"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Feth-i Mübin-i Kostantiniyye

29 Mayıs 2016, Pazar
II. Murad Kur’ân okuyordu. Sûre-i Muhammed’e gelmişti. Ona müjde verdiler: “Yâ Hükümdar-ı muazzez! Bir oğlun dünyaya geldi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd ânı İslâma hadim eyleye... Mübarek olsun”

Hünkâr bir an durakladı, sonra ellerini semâya doğru kaldırdı. Uzun uzun duâ etti. Ellerini yüzüne sürerken şunları söyledi:

“Yâ Rab! Bu müjdeyi bana sûre-i Muhammed’e başlamak üzere iken verdiler. Bu  tevafuk manidar olsa gerektir! Onun adını Muhammed koydum! Onu İslâm’a     hadim, ceddine lâyık eyle... Yâ İlâhena!”

Bu hadise 1430 senesinin 30 Mart’ına tevafuk eden bir Pazar günü Edirne’de vâki oluyordu.

Şimdi mücmelen Fâtih’in fetih, hayatına dönelim: 

Sultan Muhammed Han henüz on bir yaşında bir çocuk iken vali olarak Manisa’ya gönderilmişti. 18 Şubat 1451’de babasının yerine saltanatı deruhte etmiştir. Bu sırada Batı devletleri gibi Bizans da bir takım hülyalara kapılmıştı. Nitekim aynı senede Froncesca Frenfilko, Fransa kralına gönderdiği bir mektupta şunları yazmıştı: “Avrupa devletleri aralarında ittihat temin ederek Osmanlı Devletine son darbeyi vurmak zamanının geldiğine artık inanmalıdırlar.” Bu tavsiyeye istinaden ve dolayısıyla  Bizansın te’sirinde kalan Avrupa devletleri müteakip günlerde Çanakkale’yi abluka altına almış bulunuyorlardı. Fakat aradan çok geçmeden bu düşüncede yanıldıklarını anlamışlardır.

Bizanslılar te’siri altına almak istedikleri Sultan Mehmed’i tehdid etmek için şöyle bir harekete tevessül ettiler: Saltanat Müddeisi Orhan Çelebi’yi salıvermekle... Bu hareketle te’sir, nüfuz ve taleplerinin icra ve kabul edilmesini manen Fatih Sultan Mehmed’den istiyorlardı. Bu durum fethin sebeblerinden birini teşkil etmiştir.

Bu sırada daha küçük yaşlarında İstanbul’u fethetmeyi düşünen genç padişah devrin bir çok ülkeleriyle mütarekeler yaptı. İleride yapacağı harekât-ı harbiye esnasında kontrolü sağlamak maksadıyla Yıldırım Bayezid’in Anadolu sahilinde inşa ettirdiği eski hisarın karşısına Rumeli Hisar’ının yapılmasını emretti. İnşâat derhal başladı. Bundan maksadı Karadeniz’den İstanbul’a girecek gemilere mâni olmak ve Karadeniz Boğazı’nın Osmanlılar tarafından kontrol edilmesini sağlamaktı.

Fatih; Rumeli Hisarı’nın büyük bir gayretle Ağustos ayının ortalarına kadar tamamlanması için emir vermişti. Öte yandan kendisi de Edirne’de bütün ileri gelen devlet ricalini toplayarak teşkil ettiği Divan’da muhasaranın umûmî hatlarını müzâkere ediyordu.

Küçüklüğünden beri hayâlen belki defalarca meclisler kurmuş, fethin plânlarını çizmiş ve müzakereler yapmıştı. Tarihçi Duhas’a göre Fatih Sultan Mehmed “Gece ve gündüz, leyl ü nehar huzuru kaçmış bir insandı. Yatağa girer ve kalkarken, hâne-i saadetinde, sarayında, dışarıda gezinirken hep İstanbul’un fethini düşünüyor, elinde kâğıt ve kalemle daima İstanbul ile, onun fethi ile meşgul oluyordu.”   

Nitekim Edirne’de teşkil edilen Divan’da, “Elimizde nice cihad sa’y ü gayretile kesbedilmiş ve bize miras kalmıştır. Anda ben ordunun başında bulunacağım. Bizi hiçbir kuvvet hiçbir engel yolumuzdan döndüremeyecektir!” demiştir. Fethin mânen  hazırlığını ruhen ikmal eden Fâtih, şimdi de maddî hazırlığı ikmal etmeye çalışıyordu...

Fatih, Osmanlı emniyetini halde ve istikbâlde tehdid edecek olan İstanbul’un, yani bu şehre hâlen hakim olan Bizans’ın, muhakkak feth edilmesini her gün biraz daha artan bir şiddetle istiyordu. Bunun emarelerini sezen Dragazes mezar taşlarıyla kaleyi ve kale kapılarını derhal tamir ettiriyor, aralıksız olarak İstanbul’u çevreliyen surlar daha muhkem olarak örülüyordu... Bizans sıtmalı hasta gibi titriyordu artık!

Bizans’ın vaziyetini öğrenmek üzere Ağustos sonlarında 50.000 kişilik bir kuvvetle surların önüne gelen genç Pâdişah, üç gün kaldığı bu bölgede surları teftiş etmiş ve lâzım gelen tedbirleri not etmişti. Hâriçten Bizanslılara gelebilecek olan yardımları önlemek; muhtemel bir hâricî tecavüze şimdiden mâni olmak ve Feth-i Mübîn’e de bir ön hazırlık olarak Şubat 1453’te Karadeniz sahili civarındaki kalelerin zaptına Rumeli Beyler Beyini memur tayin etti.

Kaynakların bildirdiğine göre, İstanbul’un muhasarası bütün İslâm dünyasına bildirilmiş ve bu büyük harekât-ı harbiyeye dâvet edilmişlerdir. Ve yine aynı kaynaklara göre, İstanbul’un fethi için dökülen toplar o kadar muazzamdı ki, bir top, ancak 40-50 çift öküz veya 200’den ziyade insan tarafından çekilebiliyordu.

Bizans’a gelince bir keşmekeş içerisindeydi... Dragazes ise, nüfuzunu kaybetmişti. Meselâ; daha önce Papa ile imzalamış olduğu bir antlaşma vardı: “Ayasofya’da kiliselerin ittihadı esasına göre âyin yapılacak ve ibâdet edilecek”ti. Şimdi bunlar da protesto ediliyordu. Rum ahâlisi ise “İstanbul’da Lâtin külâhı görmektense Türk sarığı görmek daha evlâdır” diyor ve için için Dragazes’in temsil ettiği Bizans hükümetine karşı cephe alarak ayaklanıyordu.

Bütün kışı harp hazırlığı içinde geçiren genç padişah, 23 Mart 1453 tarihinde bir Cuma günü Edirne’den hareket etti. 5 Nisan 1453 tarihinde Topkapı önüne gelerek kara harekâtını başlattı. Muntazam ve mîzanlı bir plâna göre harekete geçen birlikler derhal yerlerini aldılar. Fâtih bu hazırlıklar ikmâl edilirken, dînî vecibesini de yerine getirmek üzere Mehmed Paşayı elçi olarak Dragazes’e gönderdi. İstanbul’un teslim edilmesini, aksi halde ne pahasına olursa olsun taarruza geçeceğini bildirdi. Fakat teklif Dragazes tarafından reddedildi.

İstanbul’a karşı ilk umûmî hücum 18 Nisan’da başlamıştır. Deniz harekâtının ilk başladığı tarih ise 20 Nisan’dır. Bu sıralarda şâyân-ı teessüf bir hâdise oldu: Papa’nın Bizans’ın yardımına gönderdiği üç Ceneviz ve bir Bizans gemisinin Osmanlı Donanması önünden geçerek Haliç’e girmesi. Bu hâdise Sultan Mehmed Han’ı son derece müteessir etmiştir.

İstanbul’un feth edilmesi için hazırlıklar ikmal edilirken, hâlâ bu harekâta muhalefet edenler de vardı. Bunlardan Çandarlı Halil Paşa öteden beri İstanbul’un feth edilmesi teşebbüslerine muhâlefet etmekteydi. O kendince bir takım plânlar tasarlıyor ve İstanbul’un fethine dâir plânlardan ziyade bu plânları ve kendi fikirlerini mutâbık-ı mukteza-yı hal olarak telâkki ediyordu... Nitekim Bizanslıların vereceği 70 bin altın vergi ve padişahın Bizans’a tensib ve tâyin edeceği bir zaptiye memuru ile iktifa edilmesini teklif etti. Fakat bu teklif şiddetle reddedildi...

Bu türlü düşünenlerin yanında orduyla padişahın mâden-i kuvve-i ma’neviyyesi olan nice kimseler de vardı. Bunların hemen başında Akşemseddin, Molla Gürani, Zağnos Paşa ve Şehabeddin Paşa gibi medresenin müderrisleri ile erkân-ı harbiyyenin reisleri geliyordu... Bunlar, gelen sulh ve mütâreke tekliflerinin reddedilmesini muhasaraya devam edilmesini şiddetle istiyordu. Fâtih zâten bunların kanadındaydı. Binâenaleyh İstanbul feth edilecekti. Başka yol yoktu!

Hazırlıklar daha da şiddetlendirildi. 67 gemi tepe başından başlıyarak kızaklarla kaydırılmak suretiyle Kasımpaşa üzerinden Haliç’e indirilmiştir. Bu cihan-kıymet hadiseyi müteakiben muharebe de alevlendi..

12 Mayıs ve 14 Mayıs’ta devam eden büyük taarruzlardan sonra 16 Mayıs’tan itibaren Lağım Muharebeleri başlamıştır. Bütün bu dehşetli çarpışma ve hücumlardan zerre kadar yılmayan ve fütur getirmeyen genç padişah muhakkak muzaffer ve mansur olacağına inanmıştı. Bu îmânla harekâta hız vermeye başladı.

Artık hazırlıklar tamamlanmıştı. Bütün imkânlarla teçhiz edilen Osmanlı Ordusu son ve en büyük darbesini vurmak üzere emir bekliyordu.

Fakat öte yandan, o gün Osmanlı kesiminde fevkalâde bir hâl de seziliyordu.. Kandiller, mumlar, fenerler... mütemadiyen ordugâh sahasında pırıl pırıl parlıyordu. Öteye beriye gidip gelen insanlar görülüyordu. Bunlar fethin son hazırlığını ikmal için çalışan muazzez asakir-i muvahhidin idiler... Vakit hayli ilerlemişti, Fatih erkenden kalktı. Dergâh-ı Kadiyyü’l-Hacat’a el açtı, nusret diledi.

Nakl-i sahih ile Hazreti Resûlullah (asm) İstanbul’un İslâm eliyle feth olunacağını “Letüftahannel” diye başlayan hadis-i şerifleriyle tebşir etmişti. Onu fethedecek olan ordu Resûlullah (asm) tarafından övülüyordu. Fatih övgüye mazhar olup olmayacağını düşündü. Küçüklüğünü hatırladı. Hacı Bayram Veliye talebe olmak istemişti. Fakat onun “Senin hükümdar olman veli olmandan daha hayırlıdır! Git ve hükümdar olmak için çalış” diye söylediği sözleri düşündü. Kimbilir belki de Hacı Bayram Veli onun İstanbul’u feth edeceğini düşündüğü için böyle söylemiş olabilirdi.

Akşemseddin de kendisine kuvvet veriyordu. “Yâ Rabbi” diye duâ etmeye başladı, “Peygamber Efendimizin (asm) tebşir ettiği ferman-ı Kudsînin manasına beni ve sancak-ı tevhidi yed-i şecaatında tutan ordumu mazhar eyle ve mâsaddak kıl. Amin!”

Duânın ardından hazır halde bekleyen orduya, harekât emri verildi. Davullar çalınıyor, asakir-i Muvahhidin tekbir getiriyordu. Aradan henüz bir kaç dakika geçmişti. Osmanlı sancağı kınından çıkarıldı, sanki bütün haşmet ve mehabetiyle temevvüc ederek dalgalanıyor, imandan neşet eden bir manevî volkan, Bizans âfâkına lavlar yağdırıyordu. Herkesi bir heyecan ve iman kasırgası sarmıştı. Herbirisi kahramanlığın, şecaatın ve hamiyet-i İslâmiyenin verdiği bir kuvvet ile şaha kalkmış bir “Zülfikâr”ı andırıyordu. Kumandanlar, “Allahu Ekber” deyince dereleri tepeleri dolduran ordu da “Allahu Ekber” diyor, tevhid sadâları surları aşarak “Kostantinopolis”e yayılıyordu.

Şafak sökerken topçu atışı başladı. “Ya bu surlar üzerinde ezan-ı Muhammedîyu okutacağım, ya da bu surların önünde şehid olacağım” diyen büyük ruh ve iman içerisinde muharebe cereyan ediyordu.

Fatih’in askerleri müthiş bir yarış içindeydi. Üzerinde “Lâ ilahe illallah” yazılı olan sancak-ı tevhidi Bizans surları üzerinde dalgalandırmak için girişilen mukaddes dâvânın mukaddes yarışı...

Hedefe ilk varan ve bu dâvânın ilk misalini verenlerden birisi Ulubatlı Hasan oldu.

Bizanslılar ise bir kara düşünceye giriftar olmuş ve mütemadiyen gerilemekte idi. Nitekim bir tarihçi olan İbn-i Haldun,

“Bizanslılar kovalanan koyunlar gibi kaçıyorlardı” demekten kendisini alamamıştır.

Bu şekilde cereyan eden harekât neticeye yaklaşıyordu. Taarruz gittikçe şiddetleniyor, iç ve dış surlar içerisinde devam eden mücadele ve muharebe ile Bizansın son kalesi de düşmek üzereydi.

Bir kaç dakikalık bir zaman ya geçti, ya geçmedi... Muazzez ve muhterem Osmanlı ordusu tekbir sesleriyle şehre girdi!.. İstanbul feth edilmişti...

İstanbul’un fethini Baron Garra de Vau şöyle anlatıyor: “Bu fetih olayı Fatih Sultan Mehmed’e tevafuken veya Bizans Devletinin sırf zayıflığı yüzünden müyesser olmamıştır. Aksine Sultan îcab eden tedbirleri daha önceden hazırlamış ve devrinin ilimlerinden hakkiyle istifade etmiş olduğundandır.. Kullandığı toplar, o devirde henüz yeni icat edilmişti. Fâtih, mahir bir mühendis gibi, o zaman ancak bu kadarı yapılabilen büyük toplar yaptırdı. Bu topların her birisinin güllesi 300 kg. ağırlığında idi. Atış mesafesi ile bir mil (1609) metredir. Tarihen sabittir ki, bu topu yürütmek için en aşağı 700 asker lâzımdı. Bunu doldurabilmek için iki saatlik bir zamana ihtiyaç vardı. Fakat Fâtih Sultan Mehmed İstanbul’u feth etmeye başladığı zaman, kumandası altında 300.000 mücahid vardı. Aynı zamanda o korkunç toplar müstesna İstanbul’u denizden kuşatmak için 120 gemiden mürekkep bir donanması vardı. Donanmanın bir kısmını karadan Haliç’e kadar getirten ve yağlı kalaslar üzerinde 70 gemiyi KASIMPAŞA cihetinden denize indiren ve bunları bizzat kendi muazzam dehasiyle bulan o büyük şahsiyetti.”

Onlar İslâmiyet için mücahede ettiler! İ’lây-ı Kelimetullah için muharebe ettiler! Mefâhir-i Milliyesini milyonların menabi-i diniyyesiyle çaktılar ve bunu kılınçlarının uçlarıyla yazdılar! Bütün bunlarla beraber Resûl-ü Zişanın tebşir ettiği bir makama çıktılar! İnsanlığın Efendisi oldular!

Cenâb-ı Hak onlardan ebeden razı olsun!. İnşaallah biz nesl-i cedid de dinde olduğu gibi kahramanlıkta da ecdadımıza lâyık olacağız.

Nurettin Tokdemir / 19. Dönem Hatay Milletvekili, TBMM Millî Eğitim Komisyonu eski Başkanı

Okunma Sayısı: 1556
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı