Daha otuzuna gelmeden yüzüne hüzün sürülmüş, dertleri resmolmuş çizgilerinden okuyorum seni; ey hayat! Doğarken ağlayan bebek sesleri içimi ürpertiyor meselâ, yaşanmışlığın ilk tınısı olsa bile; korkuyor yüreğim.
Annemin saçlarına düşürdüğün aklar; o mis kokusuna sinemiyor, dermandan kesilmiyor şefkati. Ben yine umut dolduruyorum kalbime, anneme sarılırken. Ciğerlerimin karnını annemin kokusuyla doyuruyorum. Sen benim çocukluğumun en masum gülüşlerini silemezsin kalbimden, tıka basa doldursan da hüzünleri.
Dirseklerimi kanatan düşmelerimin acısı; tazeliğini koruyor bende. Geçmişe yolculuk yaparken yüzüme çizilen o tebessümleri silemezsin benden hayat! Gönül yaralarımın kabuk tutmuş yanlarından kanatıp da kalbimi, kan kokusu bulaştırsan da üstüme, yüreğimin çocuk kokan yanını silemezsin hatıralarımdan… Naftalin kokusu kazaklarımla sarılıyorum ben, kalbimin üşüyen köşelerine.
Sen benim gönül raflarıma dizdiğim masal kitaplarının serisini çıkarıp atamazsın yüreğimden, en sevdiğim şarkının sözlerini silemezsin kulaklarımdan, hayallerimi çalamazsın; rüyalarımın kâbusu olsan da bazen…
Dev-cüce oyununu öğretmenimizin komutuyla oynamayı biliriz biz; sen “cüce” deyip oturtamazsın ayağa kalkmış umutlarımızı. Neşelerimizi “tıp” diye susturmazsın.
Yaz tatillerinin, mahallemizin camisinde geçen sabahlarında; hep bir ağızdan okuduğumuz “sübhanekelerden” mayaladık biz duâlarımızı… Âmin demeyi; gece uyumadan önce, annelerimizin tekrar ettirdiği duâlardan öğrendik ilk… Kalbimize ta o yaşlardan kazınmış duâlarımız var, sen silemezsin onları bizden.
Cebimizde; bayramlarda topladığımız şekerlerin tadı var hâlâ. Ayakkabıları en kırmızısından olduğunda, şımarmayı huy edinmiş gülücükler dolaşıyor yüzümüzde.
Güçlüyüz biz, hayat kumbaralarımızda saklı kalmış harçlıklarımız var, çocukluktan kalma… Düşe kalka büyüdüğümüz o yılların, düşmeyi beceremeyen umutları var avuçlarımızda. Gökyüzüne uçurduğumuz uçurtmalar, ipine sıkıca tutunduğumuz ideallerle büyüdük biz.
Hüzünleri annemizin kurduğu, bacası tüten sobalarımızın üzerinde pişirdik, acıyla pişmenin ne olduğunu yanarak öğrendik…
Sensin bizimle her yaş büyüyen, yalnız biz değil. Bak, sana kafa tutacak kadar güçlüyüz, inanıyoruz, çünkü seni bize sadece bir sınav kâğıdı olarak sunan Rabbimizin varlığına hamd ile yaşıyoruz seni…
Üzerine çizdiğimiz resimlerle kıymetlisin sen, yazdığımız yazılarla dolusun, olduğumuz kadarsın… ”Bir varmış, bir yokmuş” demeyi öğrendiğimiz bir masalsın. Sahte gülüşlerin; küçükken biriktirdiğimiz çiklet kâğıtlarından çıkan, aynı model arabaların varlığı gibi.
Ayaklarımız üzerine böyle sağlam basma takatini; her işimize, her niyetimize, her adımımıza anahtar bildiğimiz besmeleden aldık biz, hayrı bir imza bildik yüreğimize. Öyle kolay değil sendelemek, Müslümanız “Elhamdulillah.”