"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Burası Peygamberimiz’in (asm) istirahatgâhıdır

Durmuş Ali İnci
24 Haziran 2018, Pazar 01:10
Hz. Peygamber’in (asm) mübarek hayatı, nübüvveti, mu’cizeleri, mi’racı, gazaları ve vefatı etrafında bir edebiyatın oluşmasının sebebi hiç kuşkusuz ona duyulan samimî aşktır.

Mevlânâ’dan Şeyh Galib’e, Ahmedî’den Sinan Paşa’ya, Süleyman Çelebi’den Yazıcızâde Mehmed Efendi’ye kadar sayısız divan şairi ve samimî Müslüman, kime ey sevgili dediyse, kime gül dediyse sebep Risaletpenah Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’dır (asm). 

Büyük İslâm medeniyeti içerisinde 1642 yılında Şanlıurfa’da doğan arif ve meşhur şair Nâbi, Divan şairlerimiz arasında kendine özgü bir tarzın sahibi olarak dikkatleri cezbeder. Nâbi’nin şöhreti bu tarz şiirleri arasında yazdığı bir Naat-ı Şerif ise gerek yazılış hikâyesi gerekse muhtevası ile edebiyatımızın hâlâ unutulmayanları arasındadır. Bu şiir, samimî Peygamberimizin (asm) sevgisinin anıt bir eseridir. Fakat, şiire geçmeden önce yazılış hikâyesinden bahsedelim:

Gönlünde hac vazifesini yerine getirme arzusu ve Peygamberimizin (asm) sevdası ile Merhum Urfalı Nâbi, 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkmıştı. Kafilede devletin ileri gelen paşaları ve devlet ricali de bulunuyordu. Kafile Hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber’i (asm) ziyaret aşkı Nâbî’yi iyice sardı. Öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Vakit geçmez, içerisindeki Peygamber (asm) sevdası dinmez tükenmez oldu. Bir gece yarısı kafile Peygamber (asm) şehri Medine-i Münevvere’ye yaklaştı. Nâbi, Peygamber (asm) aşkı ile uyuyamaz bir halde iken kafilede bulunan Eyüplü Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Resûl-i Kibriya’nın (asm) beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nâbî’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde, şu meşhur beyitler, Peygamber’e (asm) karşı edebe çağırarak dudaklarından dökülmeye başladı:

Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu; 

Nazargâh-ı İlâhîdir makam-ı Mustafâ’dır bu!.. 

Felekte mâh-ı nev Bâbu’s-selâm’ın sîne-çâkidir; 

Bunun kandîli, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu! 

Habîb-i Kibriyâ’nın, hâbgâhıdır fazîlette; 

Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu

Bu hâkin pertevinden oldu, deycûr-i adem zâil; 

Amâdan açtı mevcûdât, çeşmin tûtiyâdır bu

Müra’ât-i edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâha; 

Mataf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu! 

Diyor ki şair; “Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın./ Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevzanın (ikizler burcu) nur ve ışık yanağı O’dur./Burası Sevgili Peygamberimiz’in (asm) istirahatgâhıdır. Fazilet açısından ise Cenâb-ı Kibriya’nın arşının da üstündedir./Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı./ Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.”

Şiirin muhatabı olan paşa, Hz. Peygamber (asm) toprağındaki saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında şiire konu olan kişinin kendisi olduğunu anlamakta gecikmedi. Hemen toparlanarak haya etti, Nâbi’ye bu şiiri ne zaman yazdığını, başkalarına okuyup okumadığını sordu. Nâbi de “Hayır, ilk defa şimdi söylüyorum ve sizden başka duyan da olmadı” cevabını verdi. Paşa, bunun üzerine utana sıkıla bu durumun aralarında bir sır olarak kalmasını rica etti. Nâbi, bu ricaya bir sükûtla cevap verdi ve konu şimdilik kapanmış gibi oldu.

Biraz sonra hac kafilesi, yola devam için kutlu şehire ulaşmak arzusuyla harekete geçti. Sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaştılar. Şehre girerlerken Mescid-i Nebevi müezzinlerinin bir naat okuduğunu fark ettiler. İşin ilginç yanı bu naat, Nâbi’nin az önce okuduğu naattı. Nâbi de Paşa da bu durum karşısında hayrette kaldılar.

Namaz bitip cemaat dağılırken Nâbi ile Paşa, heyecan içinde müezzinlerin yanına varıp okudukları naatın kimin olduğunu ve nerden öğrendiklerini sordular. Müezzin, konunun kendisi için bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemedi. Fakat Nâbi, ısrar etti ve bu naatı az önce kendisinin söylediğini belirtti. Bu defa heyecanlanma sırası müezzinlere gelmişti. “Senin ismin Nâbi mi?” diyerek sordu müezzin… ”Evet” cevabını alınca ellerine kapandı, çeşitli duygulara bürünerek olayın açıklamasını yapmaya başladı: “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu naatı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.’”

Bu açıklama karşısında, Paşa utanç, Nâbi ise sevinç içinde kaldı. Paşa, utancını hangi kelimelerle dile getirmeye çalıştı bilinmez, ama Nâbi’nin dudaklarından şu kelimeler döküldü: “O iki cihanın Efendisi (asm), gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu?” diye sordu. Müezzin, “Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu” deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.

Bu iltifat şüphesiz samimî bir Peygamber (asm) sevgisinin ve Peygamber’e (asm) karşı edebin bir mükâfatıdır. Allah, Peygamber (asm) sevgisinden, iki cihan güneşine karşı edepten ayırmasın. Yüzümüzü Paşa’nın yüzü gibi kızartmasın. Salât ve selâm iki cihan efendisi risaletpenah Efendimiz (asm) üzerine olsun. “Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed.” 

(İnternet sitelerinden iktibastır.)

Okunma Sayısı: 2730
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı