Kalem… En büyük teselli kaynağı, en güzel arkadaş.
“Çok zaman ruhumu hicranda görüp,
Hicranı ruhumdan aldın sen kalem.
Parmağım hep sana kavuştuğu an,
Deftere yazmaya daldın sen kalem.”
(Nadir Nazik)
Kalem…
En büyük teselli kaynağı, en güzel arkadaş.
Ama güzeli yazarsan, güzel yazarsan. İçini döker, içtenliğini ifade edebilirsen. Okuyup dolarsan, dolar da taşarsan. Okuduğunu benliğine yazarsan, yazdıklarını samimiyetle yaşarsan...
Yazmak teselli kaynağım.
Çünkü “Yazmak, aynı zamanda susmak, söylememek, sesini kesmek demektir, gürültüsüz haykırmaktır.” (Vietnam asıllı Fransız yazar Marguerite Duras)
Helâket felâket asrında gürültü çok…
Doğru ile yanlış aynı pazarda satılmakta. Yanlışa “Bu yanlış!” diye haykırmak istiyorum, yapamıyorum. Haykırsam da duyuramıyorum. O zaman anlıyorum, en güzel tesellinin yazarak, gürültüsüz haykırmak olduğunu…
O haykırışı Üstadım Bediüzzaman da yapmamış mıydı?
İlk İstanbul’a gidişi ile başlamış yazmaya, ta ki vefatına kadar. Bir asrı geçkin o sessiz haykırışlar kulaklarımızı çınlatıyor. Anlayan ders alıyor, anlamayan veya anlamak istemeyen başını deve kuşu gibi gaflet kumuna sokuyor, nasiplenemiyor.
“Güzel yazmak, iyi düşünmek demektir.” (Fransız düşünür Ö.L. Dickson) İyi düşüncenin kaynağı güzeli güzel okumaktan geçiyor. Okuduğunu edep süzgecinden geçirip ahlâk pınarında yıkadıktan sonra yazmak gerekiyor. Ama başta okumak geliyor…
Okumak… Nefsi muhatap alıp okumak. Okuduklarımızı benliğimizde özümlemek. İşte o zaman duyulacaktır gürültüsüz haykırışlarımız…
“Kendiniz için yazın, böylelikle sizi başkaları da anlar.” (Eugene Ionesco) diyen yazar ne kadar kendisi için yazdı; bilmiyorum…
Ama birini tanıyorum ki, o hep kendi nefsini muhatap sayıp yazdı…
Üstadım Bediüzzaman Said Nursî Yeni Said döneminin ilk büyük eseri olan Sözler mecmuasının başında; “Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.” (Sözler s. 14) diyecekti…
“Kendi nefsime hitaben demiştim: Ey gafil Said…” (Lem’alar 17. Lem’a)
“Onu, kendi nefsim için, nota suretinde kaydetmek istedim.” (Lem’alar 14. Lem’a)
“O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez. Öyleyse nefsimden başlarım dedim…” (Sözler, 21. Söz)
Ne kadar nezih dokunuşlar bunlar…
Ölçüsü “Nefsini ıslâh edemeyen başkasını ıslâh edemez…”di… (Sözler, 21. Söz)
Bu yüzdendi her bir sözünün kalplerin ta derinlerine işlemesi, gönülleri fethetmesi…
Bu fetih halen devam ediyor, kıyamete kadar da devam edecek inşallah…