"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Peygamberimizle (asm) hitap insanlara dönmüştür

27 Ocak 2024, Cumartesi 12:59
“Hz. Muhammed’in (asm) gelişi ile dinin evrenselliği zirveye ulaşıyor. Havarilerin yerini Sahabeler alıyor. Onlar da tıpkı Havariler gibi gidebildikleri her yere gidiyorlar. Bu açıdan Kur’an’a baktığımızda Hz. Muhammed’le (asm) ilgili ayetlerde hitabın insanlara döndüğünü görüyoruz. İbrahim süresi 1. Ayet meali şöyle: “Bu Kur’ânı indirdik ki insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın.”

—Dünden Devam—

Milli dinlerden evrensel dinlere geçiş ise farklı bir süreç. Bu süreçte öncelikle dünya buna hazırlanıyor. Yeryüzü bildiğiniz gibi aynı, boyut olarak. Ancak nüfuslar artıyor, at evcilleştiriyor ve kavimler kaçınılmaz olarak birbirleri ile ilişki kurmak zorunda kalıyor. Maalesef savaşlar çıkıyor aralarında. Savaşlar sonunda kavimler, galipler ve mağluplar diye ayrılıyor. Galip kavim zamanla çok sayıda kavmi egemenliği altına alıyor. Ve kavimler aynı yönetimler altında birleşiyor. Büyük İmparatorluklar doğuyor.

Milli dinlerden evrensel dinlere geçiş sürecinde ilk kırılma tam da Roma İmparatorluğu’nun, üç kıtada; Asya, Avrupa ve Afrika’da hüküm sürdüğü en güçlü döneminde gerçekleşir.

Ve bu geçiş sürecinde milat Hz. İsa’nın doğumudur. Hz. İsa’nın babasız doğumu bu kırılma açısından çok çarpıcı bir mucizedir. Çünkü o dönemde ve şimdi de soy bağı baba üzerinden kurulur. Hatırlarsanız Yahudilik’te 12 kabile Hz. Yakup’un 12 oğluna dayanır. Bir diğer deyişle kişinin kavimle veya kabile ile olan ilişkisi baba üzerinden gerçekleşir.

İşte Hz. İsa’nın babasız doğumu belirli bir ölçüde de olsa ona inananlar açısından onun kavimler üstü olmasını sağladı. Onun getirdiği dinin kavimle olan bağı babasız doğumla kesildi.

Yine Hz. İsa Bütün insanların Yaratıcı karşısında eşit olduğu bir kurtuluş fikri ile geldi. Konuyla ilgili İncil’de Galatyalılar 3:28’de yer alan ayet bu kırılmayı güzel bir şekilde özetler: “Artık ne Yahudi, ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne kadın ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.”

Hz. İsa farklı olarak Havariler gönderdi. Tabi burada ilk akla gelen dil problemi. Havariler gittikleri kavimlerin dillerini nasıl konuştu meselesi. Hz. İsa’nın rivayetlerde yer alan mucizelerinden bazıları bunun üzerine. İncil’de dil mucizesi “Elçilerin İşleri” Bölümünde açıkça yazılıdır:

“Mukaddes Ruh’un gelişi; “Ateşten dillere benzer bir şeyler görünüp dağılarak her birinin üzerine indi. Hepsi Mukaddes Ruh’la doldu, Ruh’un verdiği kudretle başka dillerle konuşmaya başladılar. Herkes kendi dilinin konuşulduğunu duyunca şaşakaldı. Hayret ve şaşkınlık içinde şöyle dediler: “Bu konuşanların hepsi Celileli değil mi? Nasıl oluyor da her birimiz kendi ana dilini işitiyor? Aramızda Partlar, Medler, Elamlılar, Mezopotamya’da, Yahudiye’de, Kapadokya’da, Pontus ve Asya ilinde, Frigya ve Pamfilya’da, Mısır’da ve Libya’nın Kirene şehrine yakın kısımlarında yaşayanlar var. Giritliler ve Araplar var. Allah ne büyük harikalar yapmış! Bunu her birimiz kendi dilinde işitiyor!”

Biraz evvel Kur’an’da yer alan ayetlerde Peygamberlerin “ya kavmî” yani “ey kavmim” diye hitaplarının yazılı olduğunu söylemiştik. Bu gözle Hz. İsa’nın Kur’an’da yer alan ifadelerine baktığımızda görüyoruz ki “Ya Kavmî” ifadesi yok. Hz. İsa hitap ederken “ey kavmim” demiyor.

Nasıl hitap ediyor?

Maide Suresi 72. Ayet şöyle: “Ve Gâlel mesîhu yâ benî İsrâîle” Yani “Mesih onlara şöyle demişti: “Ey İsrâiloğulları! Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.”

“Ya Benî İsrail”de bir sahiplenme yok. Resul kendisini dışarıda tutuyor. Vahiy ile vahye muhatap olan kitle arasındaki ilişki kavim üzerinden kurulmuyor. Onlara deniliyor ama “kavmine” denilmiyor. Hz. İsa da babasız doğum nedeniyle herhangi bir kavmi sahiplenmiyor. Hıristiyanlık pagan ve putperest topluluklar arasında hızla yayılıyor ve kavimleri birbirine bağlayan yeni bir unsur çıkıyor karşımıza; din unsuru. İnsanlar; imparatorluklar, ticaret ve dinî bağların etkisiyle birleştikçe aradaki mesafelerin kısalması süreci devam ediyor. İnsanlar maddi olarak veya manevi olarak, kültürel olarak birebir aynı seviyede olamasalar da birbirlerine yaklaşmaya başlıyor. Sınırlı ölçüde de olsa küresel düşünebiliyor. Yerküredeki insan dünyalarının sayısı oldukça azalıyor.

İşte bu noktada Hz. Muhammed’in (asm) gelişi ile dinin evrenselliği zirveye ulaşıyor. Havarilerin yerini Sahabeler alıyor. Onlar da tıpkı Havariler gibi gidebildikleri her yere gidiyorlar.

Bu açıdan Kuran’a baktığımızda Hz. Muhammed’le ilgili ayetlerde hitabın insanlara döndüğünü görüyoruz. İbrahim süresi 1. Ayet meali şöyle: “Bu Kur’ânı indirdik ki insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın.” Dikkat ederseniz Hz. Muhammed’e biçilen misyon, kavmini değil bütün insanları karanlıklardan aydınlığa çıkartmak.

Buraya kadar anlattıklarımızla ilgili olarak Risale-i Nurdan iki pasajı dikkatinize sunalım. 27. Söz’de “Asırlara göre şeriatlar değişir; belki, bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir.” denilerek kavmî dinler tarif edilmiş.

İşaratü’l Î’caz’da da “Zaman-ı saadetten evvel insan âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen, istidâden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindir ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr ile, an’anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hattâ Küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.” denilerek dünyanın küreselleşmesi ya da tek dünyalı küre ve evrensel dinlere geçiş tarif ediliyor.

Yine evrensel din, insanların vizyonlarını genişletmiştir. İlginç bir şekilde bu dönemde evren modeli de değişiyor. Dünya merkezli evren modelinin yanlış olduğu anlaşılıyor. Güneş merkezli evren modeli keşfediliyor. Merkezde Güneş var. Tabii burada güneşi tanrı olarak düşünelim. Dünya mensup olunan kavim, diğer gezegenler de diğer kavimler. Dünya ve diğer gezegenler güneşin etrafında dönüyor. Yani seçilmiş bir kavim yok. Bütün kavimler eşit ve tanrının ve evrensel dinin etrafındalar. Merkezde tanrı ve evrensel din var.”

Her insan topluluğunun milliyeti onun bir nevi kişiliğidir

Doğan üçüncü katman olan, “Mezhep devlerden ulus devletlere” başlığına dair ise şunları kaydetti:

“Öncelikle mezheplerin doğması, sonrasında mezhep devletlerinin kurulması da yine uzun bir süreç. Tekrar Hıristiyanlığa dönelim. Roma İmparatorluğu topraklarında çok sayıda yerli halk ve yerli inanç var. Avrupa’da Latinler, Cermenler, Flemenkler, Anglosaksonlar. Balkanlarda, Trakya’da Yunanlılar, Güneyde Araplar, Mısırda Kıptiler, Doğuda Ermeniler vesaire. Bu kavimlerin kendi kültürleri, yerel, milli ama kadim inançları var. Kendi dinî müktesebatları, kendilerine göre yüz yıllar içinde oluşmuş bir dünya görüşleri var, dini ve dünyayı algılama biçimleri var. Yani bir kavmiyetleri, bir milliyetleri var. Her insan topluluğunun milliyeti onun bir nevi kişiliğidir, karakteridir. Din ise bu toplulukların inancıdır. İnançlar, kaçınılmaz olarak, az ya da çok yorumlanır. İşte bu yorumda ister istemez kavmin karakteri, kişiliği yani milliyeti belirleyici olur. Örneğin Hıristiyanlıktaki Katolik ve Ortodoks mezheplerinin mücadelesi, Prof. Dr. Kürşat Demirci’ye göre arka planda Yunan kültürü ile Latin kültürünün mücadelesidir. Ortodoks-Katolik ayrışması bir anlamda Yunan’ın Latin’le hesaplaşmasıdır.

Latin külahı

Hatırlarsınız, İstanbul’un fethi sürecinde bazı Ortodoks papazların “Latin külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi yeğleriz” dediği rivayet edilir. Çünkü en son Latin Külahını 4. Haçlı seferinde görmüşlerdir. İstanbul, Ayasofya dâhil Latinler tarafından yağmalanmış ve İstanbul’da geçici bir Latin Devleti bile kurulmuştur.

Katoliklik merkezi, hiyerarşik Roma İmparatorluğundan beslenen Latin kültürünün izlerini taşır. Ortodoksluk ise şehir devletleri halinde yaşanan, merkeziyetçiliğin nispeten zayıf olduğu Yunan kültürünün izlerini taşır. Ortodokslukta hâkim din dili Yunancadır. Ayinler Yunanca yapılır. Katoliklikte ortak din dili Latincedir. Katoliklikte Papa adeta bir imparator gibi konumlanmıştır. Yanılmazdır. Hz. İsa’yı temsil eder. Hiyerarşinin en tepesindedir. Ortodokslukta ise patrikler tek değil birden fazla. Tıpkı eski Yunan’da şehir devletlerinin birden fazla olması gibi. Yunan ve Latinleri detaylı incelersek bu izlerin sayısını arttırabiliriz.

Protestanlık mezhebine gelelim. Reform Almanya’da başladı. İncili Latinceden Almancaya çeviren Martin Luther, bir Alman. Daha doğrusu Cermen’dir. Romalılar yani Latinler yüzyıllar boyunca Cermenlerle savaşıyor. Vergi alıyor. Cermen Kabile şeflerinin oğullarını alıyor. Sınıfsal ve kültürel olarak aşağılıyor, eziyor. Dolayısı ile Cermenlerde yani Almanlarda Roma’ya yani Latinlere karşı yüzyılların biriktirdiği bir öfke var. Protestanlık bu öfkenin üzerinde yükselmiştir. Protestanlık bir anlamda Cermen’in Latin’den intikamıdır. Cermenler kabileler halinde yaşarlardı. Ortak bir Cermen kralları olmadı. Dolayısı ile Yunanlardan daha merkeziyetsizler. Hiyerarşileri yok. İşte bu kültür Protestanlığa yansıdı. Protestanlarda da merkezî bir otorite yoktur. Protestanlığın üç önemli ilkesi vardır. Birincisi “Sola Christo” yani “Yalnızca ve sadece İsa”. Yani “Biz yalnızca ve sadece Hz. İsa’yı tanırız. Ondan sonra gelen azizleri, Hz. Meryem’i kutsal kabul etmeyiz ve onlardan yardım dilemeyiz. Özel bir ruhban sınıfı yoktur. Bizim belirli bir ruhani liderimiz yoktur.”

Batıdan Doğuya dönersek...

İkincisi “Sola Scriptura” yani “Yalnızca ve sadece metin; İncil”. Yani “Bağlayıcı tefsirleri kabul etmiyoruz. Kilise, Papa ve benzeri otoriteleri ve bunların otoriter yorumlarını kabul etmiyoruz. Her Hıristiyan İncil’i kendisi yorumlayabilir. Kutsal metinle kişi arasına hiçbir otorite giremez. Her kişi kutsal metni kendi yorumlama yetkisine sahiptir. Bunu kendi dilinde yapabilir.”

Üçüncüsü “Sola Fide” yani “Yalnızca ve sadece iman”. Yani “Kurtuluş yalnızca ve sadece imanla mümkündür. Kişi kiliseden aldığı cennet tapusu ile kurtulamaz. Günahları affetme yetkisi de sadece Allah’ındır.”

Almanlar arasında çıkan bu akım Avrupa’daki diğer halkları da etkiliyor. Örneğin Hollanda’da Felemenkler arasında Protestanlık yayılıyor. Daha sonra İspanyol Felemenk savaşı başlıyor. Hollanda Protestanlığı da Felemenk’in İspanyol’la hesaplaşması olarak karşımıza çıkar. İngiltere’de Protestanlık yayılıyor. Süreç sonunda İngiltere kendi Anglikan Kilisesini kuruyor. Hollanda kendi Felemenk Reform kilisesini kuruyor. Yine Batıdan Doğuya döner ve bu açıdan bakarsak; Süryanilik Arap Hıristiyanlığıdır. Gregoryenlik Ermeni Hristiyanlıktır. Mısırdaki İskenderiye Patrikliği Hıristiyanlığın Kıptî yorumunu temsil eder.

–DEVAMI YARIN–

Okunma Sayısı: 2240
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı