Bayram
Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır;
Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır!
Bayramda güler çehre-i mâ’sûm-i sabâvet,
Ümmîd çocuk sûret-i sâfında ıyandır
Her cebhede bir nûr-i mücerred lemeânda;
Her dîdede bir rûh demâdem cevelândır.
Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd
Feyzindeki te’sîr ile âsûde revandır.
Ferdâ-yı sükûn perveridir sâl-i cidâlin,
Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i candır.
Heycâ-yi maîşetteki feryâd-ı mehîbin
Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır.
Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu?
Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civandır!
Her sînede bir kalb-i meserret darabanda,
Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihandır.
Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır,
Gûya ki bütün sadr-ı zemin pür-galeyandır.
Eşbahı da cûşân ediyor feyz-i mübîni,
Yâ Rab bu nasıl rûh-i avâlim-sereyandır!
Bayramda gelir yâ da ne hoş hâtıralar ki:
Bin ömre verilmez, o kadar kadri girandır,
Iydin bana dâim görünür levh-i kerîmi:
Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi.
Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi;
İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti.
Dedim ki: ‘Fâtih’e çıksam yavaşça, bir yanda
Durup o âlemi seyreylesem de meydanda,
Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan... Hoş olur.
Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur. ‘
Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben
Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden.
Gelin de bayramı Fâtih’te seyredin, zirâ
Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ,
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan,
Asırlar ölçüsü boy boy asâli nesle kadar,
Büyük küçük bütün efrâd-i belde, hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,
İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin; Kocaman bir çadır... Önünde bütün,
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var?
‘Caponya’dan gelen insan suratlı bir canavar! ‘
Geçin: Sırayla çadırlar. Önünde her birinin.
Diyor: ‘Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.’
Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân,
‘Alın gözüm buna derler...’ sadâsı her yandan.
Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:
Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele.
Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi
İnince binmede artık onun da hemşerisi:
‘Hak okka çünkü bu kantar... Frenk îcâdı gıram
Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam.’
MEHMED ÂKİF ERSOY
***
Biri bine değişmem!
Hak’kın cemalini görme hissini,
Ne bu cana, ne cânana değişmem.
Bekâ âleminin bir meyvesini,
Fâni olan bin cihana değişmem.
Tûba yaprağının bir gölgesini
Saraylara, şehirlere değişmem.
Kevser ırmağının bir zerresini,
Irmaklara, nehirlere değişmem.
Neyleyim cihanın saadetini,
Bir taneyi bir harmana değişmem,
O nur ikliminin bir saatini
Bin asırlık bir zamana değişmem
Ben derdimi dost edindim kendime,
Bir dostumu bin yabana değişmem.
El çek tabip derman olma derdime,
Bir derdimi bin dermana değişmem
Bekaya meyletmiş Mevlâm gönlümü,
Bir bâkiyi bin fenâya değişmem.
Ebediyyen solmayacak bir gülü,
Bir mevsimlik bin bahara değişmem.
ABDİL YILDIRIM
***
Efendim!
Yola revan olurken yine hacılar,
Kıtmirinim Efendim, gözümde yaşlar,
Seni görünce hemen akmaya başlar
Kadem-i pâkine yüz sürmeye eğilsin başlar.
Asırlar öncesinden duyulan sâdâ,
Bir nazarına bin can olsun feda,
Bu mücrim ümmet olmuş bir geda,
Bin can, hutbe-i ezeline olsun feda.
Efendim hasretin cihan kadar,
Mesafeler derdime bin dert katar,
Hasretin daim içimde artar,
Akıllı tüccar nefsini Allah’a satar.
Tek sermayem hasretim ve gözyaşım,
Muhabbetindir benim ekmeğim aşım,
Mahşere kadar hasretinle inleyecek,
Kabrimin başında mezar taşım.
GÜLAY AYDİL
***
Ebed yolculuğu
Dünyadan Ayrılış terhisle başlar
Seni seven gözler akıtır yaşlar
Gülmeyen yüzler, manalı bakışlar
Tefekküre dalar, eğilir baş’lar.
Kapanır kapılar kilit vurulur
Sana uygun beyaz mintan dikilir.
Vazifeli memur alır götürür
Rızık listesinden adın silinir.
Sana fayda vermez hanlar hamamlar
Kaplar etrafını canlar cananlar
Seni alır, kucağına topraklar
Ebede yolculuk buradan başlar.
Yeter Be; kırılsın gaflet zinciri
Her insan seçer muhakkak birini
Ya saadet. Ya şekavet yerini
Koy noktayı haydi kaldır ellerini.
İHSAN YILDIRIM