"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Türkiye ve “İslâmî uyanış”

06 Temmuz 2015, Pazartesi
İslâmî uyanış” tabiri, bilhassa Batıda sık sık kullanılıyor. Bu sualler bana geçen dört-beş sene zarfında, bilhassa İran olaylarından sonra çok soruldu.

BİR MÜLÂKATINIZDA, ÜNİVERSİTE YILLARINDA ARKADAŞLARINIZLA KUR’ÂN MEALLERİ VE MEVLÂNÂ OKUDUĞUNUZU, CAMİLERE DEVAM ETTİĞİNİZİ ANLATIYOR; SONRA “ARAYA BİRTAKIM YILLAR GİRDİĞİNİ” SÖYLÜYOR; AKABİNDE DE “BİR YERDEN İTİBAREN, YİNE TÂ BAŞTAN, ÇOCUKLUK YILLARINDAN ALÂKAMIZ OLDUĞU İÇİN BAŞLAMAMIZ ZOR OLMADI” DİYORSUNUZ KENDİ HAYATINIZDA YAŞADIĞINIZ BU TECRÜBENİN VE BEDİÜZZAMAN’IN “HAKİKATEN BENCE, MÜSLÜMAN NESLİNDEN GELEN BİR ADAMIN AKLI VE FİKRİ İSLAMİYETTEN TECERRÜD ETSE BİLE, FITRATI VE VİCDANI HİÇBİR VAKİT İSLAMİYETTEN VAZGEÇEMEZ. EN EBLEH, EN SEFİH BİLE, SEDD-İ RASÎN-İ İSTİNADIMIZ OLAN İSLAMİYETE BÜTÜN MEVCUDİYETİYLE TARAFTARDIR” SÖZLERİNİN IŞIĞINDA, TÜRKİYE’DE YAŞANAN İSLAMÎ UYANIŞI YORUMLAR MISINIZ?

Bunun İngiliz lisanındaki adı “re-animation of islam,” İslamın yeniden dirilmesi; uyanmaktan çok dirilme şeklindedir. Ben “Türkiye’de ‘İslamın dirilişi’ diye bir tabiri kabul etmiyorum. İslâm Türkiye’de hep diri kalmıştir. Ölmüş müdür ki dirilsin?” şeklinde kendilerine cevap vermişimdir.

“Îslâmî uyanış”ı da kabul etmiyorum. Çünkü, Osmanlı devletinin sona ermesinden ve Cumhuriyetin kurulmasından bu yana geçen 64 sene zarfında çeşitli devirler olmuştur. Bu dönemler içinde dinin baskı altında olduğu günler olmuştur. Ama Türk milleti, yine bana göre, milleti millet yapan en önemli unsurlardan birisi olan Müslümanlığa sarılmıştır. Müslümanlık üzerindeki, bilhassa Batılılaşmanın yanlış anlaşılmasından doğan tazyikler, halkı devlete küstürmekten başka birşeye yaramamıştır. Şükürle kaydedilecek olan taraf şudur ki, bizim halkımız İslamiyetin bütün icaplarına riayet edemese bile, inanç itibarıyla Müslüman olduğu için ve Müslümanlığın yüceliğini çok iyi bilmese bile, bilebildiği, alabildiği, öğrenebildiği, günlük hayatına, vicdanına, zihnine intikal ettirebildiği kadarıyla, İslamdan uzaklaşmayı Batılılaşmak sayan zihniyetin karşısında durabilmiştir.

Böyle zamanlarda çok enteresan olan taraf, halkın hadiseleri muhakeme etmeden, insiyakla tavır takınmasıdır. Müslümanlık üzerinde, din üzerinde, vicdan hürriyeti üzerinde tazyik teşkil edebilecek her türlü harekete halkta kendiliğinden bir reaksiyon olmuştur. Bu reaksiyon zaman zaman sessizdir. Bu sessiz reaksiyon devlete küsmeye kadar varmıştır. Ama Türkiye’nin camilerinden hiçbir zaman ezan eksilmemiş; Allah’a şükür, ebediyete kadar da eksilmeyecektir. Türkiye’de Müslümanlığın en güzel, gıpta ile seyredilecek, görülecek taraflarından birisi, Ramazan aylarında, bayramlarda Müslümanlığın bütün icaplarını, ülkenin bir ucundan bir ucuna yerine getirmiş, yerine getirmeye devam etmiş olmasıdır. Her şart altında bunların hiçbirisinden vazgeçmemiştir.

Bilhassa çok partili siyasî hayat başladığından bu yana, halkın kaderine—şu mânâda söylüyorum; Cenâb-ı Allah’ın çizdiği kader değil, kader tabirini daha çok kendi iradesine sahipliği mânâsında söylüyorum—el koyduğundan bu yana, halkın bir ağırlık teşkil ettiğinden bu yana, din ve vicdan hürriyetinde de geniş bir serbestleme olmuştur. Demokrasiyle birlikte Müslümanlık bazı zihinlerce gericilik telâkkî edilmekten çıkmış, kalkınmamışlığımızın sebebi sayılmaktan da çıkmıştır.

Bunları tümüyle söyleyemiyorum. Yine bazı zihinlerde, kendisini aydın sayan bazı zihinlerde Müslümanlığın gericiliğin sebebi sayılabildiği görülür. Veya, geri kalmışlığın sebebi sayılabildiğini görürüz. Müslümanlığın geri kalmışlığımızın sebebi sayılması yeni değildir.

Türkiye’nin Tanzimat Fermanıyla Batıyla daha çok irtibat kurmaya başladığı zamanlardan bu yana bu söylenegelmiştir. Hattâ Ziya Paşanın bir beytinde de bu hususun yer aldığını görürüz:

“İslâm imiş devlete pû-bend-i terakki 
Evvel yoğidi işbu rivayet yeni çıktı.”

Yüz sene evvel yahut yüz on sene evvel söylenen bazı şeylerin Türkiye’de hâlâ yaşadığını görüyoruz. Bunların tümüyle ortadan kalkacağını da sanmıyorum. Ama zaman zaman bu çeşit düşüncelerin yaygın hale geldiğini görebiliyoruz.

Marksist-Leninist düşüncenin tatbikat bulduğu 1917 Bolşevik isyanından hemen sonra dinin afyon sayıldığını ve bilhassa Sovyet Rusya’da kurulan bu Bolşevik rejimin ateizmi, dinsizliği din yaptığını; ateizmi ve dinsizliği din yapan Sovyet rejiminin ikinci Dünya Harbi içerisinde Alman orduları tarafından Rusya’nın bir kısmının işgali zamanında kiliseleri açtığını da biliyoruz. Tabiî ki, hangi şekilde olursa olsun, bir ülkede meydana gelen cereyan diğer ülkeyi şöyle veya böyle tesir altında bırakabiliyor. Nitekim, Bolşevik cereyanının gerek dinde, gerek ekonomide getirmiş bulunduğu birtakım sloganların çeşitli ülkelerde bazı taraftarlarının meydana geldiğini de görüyoruz.

Binaenaleyh, Cumhuriyetin başında Türkiye dine sarılmıştır. Bunun en belirgin, elle tutulur, gözle görülür emareleri bizim devletimizin vesikalarında mevcuttur. İki tanesini söyleyeceğim. Bunlardan bir tanesi, Mustafa Kemal Paşanın 21 Nisan 1920 tarihli tebliğidir. Burada 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılacağı bildirilirken, her yerde dua edilmesi, Kur’ân okunması, mevlid okunması valilerden, kumandanlardan isteniyor. TBMM, dualarla açılıyor. Bunlar bid’at değildir.

Bâtıl da değildir. Sonradan zaman zaman, yer yer bu çeşit hareketlerin bâtıl, bid’at sayıldığını da gördük. Yine, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda dine sarılmış olduğunun ikinci belirgin vesikası, bizatihi 1924 Anayasasının kendisidir. 1924 Anayasasında “Türk devletinin dini din-i İslamdır” diyor ikinci madde. Bu itibarla, daha sonra, 1928’den 37’ye kadar olan dönem içerisinde de bir laiklik tabirinin Anayasada yer almadığını görüyoruz. Laiklik tabiri 1931’de Cumhuriyet Halk Partisinin programında; 37’de Anayasada yer alıyor.

1940’lı yıllarda ezanın Türkçeleştirilmesi ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte medreselerin kapatılması, din eğitiminin hemen hemen ortadan kalkması ve bilhassa laiklik tabirinin o günkü tatbikatıyla dinsizlik anlamında anlaşılmış olması—ki bugün bu kavram hâlâ açıklığa kavuşmamıştır—halkta çok büyük tepkilere sebep olmuştur. Ki halkın sesinin ve oyunun bir anlam taşıdığı bir devir açılınca ilk yapılan şey, ezanın Türkçeleştirilmesinden vazgeçilmesi, “Tanrı uludur, Tanrı uludur” yerine “Allahüekber, Allahüekber” diye başlayan ezanın, Müslümanlığın başladığı günden beri olan okunuş şekline ve dinî tedrisata dönülmesi, halkın dine sahip çıkmışlığının en güzel, en belirgin örneklerindendir.

Eğer Türkiye’de millet dinini unutsaydı veya bu yapılan tatbikatları içine sindirebilseydi, o zaman buna lüzum kalmazdı. Onun içindir ki, Türkiye’de Müslümanlık hiç uyumamıştır ki, bugün uyanıyor diyebilelim. Şükürler olsun Allah’a. Demokrasinin aralıklarla yürüdüğü Türkiye’de zaman zaman tartışmalar olmuş, ithamlar olmuş, şu veya bu biçimde kişiler birbirini anlamakta sıkıntıya düşmüş; ama buna rağmen Müslümanlık üzerindeki anlayış daha çok vuzuha varmıştır. Bugün Müslümanlığı geri kalmışlığımızın sebebi sayanların veya dini afyon sayanların miktarı çok azalmıştır. Hattâ bu düşüncede olanların bu düşüncelerini ortaya koyabilmeleri zorlaşmıştır.

Bugün elli bin camimizde, mescidimizde vakit namazları kılınıyor, ezan okunuyor. Bu, geçen üç-beş sene zarfında olmadı. Yalnız, geçen üç-beş sene zarfında dahi buna kimse el süremedi. Bugün aşağı-yukarı orta eğitime giden üç milyona yakın öğrencimizin yüzde sekiz kadarı, iki yüz kırk, iki yüz elli bini klâsik lise eğitimine ilâveten din eğitimi veren okullara gidebiliyor. Biliyorsunuz, bu okulların önü üniversiteye açıktır. Onu biz yaptık. Bu da son günlerde bir miktar tartışıldı.

Bu tartışmaların doğru anlaşılması lâzımdır. Bu tartışmalara taraf olanların, kendilerini, bir baskı altında kalmadan düşüncelerini ortaya koyabilmeleri lâzımdır. Türkiye’de henüz bunun tam ortamının mevcut olduğuna kani değilim. Buna rağmen biz bu ortamı meydana getirmeye çalışıyoruz.

Uyanış meselesini böylece söylemiş olacağım.

Aslına bakarsanız, demokrasiye geçildikten bu yana, 50-60 dönemi içerisinde o günkü siyasî iktidarı hırpalamada kullanılan dört slogandan birisi irtica idi, birisi partizanlıktı, birisi rüşvetti, suiistimaldi, birisi de pahalılıktı. Bunlar o günkü zihinlerde tesir hâsıl etmiştir. Bu, entellektüel kitlenin kendi unsuru değil, devirlerin getirdiği bir durumdur. Din meselesinde kâfi bilgiye sahip değildir. Tümünü söylemiyorum. Çok bilgi sahibi olan insanlar vardır da, genellikle söylüyorum.

Kazım Güleçyüz / ir­ti­bat@ye­ni­as­ya.com.tr

Okunma Sayısı: 2214
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı