"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Üstad bu bahsi adeta uçaktan bakarak yazmış!”

20 Eylül 2013, Cuma
Ben şekerleme yaparken eşim hem dışarıyı seyretmeye, hem de Âyetü’l-Kübra’yı okumaya devam etmiş ve manzaraya da bahse de hayran kalmış olmalı ki, uyandığımı anlayınca kitaptaki bir yeri göstererek dikkatimi çekip dışarıyı işaret etti: “Üstad bu bahsi âdeta böyle bir uçaktan bakarak yazmış.”

HAVA, ADETULLAH KANUNLARINA RİAYET EDİYOR
En az erkekler kadar hanım yolcu da vardı uçakta. Onların hangi yolun yolcusu olduklarını anlamak için yüzlerine bakmaya pek gerek yoktu. Zîra kılık kıyafetleri, giyim kuşam tarzları, duruşları, gidişleri, hareketleri, tavırları ve sair zahirî hâlleri, gittikleri mânevî yönü tahmin etmeye yetiyordu. 
Ondan sonra gözüme çarpan çehrelerde, gördüğüm hareketlerde, duyduğum seslerde ve sair hâllerde de sol yolun yolcusu olma tezahürleri hissedince şaşırdım. Kendimi sağ yolun yolcusu telâkki ettiğimden, benzer hâller yaşayanların bir hayli az olduğunu düşünerek endişe duymaya başladım.
“Hava, Âdetullah kanunlarına riayet edilerek yapılan bu kadar ağır bir maddî yükü kaldırıyor. Ama insanın, görmeye bile tahammül edemediği böylesine mânevî sıkleti nasıl çekiyor acaba?” dedim içimden.
Sorunun, muhayyilemde husûle getirdiği hissî muammayı halletmeye çalışırken gördüm o mütebessim mü’min yüzünü. Yandan bakıyordum, ama cepheden görüyor gibiydim. Hatları o kadar belirgin, bakışları o derece müsterihti. Aramızda üç sıra olduğu halde düşüncelerimi okumuş gibi benden tarafa döndü, yüz hatlarını görmemi istercesine bir süre baktı, gülümseyerek etrafa nazar gezdirdi ve önüne döndü.
İmrenilecek derecede güzel hatlarla müzeyyen bir mü’min yüzüne sahip olan yalnız o değildi. Yanında oturan hanımın üstündeki çarşaf ve yüzünü örten peçenin yanı sıra bir mü’mineye yakışan asil hâl ve hareketleri de ruhunun safiyetini, gönlünün berraklığını göstermeye yetiyordu.
Yerimden kalkıp uçağın içini şöyle bir dolaştığım takdirde, onlar gibi sağ yolun yolcusu olduğunu gösteren başka yolcularla da karşılaşacağımı anlayınca tahminimde yanıldığımı hissettim. Çünkü sağ yolun yolcuları, sol yolun yolcuları ve yolunu şaşırıp yönünü kaybedenler hep aynı uçaktaydık.
Aynen, aynı dünyada olduğumuz gibi.
Farz-ı muhal, öyle muttaki mü’minler olmasa, herkes ‘sol yolun yolcusu’ hâlleri izhar etse bile; bu uçak yine havalanıp muallâkta yol alırdı. Zîra insanlar mânâsını müdrik bir şekilde ‘Bismillah’ demeseler de vücutlarının hücreleri, sîmâlarının hatları lisân-ı halleri ile her an ‘Bismillah’ diyorlar ve Allah namına iş yapıyorlardı.
Mevcudâtın lisan-ı hâli ile dediği ‘Bismillah’ neticesinde tecellî eden Rahmet-i İlâhiden onlar da istifade ederlerdi. Kast-ı mahsusla, küfür hâlleri irtikâp eden insanların bile çalışıp başarı kazanmaları, gülüp eğlenmeleri vücut hücrelerinin fıtrî olarak ‘Bismillah’ demelerinin neticesi idi.
Bunları müşahede edince Üstad’ın “İnsanın mahiyet-i mânevîyesinin sîmâsında öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmâsındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmâsındaki sikke-i uzmâ-i rahmetten daha aşağı değil. Âdetâ bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir cilvesi var” cümlesini daha iyi anladım.
“Bilmillâhirrahmânirrahîm” dedim tekrar.
“Hem de kâinat, arz ve insan sîmâsındaki mevcudâtın, hilkatten kıyamete kadar söylediği ve söyleyeceği bütün Bismillahlar adedince Bismillah...”
Yolculuğun ilk safhası böyle geçti.

İKİ MAVİ ARASINDA
“Bismillah, Kudret-i Ezeliyenin taallûk ve tesirini celb eder. Ve o taallûk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. “Öyle ise hiç kimse, hiçbir işini Besmelesiz bırakmasın.” 
İşe besmele ile başlamanın ehemmiyetini, bu sözlerle ifade etmişti Said Nursî. Biz de bu tavsiyeye uyduk ve inme, aktarma, bekleme, binme, havalanma merhalelerinin ardından başlayan yolculuğun ikinci safhasını da Besmelesiz bırakmadık.
Aslında asıl yolculuk şimdi başlıyordu. Koca bir gün geçecekti gökyüzünde. Uçak muayyen yüksekliğe çıkıp rotasını düzelttikten sonra kalkıp koridorlarda dolaşınca bunun öncekinden büyük olduğunu gördük. Yolcu da o nisbette çoktu. İstisnasız her kıt’adan, milletten, devletten, cinsten, dinden insan var gibi görünüyordu.
Herkes yerine yerleştikten sonra hosteslerin dağıttığı şeker, kulaklık, çorap, battaniye, yastık, kulak tıkacı, göz bandı gibi yolculuk sırasında kullanabileceğimiz malzemeleri aldık, koltukları yatırıp arkamıza yaslandık.
Pencereden dışarıya bakınca, yalnız görebildiğimiz mesafeleri değil, hayal hudutlarını bile ihata eden sonsuz bir mavilik içinde bulduk kendimizi. Yolculuğun gün boyu her an değişen beyaz desenli iki maviliğin arasında geçeceği anlaşılıyordu. Üstte açık mavi gökyüzü, altta koyu mavi okyanus. Gökyüzünün deseni, pamuk yığınlarını andıran bulutlardı, okyanusunki bol köpüklü dalgalar.
“Zemin ile asuman ortasında muallâkta duran bulut, gayet hakîmâne ve rahîmâne bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti yani yaşamak ateşinin şiddetini tadil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahata çekilir, hiç eseri görünmez. Sonra ‘yağmur başına arş!’ emrini aldığı anda bir saat belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.”
Benim beyaz bulutlu, ak köpüklü mavi ummanda dalıp gittiğimizi görünce eşim okumaya başlamıştı bu paragrafı. Bir yandan pür dikkat onu dinlerken diğer yandan nazarım kâinat kitabının gökyüzü sayfasında gezindi. Bulutların üstünden, onların anbean değişen şekillerini ve hareketlerini seyrederek bulut bahsini dinlemek hakikati aynelyakin yaşamak kadar ruha haz veriyordu.
Bu haz, sıcak yemek servisi ve soğuk meşrubat ikramıyla devam etti. Ağır yemeğin ve tefekkürlü okumanın da tesiri ile rehavet hâli biraz daha artıp uyku bastırınca yelkenleri indirip kendimi akıntıya bıraktım. Âyetü’l-Kübra’daki bulut bahsini bulutlara bakarak okuyup dinlemek ruhuma o kadar işlemiş ki kitap da, gözlerim de kapalı olduğu halde hep bulutların üzerinde gezindim. Uyanıp gözlerimi açtığım zaman da ilk işim dışarıya bakmak oldu.

MAVİ VE BEYAZ
Yine bu renkler hâkimdi manzaraya. Sadece uzaklık ve yakınlık nazara alındığında ikisinin de değişik tonları vardı. Fakat şekil itibariyle her şey değişmişti. Anbean da değişmekteydi. Oturduğum yerden okyanusu görme imkânı olmasa da aşağılardaki manzaranın yukarıdakinden farklı olmadığı âşikârdı.
Ben şekerleme yaparken eşim hem dışarıyı seyretmeye, hem de Âyetü’l-Kübra’yı okumaya devam etmiş ve manzaraya da bahse de hayran kalmış olmalı ki, uyandığımı anlayınca kitaptaki bir yeri göstererek dikkatimi çekip dışarıyı işaret etti.
“Üstad bu bahsi âdeta böyle bir uçaktan bakarak yazmış.”
“Nerden vardın bu hükme?”
“Okuduğum tasvirle gördüğüm manzara tıpatıp aynı.”
“Devamını da oku bakalım.”
“Atılmış pamuk gibi bu camit, şuursuz bulut elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez; belki gayet Kadîr ve Rahîm bir kumandanın emriyle hareket eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def’aten meydana çıkar, iş başına geçen ve gayet faal ve müteal ve gayet cilveli ve haşmetli bir sultanın fermanıyla ve kuvvetiyle vakit be vakit cevv âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyen hikmetle yazar ve paydosla bozar tahtasına ve ‘Mahv ve İsbat Levhası’na ve haşir ve kıyamet suretine çevirir ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet keremkâr ve rububiyetperver bir hakîm-i Müdebbir’in tedbiriyle rüzgâra biner ve dağlar gibi yağmur hazinelerini bindirir, muhtaç olan yerlere yetişir. Güya onlara acıyıp ağlayarak gözyaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin şiddet-i ateşini serinlendirir ve sünger gibi bahçelerine su serper ve zemin yüzünü yıkar temizler.”
“Ne diyorsun?”
 “Bulutları konuşturuyor âdetâ.”
“Buna ‘Bulutlar adına konuşuyor’ da diyebiliriz.”
“Bulutlar adına konuşuyorsa, sadece böyle bir yerden bakarak bunu yapamaz.”
“Haklısın, çok daha yüksek bir yerden bakmış olmalı.”
“Bir yerden bakmak da yetmez.”
“Doğru. Aynı anda pek çok yerden bakabilmesi veya çok yeri görebileceği bir yerde durması gerekir.”
“Tıpkı Şeyh Geylanî gibi.”
Ben bir açıklama yapmasam da o ne demek istediğimi anlamıştı. Bana bir şey sormadan elindeki kitabın Mukaddime bölümünü açtı, Abdulkadir Geylani ile ilgili paragrafı buldu ve bir nefeste okudu.
“Acaba yerde iken Arş-ı Azamı temâşâ eden harika bir deha-ı kudsî sahibi olan ve doksan sene mâneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-i imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn, hatta hakkelyakîn suretinde keşfeden Şeyh Geylanî (ks) gibi yüz binler ehl-i hakikatin ittifak ettikleri tevhidi ve kudsî, mânevî meselelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz’i teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder? Ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?”
“Demek ki bulutları görmek için uçağa binip gökyüzüne çıkmaya gerek yokmuş.”
“Neden?”
“Baksana ‘yerde iken Arş-ı Azamı seyreden’ insanlar varmış.”
“O Said Nursî’nin, Abdulkadir Geylanî için söylediği bir söz.”
“Üstad, onun yaptığını biliyorsa, o da onun kadar iyi bir şekilde yapıyor demektir.” 
“Doğru, yapmasa bilmez, bilmese söylemezdi.”
Bu ifadenin üzerine söyleyecek söz bulamayınca dışarıya baktım. Yine beyaz desenli sonsuz maviliklerle yüz yüze geleceğimi zannederken uçağın okyanusu geçip kıt’a üzerinde tayaran ettiğini anladım. Zîra kâinat kitabının sema sayfası kapanırken arz sayfası açılmıştı.
O sayfayı hanıma da gösterdim. O anda elimizde Âyetü’l-Kübra yoktu, ama önümüzde kâinat kitabının arz sayfası vardı. Üstelik bu daha önce hiç görmediğimiz yepyeni bir sayfa idi. Risale-i Nur Külliyatı vasıtasıyla kâinat kitabını okumasını öğrendiğimiz için o sayfayı tetkik etmeye başladık. 

Devam edecek
 
İSLÂM YAŞAR
Okunma Sayısı: 2717
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı