"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“O, eşsiz sohbetleriyle bir gönül doktoru gibiydi”

31 Ocak 2016, Pazar
Zübeyir Gündüzalp yarışmasında birinciliği kazanan mülâkat.

Bir sabah ezanı vurduk kendimizi yollara. Beş yüz kilometrelik bir yol vardı önümüzde. Otomobili Zafer kullanıyor. Hemen yanında Alper var. Ben de aracın arka koltuğunda oturuyorum. Elimdeki kitabı açtım, sayfalarını çevirirken, “Sizlere Risale-i Nur Külliyatı’ndan okusam dinlemek ister misiniz?” diye soruyorum. 

On sekiz yaşlarında, ince, uzunca boylu, buğday tenli, keskin zekâlı, tatlı bakışlı Alper, oturduğu ön koltuktan başını arkaya çevirdi. Farkında olmadan eli kalbine gitti. “Evet” manasında memnuniyetle başını öne eğdi. Eliyle çenesini tuttu, gülümseyerek, “Ben kendimi bildim bileli her gün Risale-i Nurlar’ı okuyorsun ne var bu kitaplarda?” 

Bir kaç saniye düşündükten sonra Risale-i Nur Külliyatından hatırıma gelenleri söyledim, “Risale-i Nur, Kur’an-ı Mû’ciz-ul Beyân’ın bir mûc’cize-i mâ’neviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsirdir. Marifetullah, Muhabbetullah ve Mahâfetullah; ilm-i imanın, bilgi ve hikmetin başıdır. Risale-i Nurlar da bu kavramları en güzel şekilde izah ve ispat ettiğinden dolayı bu eserleri okuyoruz. Üstad, Risale-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehli Cennet olacaklarına dair kutsi müjde verir. Şimdiye kadar hiçbir eserin böyle ağır şerait altında, bu derece tesirli intişarını tarih göstermemiştir. Hem bu risaleleri anlayarak ve kabul ederek bir sene okuyan, bu zamanın hakikatli âlimi olur. Müjdesi var…”

Kısa bir sessizlikten sonra ellisine yakın, orta boylu, gürbüz yapılı Zafer araya girdi, ışıltılı bakışları yüzümde gezindi, “Biz nereye ve kimi görmeğe gidiyoruz?”  

Alper’in gezi hakkında bilgisi vardı. Fakat Zafer’e bilgi verilmemişti. Merakını gidermek için, “Ermenek’e gidiyoruz. Bediüzzaman’ın sadık talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in kardeşi Haydar Gündüzalp’le söyleşi yapmak için yollardayız.” dedim.

Muhataplarımı bilgilendirdiğim için sevinçliydim.  Gülümsedim, “Zübeyir Ağabey için yemek, içmek, hava almak nasıl bir ihtiyaçsa Risaleleri okumak da öyle bir ihtiyaç halini alır. Bu Hak vurgununun sözlerinden bazılarını okumaya devam edelim, “…Hususi okumayı terk etme… Tenkit için okur istifade edemez, başkası için okur istifade edemez, kendisi için okur istifade eder! Nurlar; yüz seksen değil bin seksen defa okunsa azdır.Nurları büyük bir aşk ve sevgiyle ve kana kana ve düşüne düşüne oku!... Az da olsa devamlı okumak… Aldığımız yaraları tedavi için evden çıkarken ve eve gelince okumak. Bütün tehlike okumamaktan çıkar. Okuyamamaktan kork! Zübeyir Ağabey kendisini tedavi etmek isteyen doktora, “Ben Risale-i Nur’larla insanların ve İslamların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuşum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda ‘karasevda’ hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?” diye sorar. 

Soruların sonu gelmiyordu. Alper’in yüzünde tatlı bir gülücük dolandı. Gözleri hayretle büyüdü. İçten gelen bir duyguyla,“ Bu Nasıl bir tutkuymuş, biraz daha anlatsan?” 

Bir iki nefes aldım. Yine Zübeyir Ağabey’in notlarından devam ettim: “Risale-i Nur okurken mutlaka kendi nefsine okuyacaksın. Başkasına okuma, kendine oku! Risale-i Nur’u 10-15 kere kendine oku, sonra müzakere nevinden kardeşlere okursun. Başkalarına ders vermek, ikinci planda olsun. Evvela benimseyeceksin. Risale-i Nur’u ve Üstadı ne kadar benimsersen o kadar istifade edersin. İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak... “Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, tesistir.” 

Arkadaşlarım büyük bir keyif ve hayranlıkla dinliyorlardı, onlar sormadan devam ettim, “Doğuştan kalbinin delik olmasına ve bunun da kedisine yorgunluk vermesine rağmen Zübeyir Ağabey, kitap okurken dur durak bilmez, rahatsızlığını unuturdu. Yine bir gün okudu, okudu; sonunda bitap düştü. Yorgunluğunu bir nebze dindirmek için bir çukur buldu ve hemen uyudu. Rüyasında kendisine Risale-i Nur uzatıldı. Bundan böyle risaleler elinden düşmez oldu. Zübeyir Ağabey risale-i Nur’u eline şöyle bir alırdı. Eline alacak takati yok. Kitap düşecek vaziyette,  “Kardeşim bari kitap elimde iken öleyim. Kardeşim bari öyle öleyim… diye tekrar ederdi. Günde on dört saat okuyor, yinede okumaya doymuyordu.” Sesler kesildi. Soran dudaklar sustu.  Otomobilin içinde sessizlik hâkimdi.

Ve uzun bir yolculuktan sonra, “Dünyada huzur ve rahat mı arıyorsunuz? Ukbada saadet mi istiyorsunuz? Risale-i Nur’u okuyunuz!” diyen Nur kahramanı Zübeyir Ağabeyin memleketi Ermenek’teyiz. 

Sıcaklar alabildiğine bastırdı. Her yer alev alev. Rüzgâr olmasa insanın sıcaktan bayılabileceği bir günde, Risale-i Nur’ların okunduğu bir dershaneye misafir edildik. Bol güneşli, geniş pencereli, pırıl pırıl temiz, klimaların çalıştığı, serince büyük bir odadayız. Salon boydan boya kırmızı halı kaplı. Duvardan duvara oturma gurubu. Her taraf çiçek gibi tertemiz, derli-toplu. Sıcak bir ilgiyle karşılanıyoruz. Ve gönlüm inanılmaz derecede ferahlıyor! Duvarın bir köşesindeki raflarda Risale-i Nur külliyatı ve hemen yanı başında boydan boya camekânlı bir dolap vardı. Zübeyir Ağabeyle ilgili biyografi kitapları, Osmanlıca el yazması Risale-i Nurlar ve Zübeyir Ağabeyin kendi el yazısıyla yazdığı mektupların her biri ayrı ayrı çerçeveli dolabın içini süslemişti. Uçuk, solgun, parlak, donuk fotoğraflar da tabloya değişik bir güzellik katıyordu. Bu bölüm Zübeyir Gündüzalp arşiviydi. Burası bizleri çok duygulandırdı. 

Birkaç dakika sonra Haydar Ağabey geldi. Başında krem rengi bir yün takke, sırtında siyah çizgili,  kısa kollu, beyaz bir gömlek, bacağında gri kalın bir pantolon vardı. Zarif, uzun aksakallı, nur yüzlü, ufak tefek, son derece sevimli, güler yüzlü biri. Seken dört yaşında olmasına rağmen dinç gözüküyor. Muhabbetle gülümsüyor hepimize. Zübeyir Ağabeyi gören gözler hatırına içimde derin bir saygı uyanıyor. Bizlere tek tek, “Hoş geldiniz” dedi. Kendimizi tanıttık. Haydar Ağabeyle yan yana bir kanepeye oturduk. Karşımda son derece olgun, her haliyle samimi bir öğretmen vardı. Oturduğu koltuktan kalktı. Tatlı bakışlarıyla odayı taradı. Halının üzerinde duran semaveri aldı. Bize doğru yaklaştı. Hafifçe gülümsedi, “Haydar Ağabey sizler için evinden bir semaver çay getirme nezaketinde bulundu.” dedi. Sehpanın üzerinde duran boş fincanlara karanfil kokulu çayları kibar bir eda ile doldurdu. Çayların bardaklara dökülmesiyle salonda bir kaç saniyelik sessizlik olmuştu. Bu sessizliği fırsat bilerek soruyorum, 

Muhterem Haydar Ağabey, Zübeyir Ağabeyin kitaplara olan tutkunluğu ilk aklıma gelen oldu. Ağabeyiniz çok kitap okur muydu?

Bakışlar canlandı, idrakler hareketlendi, herkes dikkatlice dinlemeye başladı. Haydar Ağabey, gözlerini iç dünyasına çevirerek bir an düşündü. Sağ eliyle başındaki takkesini düzeltti. Uzun aksakalını sıvazladı. Yüzünde yılların derin izi okunuyordu. Ufak bir duraksamadan sonra tebessüm etti. Olanca alçak gönüllülüğüyle, “Rahmetli ağabeyimle ilgili birçok hatıra var zihnimde.” Derin bir nefes aldı. Başını iki tarafa salladı. Birden ruhunun derinliklerinden filizlenen duygular canlandı. Gözünde süzülen bir iki damla yaşı elinin tersiyle sildi. Dudakları titredi, kalakaldı bir süre. Konuşamadı. Bir kaç saniye susup kendini toparlamaya çalıştıktan sonra, “Mazinin buruk tadı gönlümden hiç gitmez. Cennetmekân ağabeyim çok ama çok kitap okurdu. Hiç aklımdan çıkmaz, evimizde duvarın içine gömülü iki kapaklı ahşap bir dolap vardı ve içi tıkış tıkış kitaplarla doluydu. Ondaki kitap sevgisi hiçbir zaman sona ermedi,” dedi. Sustu. Yüzüne ince, hüzünlü mana çizgileri yerleşmişti. Ağlamaklıydı, sesi titriyordu. İkide bir gözleri yaşarıyordu. İçin için ağladığı her haliyle belli oluyordu. Haydar Ağabeyin içi kıpır kıpır ve  yanıp tütüyordu. Bir şey sormamı bekler gibi tatlı bakışlarını gözlerime dikerek sustu. Sükûtu bile, konuşması kadar etkiliydi.

Bir defasında Zübeyir Ağabeye, Risele-i Nuru okuyorum ama anlamıyorum, ne tavsiye edersiniz? diye sormuşsunuz. Nasıl bir cevap aldınız? 

Haydar Ağabey bakışlarını sehpanın üzerinde duran boş fincana dikerek bir an düşündü. “Sen bunu bilmiyor musun?” der gibi gözlerimin içine bakarak gülümsedi. Yumuşak, sevecen bir ses tonuyla, “Anlamasan da okumayı bırakma… Risale-i Nur insanın tüm latifelerine hitap eder. Okumaya devam et, latifelerin gıdasını alır. Üstadı ve eserlerini ne kadar seversen o kadar istifade edersin,” dediği aklımdan çıkmaz. 

Zübeyir Ağabeyin size yazdığı mektuplarında unutamadığınız neler var?

Eski hatıralarını deşmiş olmalıyım ki derin derin içini çekti. Gözleri uzaklara daldı gitti. Neden sonra konuştu, “Ağabeyimden gelen mektupları cennetten gelen birer davetiye gibi okurdum. Sizin ilk soruyu sorarken söylediğiniz cümleyi hiç unutamam: ‘Risale-i Nuru yanından eksik etme. Bu dünya ve ebedi âlem için çok yararlıdır. Ebedi mutluluğuna vesile olur.” Bu tavsiyeden sonra risaleleri yanımdan eksik etmedim. Fırsat buldukça okumaya çalıştım.  Sesinde coşku ve huzur vardı. Bir süre düşündü. Farklı bir şeyler söyleyecek gibi bakışlarıyla bizleri taradı. Dudaklarına götürdüğü çay fincanından bir yudum çekti, “Bakın aklıma ne geldi, bazı insanlar Risale-i Nurlar harici bir şeyler söyleyince Nur’un Sadık Kahramanı Ağabeyim, ‘Sadırdan değil, satırdan.’ derdi.”

Zübeyir Ağabey nasıl ders yapardı?

Bembeyaz dişlerini gösteren bir tebessümle kesik kesik konuştu, “Okumaktan çok feyiz alırdı… Hele Risale-i Nur okumalarında… O, eşsiz sohbetleriyle bir gönül doktoru gibi en katı kalpleri bile yumuşatırdı. Yanına gelenlere hep Risale-i Nurlardan okurdu.  Hitabeti etkileyici, ikna edici, duygulu ve yürektendi. Risale-i Nurlardan ders yaparken, duyarak, hissederek, kelimelerin üzerine basa basa okur, Risale-i Nur’u Risale-i Nur’la açıklardı. Çok kere kelimelerin manalarını verip geçerdi. Göze bakıp kalbe hitap eden bir gönül sultanıydı. Onun sohbetini dinleyenler duygularına hâkim olamaz, hıçkırarak ağlardı.  Zübeyir ağabeyle ilgili, istiyorum ki onun hayatı sizlerin hayatına örnek olsun. İstiyorum ki Zübeyir ağabey gerçekten sizlere bir şeyler öğretebilsin…” 

Gönül diliyle konuştuğu her halinden belli olan Haydar Ağabey’in sesinde bir içtenlik hissediliyordu. Bu sözler aziz bir hatıra olarak kalbime kazıldı. Derin manalı, güzel bir söz söylendikten sonra insan susuyor, konuşamıyor. Biz de kendilerine saygı ve takdirle baktık. Susakaldık. Edeple girdiğimiz Nur Medresesinden huzurla çıkıyorduk. Sakin ve cana yakın bu pirifâniyle yaptığımız söyleşi bana tarifsiz bir lezzet verdi. Sohbet boyunca herkes onun her kelimesini sindire sindire pürdikkat dinledi. Tatlı sesi, olgun ifadesi ve ölçülü jestleriyle kendilerine hiç doyamadık. Vedalaşırken akşam güneşi yavaş yavaş çekiliyordu. Zaman ne kadar da çabuk geçmişti… İçime bir hüzün ve ayrılık elemi düştü. Fakat bu unutulmaz buluşmamızda Haydar Ağabeyin muhatabını mahcup eden tevazuu, candan davranışı, sıcak sohbeti bizi kendisine hayran bırakmıştı…

İSMAİL HAKKI

Okunma Sayısı: 1553
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Msaydin

    7.2.2016 14:40:30

    Maşallah, binler tebrikler, yazı mükemmel olmuş

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı