"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ne kadar işyeriniz varsa kapatın, sadece bakanlık ve vekillik yapın

21 Eylül 2015, Pazartesi
ALİ NAİLİ ERDEM ANLATIYOR (1)

Süleyman Bey idealist, namus timsali bir vatanperver. Bir Türkiye âşığı insan. Havaya eliyle bir hat çizerek, “Bu hat asgarî yaşama düzeyidir. Bu hattın altında yaşayan insanlar bizim insanlarımızdır. Bu insanları kerpiç evlerden çalı dibinden kurtarmaya mecburuz. Bunu yaptığımız sürece Allah’ın rızâsına müstahak oluruz” dedi. Süleyman Bey’in bir sözünü daha söyleyeyim; “Biliniz ki bizim politikadaki şiârımız Allah rızâsıdır. Bunun dışında hiçbir şey istemiyoruz”. “Sevgili Nâili” derdi bana; “Benim insanım açken, benim karnım nasıl tok olur...”

ALİ NAİLİ ERDEM KİMDİR?

17 Şubat 1927’de İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde doğdu. İlk öğrenimini Kemalpaşa İlkokulu’nda, orta öğrenimini İzmir’de yaptı. 1951 Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olup 1954-61 yılları arasında avukatlık yaptı. 1945 yılından bu yana bir çok dergide şiirleri, 1965’ten beri bir çok gazete ve dergide makaleleri yayınlandı. 1961-1980 arası 1., 2., 3., 4. ve 5. dönem İzmir milletvekili. Sanayi, Çalışma (iki defa) ve Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. 1980 askerî darbesinden sonra ülkenin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yol arkadaşı, Millî Eğitim, Çalışma ve Sanayi eski bakanlarından Ali Naili Erdem’le siyasî hayatını, Demirel’le birlikte verdikleri siyasî mücadeleyi konuştuk. Kendisine Demokrat misyonun tarihini ve geleceğini sorduk. Yakın siyasî tarihe geçmiş isimlerden Ali Naili Erdem’in bizzat yaşadığı olaylar nezdinde anlattığı çarpıcı hâtıralar, Demirel’in demokrasi ve kalkınma mücadelesine ve son yarım yüzyıllık Türkiye siyasî tarihine ışık tutuyor.

“BİZ BU MASAYA SUÇLU SANDALYESİNE OTURMAK İÇİN GELMEDİK”

Siyasî hayatınız boyunca baştan beri demokratik misyon içerisinde bulundunuz. Yakın zamanda vefât eden merhum Süleyman Demirel’le uzun yıllar birlikte siyaset yaptınız, ülke idâresinde bulundunuz. Demirel’in demokratik mücadelesine dair hâtırlarınızdan anlatır mısınız?

Memnuniyetle... 21 Ekim 1961’de Süleyman Beyi Mehmet Turgut Bey’in evinde tanıdım. Süleyman Bey o zaman henüz parlamenter değildi. Askerdeydi. 1962’de yapılan kongrede Süleyman Bey’i biz genel başkan olarak düşünüyorduk. Kurucu başkan rahmetli Ragıp Gümüşpala’ydı. Arkadaşlar dediler ki biraz daha zaman geçsin. Biz orada Süleyman Bey’i genel başkan yardımcısı olarak seçtik. Süleyman Bey’i genel başkan yardımcısı seçtiğimiz tarihte ben grup başkanvekiliydim. Gümüşpala’nın vefatından sonra daha önceleri rahmetli Saadettin Bilgiç, rahmetli Faruk Sükan ısrarla bana Süleyman Bey’in genel başkan olması hususunda telkinde bulundular.

Fakat rahmetli Gümüşpala (erken) vefat edince Saadettin Bilgiç’in babası merhum Müftü Hoca dedi ki “Devlet kuşu insanın omzuna bir defa konar Saadettin, sen niye vazgeçiyorsun bu işten.” Bunun üzerine Saadettin Bilgiç, ben de genel başkanlığa adayım dedi. Biz her gün beraber olduğumuz arkadaşlarla ikiye bölündük. Cihat Bilgehan, İbrahim Tekin, Mehmet Turgut, Halim Aras, Süleyman Bey’in yanında yer aldık. Faruk Sükan başta olmak üzere o arkadaş ekibi Ferruh Bozbeyli’yle birlikte Saadettin’in yanında oldular.

Seçim öncesi 1964 seçimlerine giderken Süleyman Bey’in mason olduğuna dair birisi tarafından evrak dağıtıldı. Bir arkadaşımız ben şimdi gider bu meseleyi hallederim dedi. Ekrem’e biz, sen otur karışma bu işlere, dedik. O arada Cevdet Sunay Genelkurmay Başkanı olarak bir mektup yazdı Meclis Başkanı Fuat Sirmen’e. “Adalet Partililer ordunun aleyhine konuşuyor bunun tedbirini alın” diye...

Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in başkanlığında toplantıda konuşurken, merhum İsmet Paşa o zaman başbakan. Yanında Nihat Erim, diğer tarafında Kemal Satır. Adalet Partisi’ni temsilen Süleyman Bey’in yanı sıra ben ve rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil birlikte oturuyoruz. İsmet Paşa, itham edince Süleyman Bey, “Biz bu masaya suçlu sandalyesine oturmak için gelmedik. Biz burada eşit şartlar içinde oturuyoruz” dedi. İhsan Sabri Bey de, “Paşa Hazretleri; siz başbakansınız, icraat mevkiinde olduğunuz halde yapmadığınız şeylerin de hesabını vereceksiniz” deyince İsmet Paşa “Bunların konuşulacağı yer Meclis’tir” dedi ve Meclis’e gittik, İsmet Paşa’yı koalisyondan düşürdük, hükümet olduk. Suat Hayri Ürgüplü kabinesini kurduk. Yıl 1965... Suat Hayri Ürgüplü kabinesinden hayatta sadece ben varım. Bütün arkadaşlarım Hakk’ın rahmetine kavuştu…

“AKLIYLA, GÖNLÜNÜ BİRLEŞTİREREK TÜRKİYE’NİN KALKINMASINI SAĞLADI”

Demirel’in Türkiye’nin kalkınma mücadelesine dair de elbette siyaset arkadaşı ve bakan olarak ortak çalışmalarınız, hâtıralarınız var. Onlardan da nakleder misiniz?

Süleyman Bey idealist, namus timsali bir vatanperver. Bir Türkiye âşığı insan. 1965’te kendisiyle bir akşam otururken bana söylediği bir söz vardır: “Önce insan ve insan sevgisi...” Yani şu sizden, bu bizden diye bir tefrika, bir ayrımcılık yok. Bütün Türkiye’yi kucaklayan sevgi...

Süleyman Bey, bir bilim adamı, bir akıl adamı olduğu kadar bir gönül sultanıdır. Aklıyla gönlünü birleştirerek Türkiye’nin kalkınmasını sağlayan, bana göre en büyük liderdir. Bir Türkiye’ye ikinci bir Türkiye ilâve etmiştir. İlk Bakanlar Kurulu toplantısında söylediği bir söz vardır: “Ben partinin memurlarını değil, devletin memurlarını istiyorum. Parti için çalışan değil devlet için çalışan insanları tayin edeceksiniz”.

Yine Demirel’in 1965’teki ilk Bakanlar Kurulu toplantısında yaptığı ikinci bir açıklama var: “Ne kadar işyeriniz varsa, ne kadar büronuz varsa hepsini kapatacaksınız. Yalnız ve yalnız Türkiye için bakanlık ve milletvekilliği yapacaksınız”; ikinci konuşması da bu. Üçüncü konuşmasında, havaya eliyle bir hat çizerek, “Bu hat asgarî yaşama düzeyidir. Bu hattın altında yaşayan insanlar bizim insanlarımızdır. Bu insanları kerpiç evlerden çalı dibinden kurtarmaya mecburuz. Bunu yaptığımız sürece Allah’ın rızâsına müstahak oluruz” dedi.

Süleyman Bey’in bir sözünü daha söyleyeyim; “Biliniz ki bizim politikadaki şiârımız Allah rızâsıdır. Bunun dışında hiçbir şey istemiyoruz”. “Sevgili Nâili” derdi bana; “Benim insanım açken benim karnım nasıl tok olur...”

“ADNAN BEY’LE FATİN BEY’İN YAPTIĞINI YAPALIM; İNSAN BİR KERE ÖLÜR”

1965 yılında Ankara-Trabzon arası 72 saat. Süleyman Bey’le Karadeniz seyahatindeyiz. Bir tek Samsun’da liman var ve yalnız Samsun’da otel var. Bir akşam üzeri Giresun’a gidiyoruz. Bir göl kenarında durduk. Bir adam elinde balıklar, “Bey” diyor, “eve ekmek götüreceğim, ne olur bu balıkları al”. Ben bunun üzerine dedim ki “Gel, seni Süleyman Bey’e götüreyim.” O adamı Süleyman Bey’in yanına götürdüm. Süleyman Bey o adama, “Karadeniz limanları yeniden yapılacak, Karadeniz yolu açılacak ve hiç kimse elindeki balığı çöpe atmayacak” dedi. Bu konuşma 1965’te gerçekleşti.

Yine bir akşam Hopa’dan Rus hududu Kemalpaşa’ya geçtik. Elektrikler yok. Karşısı Sovyet Rusya. Orada buzdolabı var, çamaşır makinesi var, elektrik süpürgesi var; bizim bu tarafta hiçbir şey yok. Ben konuşmaya başladım: ‘Orada elektrik var, sizde de olacak. Orada buzdolabı var, sizde de olacak. Orada çamaşır makinesi var, sizde de olacak. Konuşmam biterken, bir adam ayağa kalktı ve dedi ki: “Sayın Bakan! Hiç endişe etme. Bu söylediklerinin hepsi olacak, buna inanıyorum. Onların elektriği var, ışıklar içinde diyorsun. Ama onların Allah’ı yok. Bizimse Allah’ımız var”. Süleyman Bey orada, bir yıl sonra bütün o bölgenin elektriğe kavuşacağı sözünü verdi ve Allah’a şükür kavuşturdu…

Benim Millî Eğitim Bakanlığım sırasında demişti ki, “Naili, Türk kültürünü anlatacak kitapları birbiri ardına sırala. Kültürümüzü, insanımıza vermeye çalıştık. Ve bana ikinci olarak dedi ki: “Kur’ân’ın birinci âyeti, oku! Nerede bir boş yer varsa oraya okul yaptıracaksın”. Bizim dönemimizde hiçbir ilçe ortaokulsuz kalmadı. Bütün ilçelere ortaokul getirdik.

1965’te üç arkadaş, İhsan Sabri Çağlayangil Dışişleri Bakanı, Cihat Bilgehan Maliye Bakanı ve ben de Çalışma Bakanıyım. Süleyman Bey dedi ki, “Paramız yok. Biz bu yatırımları nasıl yapacağız, çıkın dünyayı bir dolaşın.” Ben Avrupa’ya gittim. Kiminle konuştuysam para vermedi. “Türkiye’de 27 Mayıs ihtilâli rüzgârları devam ediyor, para veremeyiz” dediler. İhsan Sabri Bey de Amerika’ya gitti. Cihat Bilgehan da Japonya’ya. Hepimiz elimiz boş döndük…

Bunun üzerine Süleyman Bey’in küçük odasındayız. Süleyman Bey başını iki elinin arasına aldı, ağlıyor. “Şimdi ne yapacağız,” dedi. “Bir yığın vaadde bulunduk, ‘kalkınan Türkiye’ dedik, ‘gelişen Türkiye’ dedik, şimdi ne yapacağız?” Dedik ki “Rahmetli Adnan (Menderes) Bey ile Fatin (Rüştü Zorlu) Bey’in yaptığını yapalım. NATO dışında bir devletten yardım alalım.” “Olur mu,” dedi. “Olur,” dedik. Rusya’ya müracaat ettik. Dedim ki, “Ne olacak Adnan Bey’le Fatin Bey’i astılar bizi de asarlar. İnsan bir kere ölür…”

RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN  -  MEHMET KARA  -  MELİH TEKİN

Okunma Sayısı: 10460
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdurrahman KOÇAK

    21.9.2015 15:45:49

    Nerede şimdi bu zamanda böyle siyasetçiler bulmak mümkünmü.....Hey gidi yıllar hey...Demokrasi gelişmesi gerekirden nerelere geldi ...Demokrat parti Adalet Partisi kadroları işte böyle idi....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı