"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Suç ve ceza şahsîdir

12 Şubat 2019, Salı
Suç ve ceza elbette şahsîdir. Suçlu her kim ise ceza ona verilir. Ancak İslam hukukunda bu kuralın iki önemli istisnasını görüyoruz. Birincisi kasdın aşılması suretiyle adam öldürmeler ikincisi de fâili meçhul, ölü bulunan adam (Kasâme) ile ilgili durumdur, öldürme halidir.

İslam Hukuku ve Ceza Hukuku Profesörlerinden Ali Şafak’ın “Mecele Penceresinden  Günümüz Hukukî Sorunlarına Bir Bakış”  Konulu Semineri

DİZİ-1: ALİ ŞAFAK

***

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir düzenlenen akademik seminerler kapsamında bir program daha icra edildi.

Enstitünün bu seferki misafiri Türkiye’nin tanınmış İslam Hukuku ve Ceza Hukuku profesörlerinden 1943 doğumlu Ali Şafak idi.

Program’ın başında önce Enstitü Şube Sekreteri Hayati Binler misafirin özgeçmişini okudu ve kendisini takdim etti.

Ardından da moderatörün sorularına cevaplar biçiminde program icra edildi. Önemi sebebiyle, “Adalet ve Liyakat” temalı bu programın, “MECELLE PENCERESİNDEN Günümüz Hukukî Sorunlarına Bir Bakış” başlıklı sohbet metninin tümünü yayınlıyoruz.

***

Muhterem Hâzırûn,

Hepinizi Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Bugün bizi sizlerle buluşturan Vakfınızın değerli yöneticilerine teşekkür ediyorum. Ayrıca Erzurum’dan bu yana tanıştığımız ve bir süre aynı kurumlarda çalışarak beraber mesai de yaptığımız Anayasa Mahkemesi eski üyesi Sayın Prof. Dr. Sacit Adalı’nın da burada aranızda bulunmasından fevkalade memnun oldum.

1974-75’te, ben İngiltere, Cambridge Üniversitesinde iken, rahmetli Ali Uçar, Mehmet Fırıncı, Mehmet Kutlular gibi beş altı kişi, bulunduğumuz şehre gelmişlerdi ve benim de ikâmet ettiğim binânın alt katında Cambridge’de Müslüman toplumun Cuma Mescidi olarak kullandığı mescitte beş altı gün kadar misafirim oldular. O kadar hassas idiler ki, bizim hanım ne ikram edeceğini şaşırdı. Mesela mantı yapıyoruz, içindeki ette şaibe var diye yemiyorlar, o olmuyor, bu olmuyor, neredeyse sadece patates haşlaması ve yumurta ile idare ettiler. Bu değerli hizmet insanlarına hizmette bulunmakta biz de kusur etmemeye çalıştık. Şimdi de davete icabet bu sebeple değerli bir hizmettir.

Kayseri İmam Hatip Okulu öğrenciliğimiz yıllarında (1955-1962), sonradan matbusunu da edindiğim teksir halindeki Gençlik Rehberi isimli eseri ve yine teksir halindeki İşârât-ül İcaz’ı edinip okumak nasip olmuştu. Risale-i Nur camiasıyla o zamanlardan (yani çok eskilerden) beri, okuma, dinleme, görüşme biçiminde bağlantılarımızı sürdüregeldik.

Ama bazen de bu camiadan, lütfen yanlış anlaşılmasın, affınıza mağruren söylüyorum, “fesleğen ekiyoruz, ot biçiyoruz” türünden insanlar da çıkmıyor değil. Bu da onların Risalelerdeki bu hakikatleri tam anlamadıklarından olsa gerek. Bu tür adamların sıkıntısını, ceremesini de önce sizler ve sonra hepimiz beraber ödüyoruz. Bugünkü konumuzun başlıklarından birisi de bu meseleyle ilgili.

Moderatör: Suçta ve cezada bireysellik yani âyetteki ifadesiyle “ve lâ teziru vaziratun vizra uhra = … Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez…” (el-En’âm 6/164) hakkında neler söylersiniz?

Ali Şafak: Önce şunu söyleyeyim. Zamanımız biraz hassas zaman. Sizleri tenzih ederim, herkesin zihninde bazı kırmızı çizgiler olabilir, benim bu çizgilerle, şu seçim sath-ı mâilinde (zaman itibariyle seminer 02.02.2019 da verilmiştir) konuşmamın uzaktan-yakından herhangi bir alakası yoktur. Başlığa sadakat göstererek ve bildiğim kadarıyla konuşuyorum. Dolayısıyla sözlerimi; “Ha, bunun bu lafının tahtında falana giden tahtında müstestetir bir zamir vardır” diye lütfen düşünmeyin.

Rahmetli Davudoğlu Hocam, -İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde Müdürümüz (1962-64) ve de Hocamız idi.- Merhum şöyle söyler idi, “Evladım, sözünü doğru söyle, esirgeme, amma, al kaşağıyı gir ahıra yarası olan gocunur” derdi. Biz de sözümüzü doğru söylemekten geri duracak değiliz. Yarası olanlar bugün bu sözlerimizi bu toplantıda bile beğenmeyen olabilir. Kırmızıçizgisi olanlar bulunabilir. Biz Müslümanlıktan ve hukukî alanda bildiğimiz şeyleri, güncel ve özel hayatımızla ilgili sorunlarımız hakkında hak nâmına arz ve ifadeye çalışıyoruz.

Soruya gelince, evet, bu âyet Kur’ân’da beş yerde geçiyor. Bâr, yük anlamına da gelen vizr kelimesinin değişik versiyonları Kur’ân-ı Kerimde yirmiüç kadar yerde geçiyor. Suçun ve cezanın şahsî olduğu ve olması gerektiği anlamını açık ifade eder.

Şunu arz ve ifade etmek isterim ki, Mecelle’nin bugün ele alacağımız kurallarından biri “Berâet-i zimmet asıldır.” (md. 8), diğeri ise “Def-i mefâsîd celb-i menâfiden evlâdır.” (md. 30) kuralıdır. Bu ikinci kurala dair bilgiler Kur’ân-ı Kerimde temel amaç ve yaptırımlar mefsedetler üzerinden geliyor. Yani “şunu şunu yaparsanız, mal çalar çırparsanız, adam öldürürseniz, haksız menfaat sağlarsanız cezanız budur” diyor Kur’ân. İyilikleri yaymadan önce mefsedetlerin önlenmesi, insanları onlardan sakındırma işi daha önde geliyor.

Mesela Kur’ân-ı Kerim, en-Nûr suresinde; “İffetli kadınlara zina isnad edip de buna dair dört şahid getiremeyen herkese seksen değnek vurun ve bundan böyle, onların şahitliklerini artık ebediyyen kabul etmeyin. Çünkü bunlar gerçekten fâsıkların ta kendileridir. / Ama bu iftira suçundan sonra tövbe edip halini düzeltenler kurtulurlar. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.” (en-Nur 24/4-5). Dördüncü âyette geçen “Muhsin” kelimesi iffetli, iffetiyle yaşayan, kötülüklerden habersiz kadın demektir. İşte ona isnad edilen suçu fâil isbatlayamadığında, uygulanacak dünyevi yaptırımın devamında “öylelerin şahitliklerini de kabul etmeyin” diyor yani ahlâkî boyut var ve ahlâkî yaptırım var. Ve ayetin sonunda da “o fâsık ve müfteri kişilerin gideceği yer cehennemdir.” buyurulur yani uhrevî yaptırım da var.

Dolayısıyla hem âyetlerde ve hem de hadislerde “el emrü bi’l-ma’ruf ve’n-nehyü ani’l-münker” ilkesinin yaşatılması istenirken münkerin yaptırımlarına daha sık değinilmekte. Çünkü mefsedeti önlemek önce gelir, faydaları elde etmek daha sonra gelir.

Hem bu işler, Adam Smith’in dediği gibi “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değil. Öyle yağma mı var. İnsan kurallarla yaşar.

Mısır’ın eski Yargıtay Başkanı ve sonra siyâsî mahkûmu meşhur Âlim Abdulkadir Udeh, cezaevinde iken, Batının ve İslam’ın ceza hukuku kurallarını ve kanunlarını mukâyese ederek İslam “Batı Seküler Ceza Kanunlarıyla Mukâyeseli İslam Ceza Hukuku….” kitabını yazmış. Bu değerli eseri tercüme etmek bize nasip oldu. Bugün birçok hukuk fakültelerinde yüksek lisans derslerinde ders kitabı olarak okunuyor. Suçun ve cezanın şahsîliği ile ilgili olarak bu kitapta da yer alan bazı hususları açıklamak isterim.

Suç ve ceza elbette şahsidir. Suçlu her kim ise ceza ona verilir. Ancak İslam hukukunda bu kuralın iki önemli istisnasını görüyoruz. Birincisi kasdın aşılması suretiyle adam öldürmeler ikincisi de fâili meçhul, ölü bulunan adam (Kasâme) ile ilgili durumdur, öldürme halidir.

Bir suçtan dolayı bir kişi bir kere yargılanır. Roma Hukukundaki deyimiyle “non bis in idem”. Oysa Batı hukukunda bir suçtan dolayı kişiler hakkında çoğu kez iki kere ya da iki ayrı mahkemede ve iki ayrı türden yargılama yapılıyor. Biri ceza yargılaması ve diğeri de tazminât yargılaması veya idârî yargılama. İkisi farklı mahkemelerde ve farklı kurallara tabi oluyor.

İslam Hukukunda ise, bu gibi konularda müeyyide tek yargılamayla belirlenir. Suçtan zarar görene ödenecek tazminat ve kısas ya da diğer bir yaptırım birlikte ve bir kez değerlendirilir.

Kasdın aşılması veya hataen adam öldürenin tazminat ödemek için kendi malı yoksa ya da yeterli değilse âkilesi yani baba tarafından akrabaları da bu zarardan sosyal sorumluluk prensibi gereğince sorumlu olurlar. Hatta mezhepler arasında farklar olmakla birlikte bilhassa âkilesi de yoksa ya da akile sisteminin olmadığı toplumlarda doğrudan doğruya devletin tazminat sorumluluğu gündeme getirilebilir.

Bizde şimdi ne oluyor? Ölenin kanı yerde kalıyor. Suçlu cezaevine giriyor ama ölenin yakınları tazminatsız kalıveriyor.

Kur’ân’ın kuralları evrenseldir ve ilelebet bâkidir diyorsak bizim bunların hiç olmazsa, özel hayatımızla ilgili bir kısmını güncele uyarlamamız sözkonusu olabilir.

Mesela yaş sebze ve meyve ticaretiyle uğraşanlarla ilgili bir Toptancı Hâlleri Kanunu çıkarılmıştı (2010). Bir diğer ifadeyle bu düzenleme çok iyi veya kötü yıllardır zaten var. Onu tam olarak uygulamak, sorunları çözmeye yeterli iken şimdi bir hava bozukluğu sebebiyle sebze fiyatları üçe beşe katlanıverdi. Bu durumda hemence sanki kanun yokmuşçasına yanlışa yanlışlar katılıyor gibi geliyor. Önemli olanı fırsatçıların önünü kesmektir.

Bunun bir örneği Hz. Nebi (as) döneminde yaşanmıştır. Şöyle ki, O, üretici köylüler mallarını satmak üzere Medine pazarına getirirlerken onları köy yollarında karşılayıp mallarını satın alan ve pazar piyasasını ellerinde tutmak isteyenlerin bu girişimini yasaklamıştır. İnsanları (üretici-tüketiciyi) kendi hallerine bırakmayı emretmiştir…. (Hadis literatüründe buna Telaki’r-Rükbân = binitlileri yolda karşılamak denilir).

Bireysel sorumluluğun ikinci istisnası ise şudur: Bir mahalle ya da köyde veya yakın çevresinde bir ölü bulunur da bunun kâtili bilinemiyorsa, o mahalle veya köyün erkek ahalisi “biz öldürmedik öldüreni de bilmiyoruz” diyerek yemin edecekler. Yemin etmeleri, onları kısas cezası ile yargılanma sorumluluğundan kurtarır ama öldürülmüş bulunan kişinin diyetini elbirliğiyle ödeyeceklerdir.

Mesela Alman Medeni Kanununda otobanlarda çok sayıda aracın karıştığı zincirleme kazalarda kimin ne kadar suçlu ve kimin hangi zararından kimlerin sorumlu olduğunun ayırt edilemeyeceği türden kazalarda kollektif sorumluluk için ayrı bir fon vardır. Benzeri kural başka ülkelerde de vardır. Bunlar da gösteriyor ki tazminat sorumluluğu kollektif olabilir. Bu konuda bir fon oluşturulabilir. Ama ceza sorumluluğu daima bireyseldir. Kim suç işlemişse ceza ona verilir.

Bir de batının ve doğunun hak telakkisi farklıdır. İslam hukukunda bireysel hak telakkisi daha öndedir. Kul hakkını, hak sahibinin kendisi affetmedikçe kimse o haksız kişiyi affedemez, bağışlayamaz. Ama mesela bir isyan, başkaldırı halinde verilen ağır cezalar dahi affedilebilir. Devlet daima ve sadece kendisine karşı suçları affedebilir.

DEVEM EDECEK 

Okunma Sayısı: 5853
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı