"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Milletler farklı, alâka aynı

23 Eylül 2013, Pazartesi
“Milletler değişik, cinsler çeşitli, gruplar farklı idi, ama alâka aynı idi. İki saatten fazla süren Melbourne Konferansı’nı, insanların dikkatle dinlemeleri, Said Nursî’ye hayranlığın ve Nur hareketine mensubiyetin canlı bir ifadesiydi. Konuşmadan sonraki imza ve sohbet faslında da hiç kimse, farklılık, değişiklik, ayrılık ima ve ihsas eden herhangi bir sözde, harekette, tavır ve davranışta bulunmadı. Nuranî sîmâlarda, uhuvvet çizgilerinden, sevgi renklerinden ve muhabbet hatlarından başka bir eda yoktu.”

“İman de kadar mükemmelse hürriyet o derece parlar.”
Bediüzzaman Said Nursî, İslâm âleminde hürriyet tabirinin daha yeni telâffuz edilmeye başlandığı ve farklı çevreler tarafından lehte aleyhte çeşitli fikirlerin ileri sürüldüğü yıllarda, hürriyet-iman ilişkisini böyle ifade etmişti.
Mihmandarımız, her vesile ile Avustralya’da hürriyetin mütekâmil mânâda yaşandığını söylüyordu. Gün boyu şehirde yaptığımız gezide gördüğümüz insan manzaralarında, diğer nazarî bilgilerle birlikte bu hakikati de hakkelyakin müşahede edince mezkûr vecizeyi hatırladım. 
“İmanın mükemmel olduğu yerde hürriyet o derece parlıyorsa, hürriyetin mükemmel olduğu yerde de imanın o nisbette inkişaf etmesi gerekir.”
Vecizenin tedai ettirdiği bir fikirdi bu. Avustralya’nın, dünyanın başka yerlerine umumî benzerliklerinin yanında pek çok kendine has farklılığı varsa, burada yapılan Nur hizmetinin de başka yerlere nisbetle bazı hususî farklılıkları olmalıydı. O fark da hürriyet, iman, hizmet insicamı olabilirdi.
Bu fikri teyit etmenin yegâne yolu, ülkedeki İslâmî faaliyetlerin inkişaf hızına bakmak ve imanî hizmetlerin intişarını bizzat yerinde müşahede etmekti. İman hizmetinin inkişafının müşahede edilebileceği en iyi yerlerden biri de Nur medreselerindeki derslerdi.

TRAFİK DERDİ YOK
Bunları düşününce akşamı âdetâ iple çekmeye başladım. Zîra o akşam vakfın Tottenham’daki merkezinde ders vardı. Biz de derse gidecek, ders yapacak ve cemaatle tanışacaktık. Onun için yeme içme gibi teferruata zihnimde pek yer vermeden münhasıran derse hazırladım. Trafik derdi olmayınca vaktinde yetiştik.
Salona girdiğimde ilk yaşadığım hâl şaşkınlık oldu. Dünyanın en uzak yerinde, küçük bir ülkenin ikinci büyük şehrindeydik. Burası Nur hareketinin, şehirde faaliyet gösteren on kadar grubundan birinin hizmet merkeziydi. Buna rağmen salon oldukça geniş, cemaat bir hayli kalabalıktı.
Türkiye’den getirdiğim selâmları tebliğ ederek başladım söze. Ardından ilk ders olması hasebiyle mevzu olarak Besmele bahsini seçtim. Risale-i Nur’un değişik yerlerindeki besmele ile ilgili yerleri açıp sıraya koydum ve ‘Bismillah’ diyerek okumaya başladım.
Günün iş günü olmasına ve ekseriyetinin işten, okuldan gelmesine rağmen cemaatin dersi çok dikkatli bir şekilde dinlemesi de şaşırtıcıydı. O dikkate ben de aynı şekilde mukabele ettim ve beş kadar kitaptan seçtiğim yerleri itina ile bir araya getirerek bahisleri birbiri ile izah etmeye çalıştım.
Çay faslında, Türkiye’de yaşanan bazı içtimaî, siyasî hadiseler soruldu. Cemaatin hâlinden, insanların hadiseleri televizyonlardan dikkatle, hatta merakla takip ettiklerini ve hadiselerin tazyiki altında kaldıklarını anlayınca ikinci derste ‘Siyasî geniş daireleri merak ile takip edenlerin, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar ettiklerine’ dair mektuplar okudum.

KİMSE YERİNDEN KALKMADI!
Ertesi gün yine iş günü olmasına rağmen ders bitip sohbet başladığı hâlde kimse yerinden kalkmadı. Anlatılan hizmet faaliyetleri, sorulan sorular, verilen cevaplar üzerine yapılan yorumlar, söylenen kanaatler cemaatin şevk, heyecan, feragat ve gayret dolu olduğunu gösteriyordu.
Ben, insanın yüzünü kalbinin aynası olarak gördüğümden tanışma sırasında kalplerini okumak kastıyla yüzlerine baktım. Memleketlerinden yirmi beş bin kilometre uzakta oldukları hâlde, yüzlerinde gurbette yaşama tedirginliği, sıla hasreti gelecek endişesi gibi hicran hâllerini ifade eden hatlar yoktu.
Sohbeti biraz da bu hususa kaydırınca anladım ki şahsî, millî, dinî, cemaatî kimliklerini memleketlerinden daha hür bir şekilde ifade edebildikleri, devlet yetkililerinden ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmedikleri ve bir Avustralyalıya tanınan bütün haklara sahip oldukları için hepsi böyle bir ülkede yaşamaktan memnun görünüyordu.
Anlatılanlardan, cemaat içinde kemiyet kadar keyfiyetin de olduğu, aralarında güzel bir vazife taksimi yapıldığı, işin ehline verildiği, hizmetin işleyişine, muayyen zamanlarda ehil kişilerle yapılan istişarelere göre yön verildiği, istişare kararı alındıktan sonra farklı fikirlerin ileri sürülmediği, insanların çalışmalarına müdahale edilmediği, istendiği takdirde yardım edildiği anlaşılıyordu.
Salona girdiğim zaman gördüğüm kalabalık karşısındaki şaşkınlığım da sohbet sırasında izale oldu. Cemaat sadece Nur Vakfı grubuna mensup kişilerden müteşekkil değildi. Aralarında, Nur hareketi içinde faaliyet gösteren diğer gruplarla birlikte hareket eden insanlar da vardı.
Başlangıçta onların, sadece Türkiye’den veya başka memleketlerden misafirler geldiği zaman nezaketen derse iştirak ettiklerini, sair zamanlar birbirleri ile pek irtibat kurmadıklarını, derslerine gidip gelmediklerini düşünmüştüm. Fakat onları tanıdıkça bu düşüncem değişmeye başladı.

HÜRRİYET VE DEMOKRASİ HAVASI İYİ DEĞERLENDİRİLMİŞTİ
Gündüz verdiğim hükmü teyit ediyordu bu tablo. Gerçekten de hürriyetin mükemmel olduğu yerde iman hizmetleri ve içtimaî faaliyetler o nisbette inkişaf ediyordu. Nur Talebeleri ülkedeki hürriyet ve demokrasi havasını iyi değerlendirmişler ve hizmetlerinin hızla intişar etmesini sağlamışlardı. 
Gerçi Nur hareketi, sadece hürriyetin ve demokrasinin hakikî mânâda uygulandığı yerlerde yapılan bir hizmet değildi. Dün Türkiye’de, bugün Rusya’da, Suriye’de ve başka bazı ülkede örnekleri görüldüğü gibi hürriyet olmasa da hizmet yapılırdı, ama bu kadar hızlı, canlı ve istikrarlı inkişaf etmezdi.
Ben biraz daha netleşen fikirlerimi dillendireceğim sırada başladı hareketlenme. Sessize alınmış telefonuna bakan birkaç kişi, dışarıda kendilerini bekleyenlerin olduğunu söyleyerek müsaade isteyince hanımların dersinin bittiği anlaşıldı. Onları başka kalkışlar takip edince cemaat, kazaklık kılıbıklık, harici hürriyet dâhilî istibdat şakalaşmaları arasında dağıldı.
Gece geç saatlerde kaldığımız eve dönünce eşime, hanımların hizmetleri hakkındaki kanaatini sordum. O da hizmet merkezinin büyüklüğünden, hanımlara ait ders salonunun genişliğinden, gençlerin spor, çocukların oyun salonlarının güzelliğinden, hizmetin istişarî işleyişinden, cemaatin kemiyetinden, keyfiyetinden ve farklı gruplara mensup hanımların derse iştirakinden oldukça memnundu. Söyledikleri, ülkedeki hürriyet havasının, hanım hizmetlerine de ayniyle aksettiğini gösteriyordu.
Avustralya’daki ilk günün hafızamızda kalan izleriydi bunlar.

 ***
İkinci gün Broadmeadows’taydık
Şehrin kuzeybatı bölgesinde yer alan bu mahalde de iki katlı ve cami, kütüphane, spor salonu, seminer salonu gibi müştemilatı bulunan bir hizmet merkezi vardı. Ders sırasında geniş salonun dolduğunu görünce yine yüzlere baktım.
Cemaatin içinde Tottenham’dan gelenler de vardı, ama kahir ekseriyeti orada görmediğim yüzlerden müteşekkildi. Hâllerinden, tavırlarından, renklerinden, içlerinde Arap, Afrikalı, Asyalı, Hintli, Pakistanlı kişilerin de olduğu belli idi.
Muhtemelen Türkçe’yi çok az bilmelerine rağmen onlar da dersi dikkatle dinlediler. Hâllerinden; akılları fazla anlamasa da kalplerinin, ruhlarının, hislerinin ve sair hasselerinin okunan imanî bahislerden istifade ettiği anlaşılıyordu.
Bu kadar farklı milletlere ve değişik cemaatlere mensup insanı, bir arada uhuvvet içinde iştiyakla ders dinlerken görünce, Risale-i Nurların ilk intişar yılları canlandı gözümde. İnsanların münhasıran Allah rızası için derse geldikleri, kendilerine bir hizmet düşerse ihlâsla yaptıkları, düşmezse sükûnet içinde derslerini dinleyip kardeşleriyle görüştükleri yıllar. 
Karşımdaki tabloda o yılların izlerinin varlığını hissedince çay faslında cemaatin mahiyetini sordum yanımdaki arkadaşa. Ekseriyetinin muntazaman, bir kısmının da zaman zaman derslere geldiğini, cemaatin üçte biri mesabesindeki kısmının Nur Hareketi içinde faaliyet gösteren diğer gruplara mensup olduğunu söyledi.
Ben bir şey sormadım, ama onun anlattıklarından cemaatin, seksenli yıllarda bazı problemler yaşayıp gruplara ayrıldığı, her grubun bir veya birkaç hizmet merkezinin olduğunu, oralarda da haftanın muayyen günlerinde Risale-i Nurların okunduğunu, dışarıdan misafir geldiğinde birbirlerinin derslerine iştirak ettiklerini anladım. Dersten sonra farklı gruplara mensup olanların hepsi ile tanışıp konuştuk. Farklılık izhar etmeden Nur hareketine mensubiyetlerini dile getirdiler, kendi hizmetlerini anlattılar, derslerine dâvet ettiler. Samimiydiler. Dâvetlerini kabul ettik, sonraki günlerde bazı arkadaşlarla birlikte gidip derslerine katıldık, cemaatleri ile tanıştık, meslek meşrep farklarını hizmet hedeflerini konuştuk.

AĞABEY CEMAAT!
Hepsinin yegâne hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktı. Bunu da Risale-i Nur hizmeti ile yapmaya çalışıyorlardı. Her grubun kendine has bir hizmet tarzı, telâkki farkı vardı. Hepsi kendi farkını bilerek ve koruyarak diğerlerinin varlığını kabul ediyor, fakat pek irtibat kurmuyordu.
Bu hususta Nur Vakfı’nın istisnaî bir imtiyazı vardı. Hepsi birbiri ile olmasa bile ‘Ağabey cemaat’ nazarı ile baktıkları Nur Vakfı mensupları ile görüşüp konuşuyorlardı. Aralarında bir mesele olduğu zaman Nur Vakfı’nın hakemliğine müracaat ediyorlar, onların istişare yolu ile verdikleri kararlara uyuyorlardı.
Nur Vakfı’nın, geçmişte yaşanan nahoş hadiseleri husûmet sebebi yapmayan ve isteyen herkese bünyesinde ver veren ‘Ağabey cemaat’ vasfı sayesinde, kendi cemaatleri ile bazı problemler yaşayanlar, gelip oradaki derslere iştirak ediyorlar ve cemiyetin içinde kaybolup gitmekten kurtuluyorlardı.
Onlarla birlikte oğul, damat, gelin, kız ve torunlardan müteşekkil bütün aile fertleri de cemaatle münasebetlerini devam ettiriyorlardı. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini meydana getirme hasletlerinin burada kısmen de olsa yaşandığını müşahede edince, içimdeki ümid hassası hareketlendi.
 “Burada Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsinin teşekkül etmesine müsait bir zemin var” diye düşündüm.
Heyecan verici bir düşünceydi bu. Fakat sadece bir iki dersi ve üç beş münasebeti esas alarak Nur hareketinin en mühim meselesi hakkında böyle bir kanaate varmanın doğru olmayacağını, bu fikrimi yapacağım başka müşahedelerle olgunlaştırmam gerektiğini düşünerek kanaatimi seslendirmedim.
Melbourne Konferansı, o kanaatimin teyidi için mühim bir fırsat olacaktı. Onun için bir yandan ‘Said Nursî’nin Hayatı ve Nur Hareketinin Serencamı’ konusunu işlerken diğer yandan insanların simalarında şekillenen yüz hatlarından niyetlerini okuyup içtimaî tabloyu tesbit etme gayreti içine girdim.
Salonda ilk dikkat çeken şey doluluğu idi. Daha konferans başlamadan, koca salonun hanımlara tahsis edilen bölümü de, erkeklere ayrılan kısmı da dolmuştu. Çocukların çokluğundan ekseriyetinin ailece geldiği, kıyafetlerin farklılığından ve tercüme fısıltılarından dinleyiciler arasında değişik milletlere mensup insanların olduğu anlaşılıyordu.
Konferansın ‘Said Nursî’nin Hayatı’ safhasında salona, zaman zaman gözyaşları ile ıslanan duygulu bir hava hâkimdi. Sıra ‘Nur Hareketinin Serencamı’na gelince, anlatılan bahse göre yüz hatlarının hareketlenmesi, salonda farklı gruplara mensup çok sayıda insanın olduğunu gösteriyordu.

MİLLETLER FARKLI, ALÂKA AYNI
Milletler değişik, cinsler çeşitli, gruplar farklı idi, ama alâka aynı idi. İki saatten fazla süren konuşmayı, insanların dikkatle dinlemeleri, Said Nursî’ye hayranlığın ve Nur hareketine mensubiyetin canlı bir ifadesiydi.
Konuşmadan sonraki imza ve sohbet faslında da hiç kimse, farklılık, değişiklik, ayrılık ima ve ihsas eden herhangi bir sözde, harekette, tavır ve davranışta bulunmadı. Nuranî sîmâlarda, uhuvvet çizgilerinden, sevgi renklerinden ve muhabbet hatlarından başka bir eda yoktu.
Bu cemaatî tablo, mezkûr kanaatime biraz daha kuvvet verdi.
Ertesi akşam Berat Kandili idi. Vakıf merkezinde yine farklı gruplardan müessir isimlerin de bulunduğu kabalık bir cemaat vardı. Kandil namazlarla, tesbihatlarla, derslerle, toplu cevşen okumaları ile hatim duâları ile ikramlarla, zikirlerle, hususî ibadetlerle fecre kadar devam etti.
Umumî yapılan duâlarda insanlığın saadeti mutluluğu, Müslümanların birliği beraberliği, Nur hareketinin istikrarı istikameti ve şahs-ı mânevînin teşekkül etmesi dileği, duâsı vardı. Hususî yalvarışlarda, yakarışlarda şahsî isteklerin, dileklerin, nidaların, niyazların hemen ardından yine şahs-ı mânevînin teşekkülü ve ittihad-ı İslâmın tahakkuk etmesi duâlarının geldiği muhakkaktı.
Ertesi gün münhasıran gençlerle bir araya geldik.

Devam edecek
 
İSLÂM YAŞAR
Okunma Sayısı: 1389
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı