"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İbrethanedeki ibretlikler

29 Kasım 2015, Pazar
Hastane; dünyanın küçük bir numunesi... Bir yanda doğumlar bir yanda ölümler, bir yanda anne-baba olma sevinci, bir yanda yakınlarını kaybetmenin hüznü.

Her yaştan insanlar, binbir türlü âlemler, farklı farklı duygular, çeşit çeşit ihtiyaçlar… Bir tarafta küçük bir bebeğin ilk nefesi, bir tarafta asırlık bir insanın son nefesi. Endişeli bekleyişler, meraklı bakışlar, heyecanlı kalpler. Gözü yaşlı hanımlar, ağzı duâlı teyzeler, nur yüzlü dedeler, sabırsızlıkla bekleyenler, tevekkülle sabredenler…

Dünyanın binbir türlü haline şahit oluyor insan burada. Zaman zaman hüzünleniyor, zaman zaman ibretle seyrediyor, bazen de tebessüm ediyor. Bugüne kadar beni etkileyen birçok hadise olmuştur bu küçük ibrethanede. Bunların içinde beni en çok dehşete düşüren, kendi içimde bir tesellisini bulamadığım durum; evlâdının yanında ihtiyarlık çağına erişmiş ve onun tarafından saygısızca ve merhametsizce muamele gören ve onlar tarafından bakılmak istenmeyen anne babalar… Bu ihtiyar ve ihtiyarelerin ibretlik ve içler acısı halini daha polikliniğe girerken hissedebiliyorsunuz. Çocuğu tarafından sert emirlerle, sürüklenircesine getirilmesinden, çekingen bakışlarından, suskun ve düşünceli hallerinden hissedebiliyorsunuz. Şikâyeti sorulduğunda birkaç kısa cümleyle cevap verdikten sonra evlâdının söze girip annesini-babasını ardı ardına sıraladığı isyan dolu sözlerle size şikâyet etmesi, bir yandan da ona gönderdiği sitemli, kızgın, saygısız bakışları, onun kendisine ne kadar zorluk çıkardığını ve artık sabredemediğini belirten ifadelerde bulunması. Ve yavaş yavaş öne eğilen beyaz başlar, dalıp giden solgun gözler…

Merak ediyorum; o ihtiyarlar o an ne düşünüyorlar, ne hissediyorlar? Çocuklarını kucaklarına aldıkları ilk günü mü, günlerce uykusuz kaldıkları o yılları mı, onlar hastalandıklarında başuçlarında tuttukları nöbetleri mi, iş güç koşturmacaları arasında onların her türlü ihtiyaçlarını gidermek için yorgunluklarını onların bir tebessümüyle bir sarılmasıyla giderdikleri günleri mi, ekmeğini taştan çıkarıp onu büyüttüğü okuttuğu yılları mı, onun yaramazlıklarını haylazlıklarını taşkınlıklarını nazını ağlamasını bağırmasını… Çocuktur deyip hoşgördüğü ve her ne kadar kızsa da kıyamayıp affettiği ve merhametle kucakladığı zamanları mı? Kim bilir neler düşünüp neler hissediyorlar…

İhtiyar anne babalarına saygısını sevgisini esirgeyen bu insanlar düşünmezler mi: İnsana ailesi kadar değer veren, iyi gününde kötü gününde hep yanında olan, onun için her türlü fedakârlığı yapmış, ona böylesine şefkat etmiş, onu karşılıksız sevmiş başka insanlar var mı? Çocukluğumuzdaki o dayanılmaz hallerimize onlar nasıl sabrettiyse, nasıl sevgiyle hoşgörüyle şefkatle yaklaştılarsa bizim de onların ikinci çocukluk dönemi olan ihtiyarlıklarında onlara sabretmemiz, güler yüzle şefkatle muamele etmemiz gerekmez mi? Ahiretteki rahatlığımız hatta dünyadaki rahatlığımız için de mi sabredemiyoruz? Oysa ki biz de birgün yaşlanacağınız. Evet bugün gençlik sarhoşluğuyla, dünya gafletiyle bu gerçeği görmezden geliyor olabiliriz; ama bu dünya gerçeğiyle ömrümüz yeterse mutlaka karşılaşacağız. Bu beden hep böyle kalmayacak, biz yaşlandıkça o zorlanacak, harap olacak. İşte o zaman bizim en çok ihtiyacımız olan şey ilâçlar, doktorlar, hastaneler olmayacak. Bir güler yüz, sıcacık bir tebessüm, şefkatli bir el, yardımsever ve bizi minnet altında bırakmadan bize hizmet edecek bir evlât olacak. Ve biz kendi anne babalarımıza nasıl muamele edersek yaşlılığımızda öyle muamele göreceğiz.

Dinleyelim o zaman Üstad Bediüzzaman Said Nursî bize ne diyor: “İşte ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. Her amel kendi cinsinden birşeyle karşılık görür sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer ahiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, ölümlerini temenni etmek ve onların seriü’t-teessür kalplerini rencide etmekle, O, dünyada da ahirette de ziyana uğramıştır. (Hac Sûresi, 11.) sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahman istersen, o Rahman’ın vedialarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.”

FATMA NUR KAYSICI

Okunma Sayısı: 1040
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı