"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kur’an’ı yeni nazil oluyormuş gibi oku

16 Haziran 2018, Cumartesi
DİZİ YAZISI: NURİYE SULTAN KOSTAK - Hutbe-i Ezelînin ötekisi olmak - 2 - [email protected]

Kâinat ve insan, her an değişirken ve tazelenirken, esmaların çeşit çeşit cilveleri tecellî ederken, “Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek” hârikulâde bir mânâ derinliği oluşturuyor.

Kur’ân ile muhatabiyetimi ontolojik bir bağlama oturttuktan sonra, şu anda Kur’ân’ı nasıl okuduğumla ilgilenmeye başlıyorum. Benim yaşayışımda Kur’ân antika bir eser mahiyetinde mi, yoksa mânâsı massedilen bir hazine mi? Kur’ân okumalarımda Yaratıcımın benimle konuşuyor olduğunun, bana yol gösterdiğinin farkında mıyım? Kur’ân’ı okurken O’nu dinliyor muyum?

Reeldeki muhatabiyette “konuşulan” konumundan beni saf dışı eden, farkındalığımı zedeleyen bir bakış problemi bulunduğunu tesbit ediyorum; Kur’ân’daki misal, nasihat, kıssa ve âyetleri belirli bir zamana ve mekâna hapsetmek, Kur’ân’a salt tarihsel perspektiften bakmak. Belli bir zamanda yaşanmış ve bitmiş olaylar gibi görmek, kendimi Kur’ân’dan soyutlamama dolayısıyla yeni mânâlar devşirmeme engel oluyor.

Firavunları, Nemrutları belli bir zaman dilimine gömdüğüm için nefsimin firavuniyetini göremiyorum, meselâ. 

Müşrikler, kâfirler için inen âyetleri içselleştiremeyip “bana değil ki” diyebiliyorum. Böylece “her bir günahta küfre giden bir yol” olduğu dikkatimden kaçabiliyor. Yahut “yenilebilen putlara” gülüp bu zamanın yenilenmiş putlarını fark edemeyebiliyorum. Peygamber kıssalarını okuyup “Ama o peygamber” deyip nefsimi temize çıkartabiliyorum ya da “Maşallah ne mübarek zatlar”dan öteye gidemeyebiliyor âyet tefekkürlerim.

Kur’ân’ın Ezelî bir zatın mükâlemesi olduğunu unutmak, gözden kaçırmak tefekkür dünyamda çok ciddî kayıplara sebep oluyor. Keşfedilmeyi bekleyen pek çok Kur’ânî sır paketi bile açılmadan öylece uçuveriyor. Hitap ve beyan kabiliyeti ona muhatap olmak için verilmişken kendimi, kendi kendime onun Hutbe-i Ezelîsinden ötekileştirmiş buluyorum. Kur’ân Ezelî bir zatın her zamanı ihata eden, canlı, belki her an tazelenen, sonsuz mânâ tabakalarını ihtiva eden bir konuşmasıyken ben onu “bakış açımdaki soğuklukla” donuklaştırabiliyorum. Böylece bir kez kaydedilmiş sonra aynısı dinlenen kayıtları dinlerkenki gibi merakım sönmüş veya sıkılırken bulabiliyorum kendimi.

İşte bu noktada Risale-i Nur’da neden “Kur’ân” ve “dinlemek” kelimelerinin çokça birlikte zikredildiğine dair bir fikir ediniyorum. Kâinat ve insan, her an değişirken ve tazelenirken, esmaların çeşit çeşit cilveleri tecellî ederken, “Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek” hârikulâde bir mânâ derinliği oluşturuyor. Marifetullah yolculuğumuzu şenlendiriyor. Bediüzzaman’ı bu konuda bir rehber olarak buluyorum kendime. Onun, Kur’ân’ın konuşmasını her daim dinlediğini fark ediyorum. Bu dinleyiş, doğru muhatap olma hâli, pek çok Kur’ân hakikatinin tefekkürüne onun vesilesiyle ulaşabilmemizi netice veriyor.

Peygamberlerin kıssalarının bin yıllar öncesinde kalmadığını görüyorum. Bugün benim dünyama konuşuyor Kur’ân. Öyle yakınlaşıyor ki benim hâletime, Peygamberlerle aynı münacatla yakarırken bulabiliyorum kendimi. “Risale-i Nur, Kur’ân’dan süzülmüştür”ü tasdik ediyorum. Risale-i Nur’da Kur’ân’a nasıl muhatap olunduğunu görüyorum. Böylece Kur’ân’a nasıl muhatap olunacağını öğreniyorum. Kâinattaki ve Kur’ân’daki âyetleri bir arada okuyabilecek bir bakış açısı ediniyorum. Yaratıcımın koyduğu tarif edicilerin farkına varıyorum.

Sona doğru, Üstadın hayatında Kur’ân’la nasıl muhatap olduğunu çok öz ve güzel bir surette gösteren bir alıntı sözlerimize delil olsun:

“İşte, o pek acip ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’ân’dan gelen bir medetle, “Fe-in tevellev fekul hasbiya(A)llâhu lâ ilâhe illâ hu(ve)(s) ‘aleyhi tevekkeltu vehuve rabbu-l’arşi-l’azîm(i)” âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemâl-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi.

Evet, anladım ki, âyetin mânâ-yı sarihinden başka bir mânâ-yı işarîsi beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekînet verdi.”3

Öyleyse insan Kur’ân’ı her an dinlemeye hazır bulunursa, her an hitap edilen olduğunun farkında olursa, Kur’ân onun için bir medet verici olabiliyor. Âyetler imdada yetişerek çok boğulmalardan, sıkılmalardan, dağılmalardan kurtarabiliyor. Üstelik ruh âyete sığınıp, ona yerleşebiliyor, onda sürur bulabiliyor. Âyet tesellî edici olabiliyor.

İşte insan yaşamaya devam ettikçe, Kur’ân anbean onunla konuşuyor.

Ancak o konuşmayı dinleyenler gizli mânâları duyabiliyor.

Âyetlerin bizimle konuşması, imdadımıza yetişmesi ve bizlere gemi, hane, sığınak olabilmesi duâsıyla...

Dipnot:

3) Nursi, B. S. (2006). Lemalar. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.

-SON-

"Genç Yorum dergisi Haziran 2018 sayısından alınmıştır"

Etiketler: kur'an, tefekkür
Okunma Sayısı: 2020
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı