkçı temayüllere karşı kesin bir tavır takınılmasına bağlı olarak İslâm âlimlerinin ırkçı eğilimlerle mücadelesi her devirde hâkim bir çizgi oluşturmuştur. 

Irkçılık problemiyle yeniden karşı karşıya gelen Batılılar için, özellikle ırkçılık mağduru olanlar açısından, İslâm’ın sunduğu; her ırka saygı duymakla birlikte mânevî ve moral gelişmişliğin üstünde değer tanımayan eşitlikçi anlayış cazip bir alternatif oluşturmaktadır. Özellikle Amerika’da yaşayan ve nesillerdir beyaz ırkçılığın kurbanı olan siyahlar için İslâm yeniden başkalarıyla eşit bir insan haline gelmenin en emin yolu olarak görünmektedir. Çünkü Hıristiyanlık, Yahudilik ve Hinduizm gibi geleneksel dinlerin yanı sıra modern ideolojiler de globalleşen ve giderek birbiriyle daha sıkı ilişki içerisine girmek zorunda kalan farklı ırklara mensup insanlar arasındaki beşerî ilişkileri eşitçe düzenleyici kurallar ortaya koyamamaktadır. Hâlbuki İslâmiyet, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in şüpheye yer bırakmayan açık beyanları ve İslâm tarihinin şehâdetiyle her türlü ırkçılığı reddetmiştir. Bunun yerine “teârüf, teâvün, uhuvvet ve muhabbeti” tesis etmiştir.

“Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım...”

SORU: Bediüzzaman’a göre farklı milletlerin varlık hikmeti nedir?

Kur’an’a göre, insanların aynı soydan gelmelerine rağmen, zaman içinde farklı millet ve kabilelere ayrılmasının hikmeti, karşılıklı tanışma, dayanışma ve yardımlaşmadır. Bediüzzaman Said Nursi, “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, kabilelere ayırdık. Şunu unutmayın ki, Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada (Allah’a karşı gelmekten sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır” mealindeki ayeti şu şekilde açıklamıştır:

Yani, “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir.”

Söz konusu ayette yer alan tanışma ve yardımlaşma prensibini açıklayan Üstad Bediüzzaman özetle şu görüşlere yer vermiştir:

“Şu ayet-i kerimenin işaret ettiği tearüf ve teavün/tanışma ve yardımlaşma düsturunun beyanı için deriz ki: Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik  edilir. Tefrik edilir ki, her askerin farklı ve değişik bağlantıları meydana gelsin ve o bağlantılara göre de vazifeleri tanınsın, bilinsin.. Tâ ki, o ordunun bütün fertleri, bir yardımlaşma prensibi altında hakikî bir vazife-i umumiye görsün ve bu sayede milletin toplumsal/sosyal hayatı düşmanların hücumundan masun ve mahfuz kalsın. Yoksa ordunun bu bölümlere ve kısımlara ayrılması, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı düşmanlık etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin diye değildir.

Aynen öyle de, İslam’ın sosyal-toplumsal yapısı büyük bir ordu gibidir; kabile ve gruplara ayrılmış. Fakat bin-bir birler adedince cihet-i vahdetleri, ortak paydaları var: Yaradanları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, Kıbleleri bir, Kitapları bir, Vatanları bir; bir, bir, bir, binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir-birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, insanların kabile ve guruplara ayrılmış olmaları, şu ayetin ilân ettiği gibi, karşılıklı tanışma, dayanışma ve yardımlaşma içindir; yoksa biri birini inkâr etmek ve düşmanlık beslemek için değildir.”

Öyle anlaşılıyor ki, Bediüzzaman’ın milliyet anlayışı bu ayetin ders verdiği istikamette şekillenmiş ve buna ters düşen anlayışları hayatı boyunca saf dışı etmeye çalışmıştır. Onun değişik boyutlarıyla yaptığı milliyetçilik tahlilleri de bu ayetten anladığı gerçekler doğrultusunda hareket alanı bulmuştur.

—Devamı Yarın—

Okunma Sayısı: 2411
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı