"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Avrupa İslam’a hamile

15 Şubat 2016, Pazartesi
Fransa’da sokaklarda dolaşırken demokrasi kavramı zihinlerimizde pekişiyor. Avrupa’da medeniyet bizi karşılarken Bediüzzaman’ın sözü zihnimde hep taptaze bir vaziyette. Avrupa’nın Osmanlı ile hamile olup günün birinde İslamiyeti doğuracak olması...

Fransa seyahatinden notlar / Büşra Nur Önal

Fransa Fosses şehrinden Esra Hanım aracılığıyla gelen dâvet üzerine Fransa’ya gittik. Biz, Noel tatilinden istifade okuma programları hazırlarken bu vesileyle de Avrupa’ya Nurlar yağacak. Fransa’da 20 gün kaldık. Bu 20 günde hem okuma programları yaptık hem de gezdik.

3-4 saatlik yolculuğun ardından uçak Fransa’ya indi. Charles de Guella Havalimanının Türkiye’den gelen uçaklar için ayrılmış bölümüne indik. Yemyeşil alanlar ve geniş düzlükler bizi karşılarken bu tür manzaralara hiç alışık olmadığımı fark ediyorum. Yaşadığımız şehrin yüksek binalarının bizleri bunaltmış olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu yüzden Fransa’da gökyüzünü kendime daha yakın hissediyorum yol boyunca. Paris’e yarım saat uzaklıktaki küçük bir şehir olan Fosses’e geldik. Evler, çocukken çizdiğimiz resimlerdeki evlere benziyor. Kulübe gibi iki katlı, üç katlı müstakil, bahçeli evlerden oluşuyor, Fosses şehri. 

Dershaneye vardığımda bahçede görüyorum ki kümes ve içindeki tavuklar köy havasını hatırlatıyor. Giriş katı ev sahibine ait olup, üst katı erkekler medresesi için ayrılmış ve onun üstü de hanımlara tahsis edilmiş. Vardığımızda okuma programları için hazırlık yaptık ve ertesi gün ortaokul grubu ile programı başlattık. Oradaki ailelerin çoğu Türkiye’den Fransa’ya gelip yerleşmiş. Bu ailelerin çocukları, ‘Risale-i Nur’ suyunu içtikleri belliydi. Onlara da Risale-i Nur’u tanımak Fransa’da nasip olmuş. Çocukların gözlerinin içi parlıyor, bir şeyleri sürekli sorarak öğrenmeye çalışıyorlar. Çocukların ciddiyet içinde olmaları programımızı daha çok verimli hale getiriyor. Namaza dair, tesettüre dair çeşitli konuları işledik. Ayrıca ilmihal konularına ve peygamberler hayatına da değindik. Ortaokul çocukları en çok da Deccal’in ve Süfyan’ın kim ve ne olduğunu merak ettiler. Biz de bir akşam sohbetlerimizde kıyamet alâmetlerinden bahseden “5. Şuâ”dan okuduk. Bu dersin ardından çocukların fikirleri bir hayli değişti ve kendileri zihinlerinde bir portre çizdiler. Burada birkaç insanın dahi Deccal’ı fark etmesi benim içimde tarif edilmez bir histi. İlerleyen akşamlarda Ebru san’atı ve halı dokuma gibi faaliyetler de yaparak programımızı neşelendirdik. 

Sırası ile ortaokul, ilkokul, lise-üniversite ve anaokulu için programlar düzenledik. Programlarımız verimli geçerken Türkiye’deki alışılagelenin dışında 6-7 yaşlarındaki çocukların “Ben Kur’ân’a geçeceğim beni takip et” sözleri, “Kur’ân’a geçtim bak nasıl okuyorum” demeleri beni şaşkınlığa uğrattı. Memleketimizde daha çok biz çocuklara ısrar ederken, Fransa’daki çocuklar büyüklere öğrenmek için ısrar ediyor. Bu şaşkınlık zihnimdeki soru işaretlerini arttırdı. Gerek sofra adabıyla gerek temizlik adabıyla Sünnet-i Seniyye’yi yaşamaya çalışıyorlar. Küçük yaşlarına rağmen üşengeç olmamaları, sorumluluk sahibi olmaları beni onların yetişme tarzlarına, şekillerine, ortamlarına bakmaya yönlendirdi. Malayaniyat ile çok ilgili değiller. Hemen hemen her çocuğun elinde kâğıt kalem, boyalar, boyama kitapları var. Zihinleri kirlenmediği için resimleri güzel yapıyorlar.

Fransa’daki Müslümanlar, İslâmiyeti yaşayanlar azınlıkta olduğu için, birbirlerine daha sıkı bağlanarak dinlerine sahip çıkmaya çalışıyorlar. Düşmanın nerede olduğunu biliyorlar. Lâkin düşman içeriye girip ayırt edilemediği zamanlarda, memleketimiz misal yüzeysel bir dindarlık, laubalilik, zihinlerin meşgul olduğu ya da hayal dünyalarının rahatlıkla kirlendiği kitleler meydana geliyor. Farkında olmadan kayıplar hasıl oluyor. Çünkü düşman içimize sızmış, ünsiyet meydan bulmuş. Bizler ise zevklerimize, nefsimize esir olmuşuz. Çocuklarımız zorlanmasın, soğumasın diye verdiğimiz gayretler had safhada. Lâkin Fransa’da fıtratlar yaşanıyor. Fıtratları kirlenmemiş çocuklar fıtrî bir hava oluşturuyor. Ne büyük bir saadet…

Hanımların ise çalışmalı dersleri olan Fosses ve Goussainville derslerine iştirak ediyoruz. Ve Mevlüd Kandili bize burada nasip oluyor. Fransa Noel hazırlıklarını yaparken biz de Kandil hazırlıklarını yapıyoruz. Kandil programımızda da Fransa’yı 19. Mektup ile Nurlandırıyoruz elhamdülillah.

Fransa’da bulunduğumuz birgün de 200 km uzaklığındaki Montargis’e gittik. Orada Risale-i Nurları iki senedir tanıyan Hatice Ablaya kuvve-i maneviye olmaya gittik. O bize şevk kaynağı oldu. Yeni tanımasına rağmen not alarak Risale-i Nur okumaları, zihnine takılan soruları sorması, sorgulaması ve ben burada bu kitapları daha fazla nasıl tanıtabilirim, nasıl duyurabilirim çabaları… Beni öylesine duygulandıran bu abla, beni saff-ı evvel ablaların bulunduğu zamana hayalen götürdü. Bazen elimizdekilerin kıymetini bilmezken, ünsiyet olmuşken bu tür durumlar soğuk su misal bizi kendimize getiriyor. Şimdi ruhum Hatice Ablanın sohbeti ile nefes alıyor. Heyecanım yenileniyor. Bildiklerim hakikati arayan insanlarla buluşmuştu. Öyle ki Hatice Abla çok beğendiği yerleri eşiyle paylaşıp, çocuklarına Risale-i Nurlardan okuyor. Okumadığı zamanlar ise çocuklar “Anne bize Lema’lar oku” diyerek annelerini bekliyorlarmış. O, şehirde belki yalnız başına; lâkin çekirdek misal ileride sünbüllenecek inşallah.

Orada bulunduğum günler, ‘Avrupa Uhuvvet Buluşması’na tevafuk etti. Almanya’ya araba ile kardeşlerle buluşmaya çıktık. Yol üzerinde Belçika’ya uğradık. Belçika’nın Mons şehrinde biraz gezip namaz kıldıktan sonra 4-5 saatlik bir yolculuğun ardından Ahlen’deydik. Büyük bir hizmet merkezi bizi karşıladı. Almanya’nın hemen hemen her mahallinden, Avusturya’dan, Fransa’dan ‘Avrupa Uhuvvet Buluşması’na gelen uhuvvet fedailerinin oluşturduğu tam bir kardeşlik ve samimiyet havası vardı. Bütün emeği geçen herkesten Allah razı olsun.

Dönüşe geçtiğimizde mimar İsmet Abi bizlere Köln’ü gezdirdi. İlk durak Köln’ün en çok Türk nüfusunu barındıran semt Mülheim oldu. En işlek caddesi küçük İstanbul denilen Keupstrasse Caddesi. Adım başı Türk lokantaları var ve yabancılık çekmiyorsunuz. Bu lokantalarda yemeğimizi yedikten sonra Taksim’e benzeyen bir caddeye ve nihayetinde devasa Dom Katedraline vardık. Katedralin içini biraz gezdikten sonra Arapların yeni yaptığı büyük bir camiye gittik. Buradaki his tarif edilemezdi benim için. Nihayet ulvî bir ortam ve her milletten namaz kılan insanlar vardı. Farklı milletleri bu camide bir araya getirmiş din olan İslâmiyet ile aynı dili konuşarak özgürlüğümüzü hissettik. Sonrasında Avrupa’nın ‘bağırsakları’ndan bir tanesi olan Ren Nehri bizi karşılıyor. Etrafında biraz yürüdükten sonra kahve kültürü geniş olan Avrupa’nın kahvesini de yudumlayıp Köln gezimiz sona eriyor. Bize bir gününü ayırıp fazlasıyla ilgilenen İsmet Abiden Allah razı olsun.

Sıradaki mekânımız Ahen. Yunus Emre Camii’nde namazımızı kılıp bir kilise ziyareti daha yaptık. Sanırım gördüğüm en süslü ve şaşaalı kilise. Yolculuk esnasında en dikkat çekici şey ise tevazunun insanlar üzerinde hakimiyet kurmuş olması. Arabaların fiyatları uygun olmasına rağmen herkes lüks arabalara sahip değil. Sebebini merak edip sorduğumda cevap doyumluluk idi. Nihayetinde stressiz bir hayat. Meğer bizim ülkemize has bir şeymiş, araba fiyatlarının yüksek olması ve iyi araba almak için geceli gündüzlü çalışmak, rekabet ve gurur.. 

Fransa derslerimize ve gezilerimize devam ediyoruz. Sokaklarda dolaşırken demokrasi kavramı zihinlerimizde pekişiyor. Avrupa’da medeniyet bizi karşılarken Bediüzzaman’ın sözü zihnimde hep taptaze bir vaziyette. Avrupa’nın Osmanlı ile hamile olup günün birinde İslâmiyeti doğuracak olması.. 

Şimdi de Chantilly ve Senlis’e gidiyoruz. Burada şatolar ve kiliseler karşımıza çıkıyor yine. Bu sefer bir yanı Roma, bir yanı da Gotik tarzda yapılmış Senlis Kilisesini geziyoruz. Kilisede dolaşırken yerdeki ızgaralar dikkatimizi çekiyor. Zamanında işkenceler ve cezalara burada şahit oluyor, ızgaralar. Dilleri olsa konuşacaklar...

Kiliseden sonra Senlis’de bir parka gidiyoruz. Büyükçe, gölün içinde kuğuların ve kuşların olduğu harika bir park. Ardından parka bakan bir ev görüyoruz sanki parka aitçesine. Bir kez daha düşünüyor insan. Zahiren cennet hayatı, lâkin bitecek yalancı bir cennet hayatı. Şehirlerdeki düzen, renk, sessizlik. Gördüklerimiz ‘medeniyet buymuş’ dedirtirken birden Devaü’l Yeis eseri çıkıyor karşımıza. Daha önce böylesine okumadığım bir yer, zihnimde geçirdiklerime cevap oluyor. Avrupa’nın rüçhaniyetinin maddî manevî iki sebebi olduğu, medeni engizisyonun desiseleri ve içimize yerleştirmek istedikleri ümitsizlik hastalığı… Ve İngilizlerin İslâmiyet adına görünüp aslında parçalamak niyetinde olan kaselisleri… Ve Bediüzzaman’ın cevabı: İslâmiyet’e dört elle sarıl, yoksa mahvolursun! 

Daha sonrasında Fransa’nın başşehri Paris’e doğru trenle yol alıyoruz. Sen nehrinin etrafını çizdiği büyüleyici şehir. İnce bir sokağın arkasından Eyfel Kulesi gözüküyor. Nihayet yaklaşıyoruz. Yaklaşıyoruz ve Eyfel’e çıkıyoruz, manzara muazzam. Paris ayaklarımın altında: Sen Nehri, Notre-Dom, Şanzelize, Beyaz Kilise… Orada Risale-i Nur’dan bir parça okuyoruz. Oraya da bir parça Nur serpip Louvre Müzesine gidiyoruz. Müzeye vardığımızda Cam Piramit gözümüze çarpıyor. Piramidi oluşturan cam parçaların sayısının, şeytanın sayısı olan 666 olduğu ve bunun doğrudan şeytanla ilintili bir gönderme olduğu iddia ediliyor. Ardından meşhur Şanzelize caddesine gidip bir tür renkli şekerleme olan macaronların tadına bakıyoruz. Helâl olup olmadığını sorduktan sonra teşebbüs edebiliyoruz. Fransa’nın sembolü haline gelmiş macaronları yedikten sonra geniş caddede bir müddet yürüyoruz. Geceleyin ışıklarla bihayli canlı estetik ve renkli görünen Şanzelize Caddesi, Avrupa’ya dair bildiklerimizi hakkalyakin gösteriyor. Fransızlar aralarında ‘dünyanın en güzel bulvarı’ diye hitap ediyorlar. Bu bulvar adını Yunan Mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion ovalarından almış. Bizce de felsefe-i tabiîyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden yalancı cennet. “Acaba, zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mesut denilebilir mi” diyerek hidayet duâsı ediyoruz.

Ardından Notre-Dom ve Paris Camii’nde namazımızı kılıp evimize dönüyoruz. Akşam da Şükrü Ağabey ve birkaç misafir abinin dersini hoparlörden medresemizde dinliyoruz. “Avrupa Medeniyeti, herhangi bir dinin hidayetine dayanmıyor. Bir kolu materyalist Roma’nın ve bir kolu da hayalperest Yunan’ın dehalarına dayanıyor” sözleri tam tefekkürlerimize muvafık düşüyor.

Fransa seyahatimizin sonuna geliyoruz. Daha söylenecek çok şey var iken öz bir şekilde bu kadarcık ifade edebiliyoruz. Lâkin sona gelmeden gece gündüz demeyip hamiyetini eksik etmeyen maddî manevî bütün fedakârlığı gösteren Nurdan ve Esra ablalara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ve yine fazlasıyla emeği geçen Kuşe ailesinden Abdullah, Hüseyin ve Nilgün Kuşe’den Allah razı olsun. Songül Abla ve Vedat Abi ve ismini sayamadığım bütün kardeşlerime ablalarıma hürmetlerimi sunuyorum. Nur’ların, Yeni Asya’nın bayraktarlığını yapan samimiyet üzere hizmette sebatkârlık eden ihlâslı Fransa kahramanlarına şükranlarımı sunuyorum. Allah razı olsun diyerek selâm ediyoruz.

Okunma Sayısı: 3236
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı