"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Türkiye, 1950’de millet iradesini ülke idaresine hakim kılan bir idareye kavuştu

01 Temmuz 2015, Çarşamba
Türkiye Cumhuriyeti öncesi ve kuruluşunda halk yok. Halksız demokrasi olmaz. Birden fazla fırka (parti) olmayan yerde de demokrasi olmaz.

DEMOKRASİ İLE İLMÎ, KÜLTÜREL, İKTİSADÎ VE SOSYAL GELİŞME ARASINDAKİ İRTİBATI AÇIKLAR MISINIZ?

İşte, tam buraya geldim. Aslında demokrasi, kendisinin yaptığından çok, birçok şeylerin yapılmasına imkân veren sistemin adıdır. Eğer kişi kendi varlığını, kendi benliğini ortaya koyabilecek, bunu geliştirebilecek seviyede ise, iktisadî, sosyal, kültürel gelişme, bunun tabiî neticesidir. İktisadî, sosyal, kültürel, yani topyekûn kalkınmadaki ana unsur ne paradır, ne başka birşeydir, ne tabiî kaynaklardır. Ana unsur insandır. Bundan yirmi sene evvel İstanbul’da bir süt fabrikası açılırken orada İsviçre sefiri—patent ve makinalar İsviçre’den alınmadır—bir konuşma yaptı. Enteresan bir konuşmaydı. Dedi ki: “İsviçre dağlardan ibarettir. Ne ovamız var, ne madenimiz var, ne de başka bir zenginliğimiz. Sadece karlı dağlar. Bu karlı dağlarda biz dünyanın en zengin milleti olarak yaşıyoruz. Bunun sırrı, bizim, insanoğlunun meydana getirebileceği büyük gücü azamî şekilde kullanmayı başarabilmemizdedir. Bizim zenginliğimiz bir ortamın mahsulüdür. Bir hayat tarzının mahsulüdür. Sistemin mahsulüdür.” Çok düşündürücüdür bu ifadeler.

BATIDA, TÜRKİYE’DE VE İSLÂM DÜNYASINDA DEMOKRASİ MÜCADELESİ NASIL BİR SEYİR TAKİP ETMİŞTİR?

Batıdaki gelişmeleri yukarıda büyük ölçüde anlattım. Batıdaki gelişmeler daha çok zulme karşı, idare edilenlerin idare edenlere karşı direnmesiyle meydana gelmiştir. İngiltere’de krala karşı direnmenin neticesinde Magna Carta ile başlamış, daha sonra halkın vergiye karşı çıkmasıyla devam etmiştir. “Tamam, vergiyi verelim, ama bu vergiyi nereye koyduğunuzu, nereye koyacağınızı söyle, göster.” Böylelikle bütçe hakkı doğmuştur. Vergi toplamak kâfi değil, vergiyi ne yapmak için toplayacaksın? Bütçe hakkı dediğimiz hak bu. Daha sonra da accountibility dediğimiz hesaplaşma, bütçe hakkının devamı olarak ortaya çıkmıştır. Yani, ne yaptınsa, gel, yaptığını idare edilenlere anlat, İdare eden, idare edilenlere, ne yaptığını ve neden yaptığını söylesin. İdare edilen de, “Yanlış yaptın, doğru yaptın” diyebilsin. 

İşte budur hesaplaşma hadisesi. Kimse yanlış anlamasın. Bakınız, bugünkü İngiliz demokrasisinde dahi accountibility’nin kâfi derecede yapılmadığından şikâyetler vardır. “Ben yaptım, oldu; madem ben yaptım, doğrudur” yok. Herşeyin, herkesin hakkında konuşabilme hakkının bulunması, accountibility’nin ta kendisidir, hesaplaşmadır. Böyle olursa, devleti idare edenler keyfîliğe sapamazlar. Büyük yanlışlıklar olmaz. Çünkü devlet idaresindeki yanlışlıkların bedelini halk öder. Bu yanlışlıklar öyle büyük bedellere baliğ olur ki, kişiler bunları ödemeye muktedir değildir. Kişilerin ne varlığı, ne hayatı bunları ödemeye kâfi gelmez. Onun içindir ki, bu rejim hataları tashih ederek, büyük hataların meydana gelmesini önleyerek adım adım gider.

Batıdaki gelişmeyi belki şöyle izah etmek mümkün: İngiltere’de Westminster demokrasisi, arkasından Amerikan İstiklâl Beyannamesi, onun arkasından Fransız ihtilâli. Bu üç büyük olay Batıdaki demokrasi hadisesinin hemen hemen kilometre taşlarıdır.

Türkiye’de demokratikleşme diyebileceğimiz hadise nerede başlar? Nasıl başlar? Osmanlı İmparatorluğu idaresindeki Tanzimat Fermanı, daha sonra Kanun-u Esasî, daha sonra Meşrûtiyet, nihayet Osmanlı İmparatorluğunun sonu, bu sondan sonra Sevr Muahedesi, Sevr Muahedesine razı olmamak, Kuva-yı Milliye ve İstiklâl Harbi ve İstiklâl Harbi sonrasında Türkiye Cumhuriyeti. Aslında bu hadiselere demokratikleşme demek mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti hadisesi dahil. Halksız demokrasi olmaz. Bu safhaların içerisinde halk yok. Cumhuriyete kadar olan safhaların içinde daha çok padişahın yetkilerini sınırlandırma var. Padişahın yetkisi esasen Meşihatla sınırlıdır. Padişah, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye dışına çıkamaz, çıkmaması lâzımdır. Sınırsız yetkiye sahip değildir, sınırlıdır.

Tanzimat Fermanı devletin teb’asına karşı —vatandaş yok, teb’a var— birtakım taahhütlere girmesi hadisesidir. Ondan önceki, Sened-i İttifak ise daha değişik bir hadise benim anladığıma göre. Sened-i İttifakta, ikide bir padişahın otoritesiyle oynayan isyanlara karşı elinde güç bulunan Anadolu ve Rumeli beylerinin veya ileri gelenlerinin padişahı korumak için bir araya gelmeleri vardır. Ve Sened-i İttifak çok önemli bir hadisedir. Her önüne gelen padişahın otoritesiyle oynuyor. Patrona Halil çıkıyor, padişahın otoritesiyle oynuyor. İşte Sened-i İttifak, padişahı korumak için yapılan bir ittifak senedidir. 

Ama Tanzimat Fermanı padişahın birtakım taahhütlerini içine alıyor. Bunun içerisinde çok önemli birkaç taahhüt var. Bir tanesi; hiç kimse muhakeme edilmeden asılmayacak. İkincisi vergidir. Vergi, gücü olandan alınacak. Gücü olmayandan vergi alınmayacak. Gücü olandan takati nisbetinde alınacak. Tanzimat Fermanının getirdiği iki önemli hadisedir bunlar.

Kanun-u Esasîye geldiğimiz zaman, Kanun-u Esasî daha çok Avrupa’daki anayasayla idare edilen devletlere benzeme hadisesidir. Bu arada, devletin yükümlülüklerini, bir miktar sorumluluklarını, devletin vatandaş karşısındaki vaziyetini daha sarih hale getirme ve bir meclis ortaya koyma hadisesidir. Seçilmiş bir meclis ve halk geliyor.

1908 Meşrûtiyeti ise—kaldırılmış değil, talik edilmiş—1876 Kanun-u Esasisinin yeniden ihyası hadisesidir. 1908’e geldiğimiz zaman, parti var. 1876’da yoktu. İttihad Terakki Fırkası var. Ama İttihad Terakki Fırkası orduya dayanır. Ordu bir fırka olarak çıkmış milletin karşısına. Bu hadise imparatorluğun göçmesine sebep olur. Çünkü 1876’dan 1908’e kadar 33 sene Adriyatik’ten Basra Körfezi’ne kadar muhafaza edilebilen imparatorluğu, 1909’dan 1919’a kadar geçen on sene zarfında dağıtmıştır. İttihad Terakki, orduya dayanan bir fırkadır.

Devletin tümüne ayrılması gereken bir askerî gücü bir fırka emrinde, bir parti emrinde kullanmaya kalktığınız zaman, devletin yıkılmasına sebep olur. İttihad Terakkî’nin karşısına İtilâf ve Hürriyet Partisi çıkmış, o da ordunun içerisinde kendisine bir ittifak aramıştır. Böylece ordu ikiye parçalanmıştır. Balkan hadisesi onun neticesidir. Libya hadisesi, Girit hadisesi arka arkaya gelmiştir. Ve daha sonra Cihan Harbi.

Anadolu’yu gövde alırsanız, bir büyük kolu Arabistan Yarımadası -kıt’ası diyecek kadar büyük bir yer, bütün Doğu Akdeniz’i içine alıyor— bir büyük kolu da Balkanlar. Ve bu iki büyük kolu kırılmış bir Türkiye. Ki Sevr sınırlarını alırsanız, Sevr sınırları Eti devletinin sınırları gibidir. Kızılırmak sınırları içerisinde bir Türkiye.

Cumhuriyette fırka var yine. Halk Fırkası var. Cumhuriyetin ilânından evvel var. İstiklâl Harbini yapıp gelen kumandanlar, Gazi Mustafa Kemal Paşa, yeni bir devlet kurmaya geçtiği vakit, halkla devlet arasında köprü olacak bir dayanak arayacaktır. O da Halk Fırkasıdır, tek fırkadır. Daha sonra 1924’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulacaktır, ama çok kısa bir zaman içerisinde kapatılacaktır. Daha sonra 1930’da Serbest Fırka kurulacaktır, 92 gün sonra kapatılacaktır. Tek partili idareyi demokrasi saymak mümkün değildir. Türkiye bugün dahi tek partili idarenin sıkıntıları içindedir. Çünkü çok partiyi Türkiye’de birçok zihinler henüz anlamamıştır, demokrasiyi anlamamıştır. Atatürk idaresini ihya etmeye kalktığınız takdirde, netice itibarıyla tek parti idaresini özlemekten başka yapacağınız birşey yoktur; Meselâ diyorsanız ki “Dört cereyan benim partimin içinde bir araya geldi,” işte o tek partidir. Başka parti yoktur da, ondan olur bu. Yoksa fırka diye geldiğiniz vakit, birden fazla fırka olmayan yerde demokrasi olmaz.

1950’de Türkiye hakikaten tarihinde ilk defa, halkı, millet iradesini ülke idaresine hakim kılan bir idareye kavuştu. Bir ülkede serbest zeminde hür seçim yoksa, birinci sualinize vermeye çalıştığım cevap askıda kalır. Daha doğrusu, iktidarın el değiştirmesi hadisesinde en önemli husus, serbest zeminde hür iradenin tecellî ettirilmesidir. 1950’de bu olmuştur. 1960 sonrasında, siz Demokrat Parti iktidarını ortaya çıkaran oyu suçlamışsınız. Cahil oy çoğunluğunun kişileri olarak Yassıada’da o günün iktidar adamlarını suçlamışsınız. Adeta reyi cezalandırmışsınız. Sonra bu reyi cezalandırma hadisesi ortaya çıkmıştır.

Hem adama diyeceksin; “İstediğini seç, hürsün.” Seçtikten sonra da diyeceksin ki: “Olmaz, cahil adam, sen bu kadar yaparsın.” Teker teker suçlamak mümkün değil ki, tümünü birden suçluyorsun. Ve 1971, 1960’ın devamıdır. “Parlamento ve hükümet süregelen davranışıyla ülkeyi uçurumun kenarına getirmiştir.” Öyleyse kurtaralım...

1960 sonrasında, bizim geçen yirmi beş sene zarfında yaşatmaya çalıştığımız şey, bir defa açılmış gedikten girmiş bulunan askeri siyaset dışına çıkarma hadisesidir. Ne ile çıkaracaksınız? “Efendim, bunlar niye oluyor zaman zaman?” Bir defa olmuş işte, ondan oluyor. Millet iradesinin üstünlüğünü tesis ile çıkaracaksınız. Millet kendi iradesine sahip çıkacak. Eğer millet kendi iradesine sahip çıkmaya gerek görmüyorsa, kendi hak ve hukukunun ne olduğunu henüz şuur haline getirememişse ve bunu korumaya kararlı değilse, bu üstünlüğü sağlamakta zorluğumuz var demektir. Ne ile sağlayacaksınız? Seçilmiş bir idarenin gücü oydur. Oy bir defa 60 ihtilâlinde güç olmaktan çıkarılmış. O günkü iktidar seçilmiş idare olmasaydı, bir diktatörlük olsaydı veya bir başka şekil idare olsaydı, orada oy aşılmış olmazdı. Ama seçilmiş bir idareydi. Ve oy, dönmüş bir kâğıt parçasına. Uğraşmışsınız kâğıt parçasını yeniden güç haline getirmeye. 

Bunun için, geçen yirmi beş sene zarfında, 60’lı 70’li yıllarda, “Oyunuza sahip olun, seçtiklerinize sahip olun” dedim. Bu, ahaliyi bir başkaldırmaya teşvik değildir. Bu, doğrudan doğruya hakkın sahipliği meselesidir. Halen Türkiye bir noktaya geldi. 1980 sonrasında bir güdümlü istikamete sevk edilmek istendi. Bugün Türkiye onun sancılarıyla meşguldür.

İslâm dünyasına, daha doğrusu, ahalisi Müslüman olan ülkelere baktığımız zaman ise, demokrasiyle idare edilen, Türkiye’den ve Malezya’dan başka memleket olmadığını görürüz. Türkiye de demokrasiyi yaşatmaya çalışan bir ülke. Pakistan çok partili idareyi, seçimle idareyi denedi, tutturamadı. İhtilâller birbirini takip etti. Dünyada 55 tane Müslüman memleket var. Türkiye ve Malezya dışında hiçbirinde demokratik idare yoktur. İsimleri ne olursa olsun.

Kazım Güleçyüz / [email protected]

Okunma Sayısı: 1926
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı