"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ateş mi bizi yakar, biz mi Ateşi yakarız?

Emin Fırat
05 Ağustos 2018, Pazar 00:48
İnsanoğlunun ateşle imtihanı yaratılışı ile birlikte başlamıştır. Ateşin ilk defa tam olarak, nasıl ve ne zaman bulunduğu bilinmemekle birlikte, kaynaklarda neolitik çağda sürtünme yoluyla keşfedildiği anlatılmaktadır.

Medeniyetin gelişmesinde en önemli unsur ateşin keşfedilmesidir. Ateş ile birlikte insanın hayatı değişmiş ve ateş olmadan yaşayamaz hale gelmiştir. İlk bulunduğu andan itibaren hava, su, toprak, kadar önem kazanmış ve bazı din ve inançlarda kutsal olarak kabul edilmiştir. Mabetlerde ibadetlerin vazgeçilmezi haline gelerek, sönmemesi için sürekli yakılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde ateşten söz edilerek, insanların günahlardan uzak durması, hak ve hakikatten ayrılmaması, Allah’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde yaşamaları emredilmiş, aksi takdirde ateşle azaba uğrayacakları bildirilmiştir.  “Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu da ebedî kalacağı Cehennem ateşine koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa-14)

Müslümanlar, Cehennemin kaynağı olan ateşten korunmak için Allah’a sığınarak, “Ey Rabbimiz! Biz iman ettik, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru” (Al-i İmran-16) diyerek duâ eder ve bağışlanmasını ister.

Beşerin ateşle imtihanı amelleri ile doğrudan orantılıdır. Günümüz insanı, ateşin gücünü hafife alarak, hiç aldırış etmeden ve İlâhî ikazları kaale almadan yaşamaya devam etmektedir. Nihayetinde kalpler taş kesilir ve vicdanlar kararır ve nefislerin tahakkümü altına girerek ateşin vereceği azap unutulur.

Oysa bir Müslüman her daim Cehennem azabından (ateşten) Allah’a sığınmalıdır. Allah’ın “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selâmetli ol” (Enbiya-69) emri ile Hz. İbrahim’i yakmayan ateşin, biz günahkâr kullara aynı serinliği vermesi beklenemez. Ancak salih amel ve tövbe istiğfar ile Allah’ın inayeti ve hıfzı tecelli ederse ne âlâ. Aksi takdirde çetin bir azap bizi beklemektedir.

Bütün İlâhî ikazlara rağmen insanoğlu, günah işlemede ısrarcıdır. Cennete giden yolda binlerce kolaylık varken, Cehenneme (ateşe) giden yolun parke taşlarını, dünyayı da kendisine zindan ederek, bir bir döşemeye devam eder.

Koca bir ateşin, bir kibritle tutuşturulması gibi, basit ve hiç önemsemediğimiz küçük günahlarla kocaman bir günah yığını meydana getirerek, kendi Cehennemimizin ateşini körükleyecek odunları depolarız. Şems-i Tebrizi’nin “Gel bakalım ateşle nasıl oynanır göstereyim; Gör bakalım ateş mi seni yakar, sen mi ateşi” dediği gibi, bilerek mi yoksa bilmeyerek mi ateşle oynarız. Lâkin ateş mi bizi, biz mi ateşi yakarız hiç farkında olmayız.

Ateşi ne yazık ki, evde yemek pişirirken kullandığımız, üşüdüğümüzde ısınmak için yaktığımız, karanlıkta ışık olarak ihtiyaç duyduğumuz, doğum günlerimizde yaş pastamızı süsleyen mumların yakılmasında veya piknik yaparken mangal kömürlerimizin tutuşturulmasında kullandığımız bir araç olarak görürüz. Oysa ateşin bütün bunların ötesinde çok daha mühim bir anlamı olduğunu unuturuz hep.

Peygamber Efendimiz (asm) Cebrail’den Cehennem ateşini kendisine tarif etmesini istemiş, O da onu şöyle tarif etmiştir: ”Allah’ü Teâlâ’nın emriyle ateş bin sene yakılıp kıpkızıl hale getirilmiş, sonra bin sene yakılıp sapsarı hale getirilmiş, sonra bin sene daha yakılıp simsiyah hale getirilmiştir. Böylece o şimdiki ışıksız, karanlık, çok sıcak ve yakıcı ateştir. Onun içinde yanan bir insan yerdekilere gösterilseydi, bunların hepsi onun kötü kokusundan ve korkunç manzarasından bayılıp ölürlerdi.” (İhya-yı Ulumiddin)

Evet şayet ateşin gücü fark edilmiş olsaydı, zalim zulmetmez, cani canavarlık yapmazdı. Hırsız harama tenezzül etmez, kul hakkı yenmezdi. İftira ve gıybet yapılmaz, asla yalan söylenmezdi. Masum bir anne, günahsız yavrusuyla kalleşçe şehit edilmez, analar yavrularıyla mezara konulmazdı. Kin ve nefret duygularıyla hareket edilmez, insanlar çaresiz bırakılmazdı. Ocaklara ateş düşürülmez, yuvalar dağıtılmazdı. Gencecik fidanlar şehit edilmez, analar ağlatılmazdı.

Okunma Sayısı: 6899
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı