Zaman dedikleri şey hızlıca geçip gidiyor farkına bile varmadan, saatlerimiz, günlerimiz bile bazen yetmiyor bize.
O kadar çok meşgulüz ki! O kadar çok dünyalaşmışız ki! Bu yer’de, dönüp’te dün’e baktığımızda hafif bir tebessüm alıyor yüzümüzü ve sanki gözlerimizin önüne bir perde indiriliyor o an ve sokakta oyun oynayan çocukların arasında görüyoruz kendimizi, çok mutluyuz. Kararıyor perde, hemen başka bir perde iniyor. Ailecek piknikteyiz ve çok güzel bir gün geçiriyoruz. Bir başka perde canlanıyor gözlerimizin gölgesinde, Tülay Teyze vefat etmiş. Ben, İsmail, Ömer ağlıyoruz, artık bize kim şeker verecekti ki? Bir an olduğum yerde irkiliyorum hemen ardından gözlerimin önündeki perdenin kaldırıldığını fark ediyorum ve dünya koşuşturması devam ediyor. “Geçmişti” aslında, bizi şekillendiren ve geleceklendiren, kimimiz çok çabuk unutuyoruz, kimimiz saplanıp kalıyoruz o günlere. O kadar çok şey yaşamışız ki! Bitmiyor, hikâyeler, anılar ve özlemler…
Ve geçiyor zaman, yeni hikâyelerimiz, anılarımız oluyor, ama eskisi gibi tatlı değil, eskisi gibi zevk vermiyor bize. Tabi biriktiriyoruz bunları bir yerlerde, arşivliyoruz nereye gittiğini ve nerde tutulduğunu bilmeden. Biz yaşamaya, okumaya, öğrenmeye devam ettikçe o birikmeye devam ediyor arşivlerimizde ve tabi kalbimizde. Kimi insanların da kalp arşivine sığmıyor düşünceler ve taşmaya başlıyor mürekkepler. Damla damla düşüyor bembeyaz bir kâğıda mürekkep ve kâğıdı mürekkep izleri kaplıyor. En son mürekkep damlası da düştüğünde bembeyaz kâğıda son şeklini veriyor, bir kitaba ya da hayata…
Serkan İlğen / [email protected]