Adaleti, gözleri bağlı, elinde terazi ve kılıcı olan,”Themis” olarak adlandırılan bir kadın heykeli temsil eder.
Eski Mısır, Antik Yunan ve Roma dönemlerinden günümüze kadar gelen bu heykeli, adalet sarayları veya hukuk fakültelerinin önünde görmek mümkündür. Ne anlama geldiği herkesçe malûm.
Gözlerinin bağlı olması, hukuk ve adalet konusunda tarafsızlığı simgelemektedir. Tarafsız olmanın yolu da herkesi eşit görmek, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmamaktır. Dolayısıyla adaletin gözleri kapalı olmalı ki, kişilere göre karar verilmesin. Elinde tuttuğu kılıç, verilen kararların kesinliğini ve adaletin gücünü ifade etmektedir. Terazi ise kararlarda denge, eşitlik ve adil olmayı temsil etmektedir.
Günümüz adalet ve hukuk anlayışının temelleri, Batı normlarına göre şekillenmiştir. Adalet ile alâkalı semboller de tabiatıyle buna göre hukuk sistemimiz içerisinde yer almıştır.
Fransa’da adliyelere adalet sarayı denilmektedir. (Palais de justice) Bize de Avrupa’dan geçmiştir. Yaygın olarak adliye kelimesini kullansak da “Adalet Sarayı” ismi adliye binalarımızın kapılarında yer almaktadır.
Avrupa’da adliyeler genellikle sıradan ve bazılarıda tarihi binalardır. Öyle devasa adalet saraylarına, Hollanda Courhouse of Rotterdam, İngiltere Manchester Civil Justice Centre ve Belçika’daki Antwerp Courthouse Belgium gibi bir kaçı hariç, pek rastlanmaz. Avrupa’nın en büyük adalet saraylarıda bizdedir. (İstanbul Çağlayan ve Kartal Adalet Sarayları.)
Avrupa’nın en büyük adalet saraylarının bizde olması, övünülecek bir durum mu? Bilemiyorum. Ya Avrupa bu konu da bizden daha geride, ya da biz bu alanda çok mesafe kaydettik. Ya Avrupa’da suç oranları çok düşük, müşteri bulamadıklarından ihtiyaç duymuyorlar, ya da bizde suç oranları çok fazla, ihtiyaca binaen yapıyoruz.
Ülkelerin kalkınmışlığı, yapılan adalet saraylarının çokluğu ve büyüklüğüne göre değerlendirilmiş olsaydı, her halde dünyanın gelişmiş sayılı ülkelerinden biri olurduk.
Eğer bir ülkede adliye binaları ve cezaevleri sayı olarak artıyorsa, toplumda da suç oranlarında artış oluyor ve bazı şeylerin iyiye gitmediği anlamına geliyor demektir. Yoksa boşu boşuna, bir sürü cezaevi ve adalet sarayları yapmanın, elbette bir manası yok .
Günümüzde adaletin geldiği nokta, hukuk açısından ele alındığında pek iç açıcı olduğu söylenemez. Birileri bu durumdan memnun olsa da, kahir ekseriyetin, adaletin tecelli edip etmediği hususunda, ciddî endişeleri vardır.
Her ne kadar, adalet uğruna yollara düşülse de veya yüksek perdeden endişeler dile getirilmiş olsa da, sonuç itibariyle değişen hiçbir şey olmamıştır. Ve her zaman olduğu gibi, yine olan, sadece adalet bekleyen insanlarımıza olmuştur. Vatandaşın adalete güveni sarsılmış, ümitsizliğe düşülmüştür.
Hiçbir dönemde olmadığa kadar, bir dizi hukuksuzluklara imza atılmış, uluslar arası hukuk kuralları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri ihlâl edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2 maddesinde “Herhangi bir suçla itham edilen kimse, yasalara göre suçluluğu ispat edilene kadar masum kabul edilir” denildiği halde ve Anayasamızın 15/2 maddesinde, “masumiyet karinesi” ne vurgu yapılarak “….suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” denilmesine rağmen, “Beraet-i zimme asıldır” düsturu gözetilmeksizin, on binlerce insan suçlu ilân edilerek tutklanmıştır.
Ayrıca ”suçun şahsiliği ilkesi” de bir tarafa konularak, adeta ailece cezalandırma yoluna gidilmiş, büyük travmalara sebep olunmuştur. Verilen kararlarla da telâfisi zor sonuçlar meydana getirilmiş ve ma’şeri vicdanda derin yaralar açılmıştır.
Nitekim Üstad bu hususta mealen “suçlar şahsidir, işlenen suçlardan, suçu işleyen kişinin akraba ve aşireti mes’ul değildir.” diyerek çok önemli bir ikazda bulunmuştur.
Kız çocuklarımıza “Adalet” isminin verildiği ülkemizde, gazetemiz editörü Nur Eren’inde aralarında bulunduğu yaklaşık onbeş bin kadınımız, yüzlerce bebek ve çocukları ile birlikte, sırf delilleri yok etme veya kaçma ihtimali, ya da sair sebeplerle tutuklanarak, cezaevlerine konulmuştur.
Bugüne kadar kurduğumuz bütün devletler, belki kılıçla fethedilmiştir. Lâkin hep adalet ile yönetilmişlerdir. Nitekim İstanbul’un fethinde Bizans halkının “şehirde Latin külâhını görmektense, Türk sarığını yeğlerim“ demelerinin sebebi, budur.
Adalet, ecdadımızın bize bıraktığı yegâne miras olup, sığınılacak en güvenli limandır. Gidilecek başka bir kapı ve ötesi yoktur.
Daha ötesi de ancak, bu dünya da bir türlü gerçekleşmeyen ve sadece ahiret hayatında gerçekleşecek olan “Adalet-i Mutlaka” dır.